Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Cezası Neyse Veririz

Emperyalistinden kapitalistine, sistem içi partilerden iktidar içi güç odaklarına kadar herkesin AKP sonrasını düşündüğü, tartıştığı durumda sınıf örgütleri, emekten ve yaşamdan yana olanlar olarak yarınları da, seçimleri olduğu kadar seçimden sonrasını da düşünmek ve seçenek oluşturmak zorundayız

OHAL Komisyonu ‘barış imzacısı’ yüze yakın akademisyenin başvurusunu reddetti. Başvurusu reddedilen akademisyenlerin suçlandıkları imza metni nedeniyle beraat ettikleri, Anayasa Mahkemesi’nin ‘barış istemek suç değildir’ kararı anımsandığında OHAL Komisyonu’nun siyasi bir karar verdiği açıktır. Fakat bu kadar değil; Saray/AKP/MHP iktidarı var olan hukuk sistemi ve devlet düzeni dışında bir hukuk sistemi yarattığını görmemiz gerekiyor.

İçişleri Bakanının muhtarların metruk binalarla ilgili şikayetlerini ve yargının yıkımları önlemesini gerekçe yaparak ‘siz gece yıkın mahkeme arkanızdan gelsin’ sözleri, Çankırı’nın Eldivan ilçesindeki AKP’li Belediye Başkanının ‘kentin ileri gelenleriyle karar aldık’ diyerek bir yurttaşı ilçeden sürgün etmesi ile OHAL Komisyonu’nun kararı arasında ideolojik, siyasi bir bağ olduğu açıktır. Ya da Ordu’nun Gürgentepe ilçesinde belediye başkanı tarafından sendikadan istifaya zorlanan ve kabul etmeyen (sonradan şehit yakını olduğu ortaya çıkan) işçilerden birine hakaret etmesi üzerine AKP’li yetkililerin ‘Hakaret yok, neyse cezası veririz’ açıklaması iktidarın kendi özel hukukunu yaratmaya, kanıksatmaya çalıştığını gösteriyor.

Yargının iktidarın sopasına dönüştürülmesiyle eş zamanlı olarak iktidarın hukuksuzluğu hukuk haline getirme isteğinin yavaş yavaş yürürlüğe sokulması karşısında adalet talebinin anlamı ve bu talebin tüm örgütlenmelerin parçası yapılması gereği zorunludur. Adalet Bakanının Süleyman Soylu’nun açıklamalarına yanıt vermesi yalnızca iktidar içi güç savaşında ayar vermek dışında bir karşılığı yoktur. Aynı Adalet Bakanı OHAL Komisyonu kararlarına karşı, emekçilerin uğradıkları saldırılara, hukuksuzluklara karşı sessizdir.

Saray/AKP/MHP iktidarının uygulamalarına ve düzeni değiştirmeye karşı verilecek mücadele var olan yasaların uygulanması için baskı unsuru oluşturmayı, aynı anda özgürlüklerin önünde engel olan yasaların ve düzenlemelerin tümüyle ortadan kaldırılmasını amaçlamalıdır. Bu mücadelenin bir parçası da OHAL Komisyonu’nun dağıtılmasını, yargı kararlarına rağmen siyasi olarak karar veren ve emekçileri tam olarak açlığa tutsak eden, yurttaşlık haklarını yok sayanların yargılanması olmalıdır.

Şu anki koşulları ve iklimi yaratanlara karşı adalet mücadelesi vermek, emekçilerin, yoksulların, kadınların, öğrencilerin, çiftçilerin, çevre savunucularının, kimlikleri nedeniyle dışlananların üzerinde ortaklaşabileceği önemli bir zemindir. Adalet talebinin yaşam hakkı talebiyle iç içe geçtiği de göz ardı edilmemelidir. Suç ve suçlu yaratan bu iktidarın temsilcileri kendilerinde ceza verme gücü ve hakkı görüyorlarsa sebebinin mağdurların bir araya gelemeyişi olduğunu görmemiz, bu durumu ortadan kaldırmak için bir mukavemet hattını yaratmayı önümüze koymak zorundayız.

DÖVİZ, GIDA ve İLAÇTA KRİZ

Döviz kurundaki hızlı yükselişin yalnızca ekonomik analizlerle geçiştirilemeyecek çok yönlü etkilerini yaşamaya başladık. Yalnızca sanayi üretiminde değil sağlıktan tarıma birçok sektörde dışa bağımlı olmanın sonuçlarını yaşıyoruz.

Gıda fiyatlarında üretici enflasyonunun %50’ye dayandığı ve bunun daha fiyatlara tam olarak yansıdığı koşullarda gıdada tüketici enflasyonunun %29 olması ve zamlar karşısında sorunun çözümünü market denetimlerini şova dönüştürmekte bulan iktidar girdi fiyatlarının dövize bağlı olarak yükseldiğini gizlemeye çalışıyor. Bu kadar da değil, dünyada en fazla buğday ithal eden ülke konumuna yükseldiğimizi, pirinçten şekere, etten nohuda 200’e yakın tarım ürünü ithal ettiğimizi de yok sayıyorlar. Şu an birçok market ve bakkalda bazı marka ürünlerin bulunmadığı haberleri düşüyor haberlere.

İktidar bu gerçekleri gizlemenin bir yolu olarak her zaman olduğu gibi, en yüksek ses tonuyla inkar ediyor ve mağdurları suçluyor. AKP Aydın Milletvekili Bekir Kuvvet Erim, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde iktidarın tarım politikalarını eleştirenlere karşı çiftçileri suçlamayı seçti. ‘Hesap kitap yapmayan, savurganlık yapan’ çiftçilerin kazanç sonunu yaşadığını söyledi. Yurt dışından tarım ürünü ithal ederek ithalatçı yandaş şirketlere kazanç sağlandığı, küresel tarım şirketlerine aktarılan kaynağın çiftçilerden esirgendiğini herkes biliyor. Yıllar içinde bütçede tarıma ayrılan payın düştüğünü, düşürüldüğünü de herkes biliyor.

Belki daha kötüsü yaşanan ilaç krizi; çünkü geçtiğimiz hafta eczanelerde 650 ilacın bulunmadığı haberleri dikkat çekiciydi. İktidar yine şova soyundu ve eczaneleri, ecza depolarını denetime çıktı. Euro üzerinden ithal edilen ilaç fiyatlarında 1 Euro 4 lira 57 krş. sabitlendiği için ilaç ithalatçısı firmaların birçok ilacı getirmemesi veya zorunlu durumlarda kısıtlı olarak getirmesiyle sonuçlanıyor.

18.10.2021 tarihli ‘Millet Değil Yandaşlar Yiyor’ başlıklı değerlendirmemizde iktidarın sağlığa bakışının bir sonucu olarak yayınladığı Komisyon Kararı’nı anımsatmış ve “52 ilacın geri ödeme listesinden çıkarılması, 147 ilacın da 10 günde 1 kutu olarak sınırlandırılması kararı 15 Ekimde uygulamaya başladı. Analijezik jel, merhem, spreyler ve çocukların diş çıkarma döneminde kullanılan ağrı kesiciler, hatta covid-19 tedavisinde semptomların giderilmesinde kullanılan bazı ilaçlar da bu listede bulunuyor. Kısacası SGK artık bu ilaçlar için ödeme yapmayacak.” yazmıştık. Bu uygulamayı da tasarruf ve eşdeğeri ilaçların bulunmasıyla savunmuşlardı.

Dövizdeki sürekli yükselişle birlikte şu an bulunamayan ilaç sayısının 650’de kalmayacağını söylemek kehanet olmayacaktır. Fakat daha dramatik olan yurt dışından gelen turistlerin kullandıkları ilaçları Türkiye’den alıyor olmaları, hatta bazı firmaların ülkemize getirilen ilaçları Ortadoğu ve Afrika ülkelerine ihraç ettiği haberleridir. Tl.nin hızla değersizleştiği koşullarda ilaca ulaşmamız dolayısıyla sağlık hakkımız ortadan tümüyle kalkmak üzeredir.

18.10.2021 tarihli aynı yazımızda, “Dövizdeki yükselişin enerji başta olmak üzere tüm tüketim maddelerine zam anlamına geldiği açıktır. Uluslararası piyasalarda akaryakıt, doğalgaz ve gıda fiyatlarındaki artışın süreceği dikkate alındığında önümüzdeki günlerde zamların daha can yakıcı olacağı, işsizliği tetikleyeceği açıktır.” demiştik. Üretici fiyatları enflasyonunun tümüyle etiketlere yansımadığı ve kış mevsimine girdiğimiz düşünülünce 2022’nin mayıs, haziran aylarına kadar zam yağmurunun süreceği, dövizdeki yükselişin bu artışı daha da büyüteceği kesindir.

Tam da bu dönemde asgari ücret tartışmaları ve görüşmeleri gündemimizde ilk sıralarda olacak. İktidarın ve yandaş sermaye grubu MÜSİAD’ın bile %30-35 ücret artışlarından söz etmeleri sokaktaki kaynamanın farkında olduklarını göstermektedir. Çalışanların %60’nın asgari ücretli olduğu, asgari ücretin diğer ücretlilere emsal teşkil ettiği dikkate alınarak oran tartışmalarından çıkıp insanca yaşam ücretini ve gelir dağılımında adaleti öne çıkarmak zorundayız. Şu an açlık sınırının altında kalan asgari ücretin açlık sınırın üzerine çıkarılması bir anlam ifade etmemektedir. Özellikle önümüzdeki aylarda gelecek olan zamlar, dövizdeki yükseliş de dikkate alındığında iktidarın ve yandaşlarının önerecekleri zam alım gücü açısından geçtiğimiz yılın bile gerisinde kalacaktır.

Yapmamız gereken tüm ücretlilerin asgari ücret tartışmalarına taraf olmalarını sağlayacak bir yol bulmaktır. Türkiye işçi sınıfının, emek ve demokrasi güçlerinin geçmiş deneyimlerinde başarılı olmuş, kazanımlar sağlamış ortak mücadele pratikleri bulunmaktadır. Yapmamız gereken bugüne denk düşen ve ortaklaştığımız sorunlar üzerinde mücadeleyi amaçlayan, sokağı da gören ve örgütleyen bir yaklaşım iradesi göstermektir.

AKP SONRASINA HAZIRLIKLAR

İçerde, dışarda AKP sonrası senaryolar tartışılırken hazırlıklar da yapılıyor gibi görünüyor. Özellikle TÜSİAD’ın son günlerde yaptığı açıklamalar bu yöndeki yorumları güçlendirdi. 10- 11 Kasım tarihlerinde TÜSİAD Brüksel’de dikkat çekici görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşme yapılan kurum ve örgütler arasında AB Komisyonu, AB Konseyi, Avrupa Parlamenterleri, Yeni Güvenlik Tehditlerinden Sorumlu NATO Genel Sekreterliği, NATO Türkiye Daimi Temsilciliği bulunuyor.

Bir sermaye örgütü için oldukça üst düzey ve uluslararası ilişkiler içinde sayılabilecek bu görüşmelerin şu anki ekonomik, siyasi durum kadar sonrasını da içerdiğini düşünebiliriz. İktidarın dışarıda hareket alanını tümüyle kaybettiği koşullarda bu görüşmelerin yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

İç politikayı dış siyasetle dizayn etme alışkanlığı artık iktidarın ayağına dolanmaya başladı, bu daha da sürecek. Suriye ve Irak’a yönelik çıkarılan teskere sonrası hem ABD’nin hem de Rusya’nın olası askeri müdahalenin önünü kesmeleri, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Suriye ile resmi görüşmelere başlaması ve Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünün tartışılması iktidarın Ortadoğu politikasının iyice çıkmaza girmesiyle sonuçlanacaktır.

Geçtiğimiz hafta Belarus sınırından Polonya, Litvanya, Letonya’ya (AB’ye) geçmeye çalışan mülteci ve göçmenlerin Belarus’a gitmek için Türk Hava Yolları uçaklarında seyahat ettikleri ve THY’nın Avrupa’ya uçuşlarına ambargo uygulanabileceği haberlerinin hemen ardından THY haberleri yalanlamakla birlikte Suriye, Irak, Yemen vb. ülke vatandaşlarına bilet satışlarını yasakladı.

Polonya’nın Belarus sınırına askeri yığınak yapması, AB’nin tutumu, THY’nın mülteci, göçmen olabileceğinin düşündüğü ülke yurttaşlarına bilet satmayı yasaklaması birlikte düşünüldüğünden savaş, çatışma, açlık gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorundan kalan insanların siyaset malzemesine dönüştürüldüğünü göstermektedir. İnsan haklarının ancak uluslararası ilişkilerde karşı tarafa kullanılan bir argüman olduğu bir kez daha görülmüş oldu.

İktidarın alçak sesle de olsa rahatsızlığını belirttiği ABD’nin Yunanistan’da yeni üsler kurma ve asker sayısını artırma faaliyetleri sürüyor. Türkiye’deki milliyetçilerin Yunanistan hassasiyeti nedeniyle ‘bize karşı’ dedikleri bu üslerin Rusya’ya yönelik olduğu, uzun vadede Bulgaristan ve Romanya’yı dahil ederek Karadeniz’i kuşatmayı amaçladığı açıktır. İktidar Ukrayna ve Polonya ile geliştirdiği ilişkilerle NATO’nun çizgisinde olduğunu kanıtlamaya çalışsa da ABD ve müttefikleri her fırsatta güvenmediklerini gösteriyorlar.

Dış politikada barış siyasetinin terk edilmesi ve bölge lideri olma, Yeni Osmanlıcılık sevdası duvara toslamasına rağmen iktidar uluslararası ilişkiler ve sermaye karşısında dönüş yapamayacak, dönüş yaptığına ikna edemeyecek kadar inandırıcılığını yitirmiş durumdadır.

İçerde ise Millet İttifakı’nın büyük ortağı CHP’nin kamu görevlilerine yönelik yasalara uyma, kanunsuz emirleri yerine getirmeme çağrısının karşılık bulup bulmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat Kanal İstanbul Projesi için büyükelçilere yazdığı ‘Kanal İstanbul’a yatırım yapmayın. Ödemeyeceğiz…’ çıkışının karşılık bulması muhtemeldir. Daha doğrusu Saray/AKP/MHP iktidarının ekonomi yönetimindeki tutarsızlıkları, ABD, AB ve uluslararası kurumlarla sürekli çatışma içinde olması gibi etkenlerle birleştiğinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısı ciddiye alınacaktır. Bu konuya 05.7.2021 tarihli; ‘Tiksindirici Borç Tiksindirici Siyaset’ başlıklı değerlendirmemizde değinmiştik.

Millet İttifakı’nın 6 siyasi partiyle bir araya gelerek AKP sonrasına ilişkin başta parlamenter sisteme dönüş ve Anayasa değişiklikleri konusunu görüşme ve ortak bir yaklaşım belirleme girişimlerinin sistemin restorasyonu olmaktan öteye geçemeyeceği, hatta 01.11.2021 tarihli, ‘Savaşa, Baskıya, Yoksulluğa Hayır’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi sağın seçeneğinin sağ olduğu bir zemini güçlendireceğini görmek gerekiyor.

Emperyalistinden kapitalistine, sistem içi partilerden iktidar içi güç odaklarına kadar herkesin AKP sonrasını düşündüğü, tartıştığı, yeni hamleler yaptığı durumda sınıf örgütleri, emekten ve yaşamdan yana olanlar olarak bugünü olduğu kadar yarınları da, seçimleri olduğu kadar seçimden sonrasını da düşünmek ve seçenek oluşturmak zorundayız. Var olan sistemin restore edilmesi anlamına gelen ilişkiler, siyaset dilinin ve pratiğinin AKP karşıtlığına hapsedilmesi sorunlarımızı çözmek bir yana tartışılmasının bile önüne geçecektir. Bu nedenle yarınlara da müdahale edebilecek tüm ezilenleri içeren ortak mukavemet hattının inşası kaçınılmaz zorunluluğumuzdur.

Yoksullaşmanın Panzehiri Olarak Birleşik Emek Mücadelesi

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi