…”Kalple konuşmayan bir tablo sanat değildir, çünkü sadece o anlar. Sadece kalp bizi daha iyi yapabilir ve bu sanatın büyük işlevidir. İnsanlarla yakından bağlantılı olmayan herhangi bir büyük sanat bilmiyorum”… – (Portinari – 1947)
Bu yazıda sizi Latin Amerika’nın kahve diyarına, Brezilya’nın küçük bir kasabasına götüreceğim. Ailesi İtalya’dan göçüp São Paulo’nun küçük bir kasabası olan Brodowski’ye yerleşmiş ressam Candido Portinari ve sanatı ile tanıştıracağım. Bu sayede çoğumuzun çok sevdiği, kokusuyla mest olduğu kahvenin hangi şartlarda üretilip toplandığına da Portinari’nin bir resmi vasıtasıyla bakmış olacağız. Portinari’nin gözünden ve duygularından resimlerine yansıttığı köylülere, bölgenin kültürüne, danslarıyla şarkılarına, çocuklarına, aşıklarına, insanına ve huzuruna bakalım istedim. Sosyal gerçekçi sanatçının resimleri, baskıları ve duvar resimleri tam anlamıyla Brezilya’nın ruhunu yansıtıyor. Ruhunda acı çekmenin de endişeleriyle dolu Portinari, yoksulluğu, zorlukları ve acıyı tasvir etmek için güçlü renkler kullandı. Portinari geç dönem yazdığı şiirlerinden birinde, ‘Ben kızıl topraktan ve kahve tarlasından geldim’ der. Özellikle güçlü toprak renkleri kullanan sanatçı, bölgeye has kızıl toprağı sıkça aktarmış resimlerine… O kızıl toprağı işleyen işçi köylülerin zorlu çalışma ve yaşam şartlarını da resmi aracılığıyla yerelden evrensele ulaştırıp anlatmayı seçmiş. Bu sayede 20. yüzyılın Amerika ve Avrupa odaklı resim sanatında önemli bir yer edinmiş Latin Amerika.
Sanatına geçmeden önce Portinari’nin kısaca hayatına bir bakalım… 30 Aralık 1903’te São Paulo’nun küçük Brodowski kasabası yakınlarındaki bir kahve çiftliğinde doğan sanatçı, mütevazı imkânlara sahip İtalyan göçmenlerin oğlu olarak yoksul şartlarda büyür. Sadece ilkokul eğitimi alan Portinari, çocukken bile sanata ilgili ve yeteneklidir. Dokuz yaşında resim yapmaya başlar. 14 yaşındayken bir grup İtalyan ressam yerel kilisenin restoresine yardımcı olmak için Brodowski’yi ziyaret eder ve Portinari’nin iskele ve fresklere ‘yardım etmesine’ izin verirler, ancak pratikte bu sadece tavanda birkaç yıldız boyamak ve işçilerle sohbet etmek anlamına gelir.
On beş yaşında ailesinin yardımıyla Rio de Janeiro’ya gider ve Ulusal Güzel Sanatlar Okulu’na kaydolur. Bir fotoğrafçı ile çalışırken portre ressamı olarak erken bir üne kavuşur Candido. Zengin müşterilerinin işlerini yapmadığı zamanlarda tam tersini tercih eder ressam… Kahverengi-kırmızıyı yoğun bir şekilde kullandığı geniş manzaraların içlerindeki insanlar o kadar küçüktür ki, resimler neredeyse gerçeküstü bir kalitededir. Koşulları alçakgönüllüydü; sanat malzemeleri karşılığında insanlara resimler verir ve arkadaşlarının stüdyolarında veya dairelerinde yerde uyurdu.
Ve nihayet, 1928’de yaptığı Olegário Mariano portresi, genç ressama sanatsal ve varoluşsal gelişiminde önemli bir dönüm noktası olan, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’ya seyahat etmesini sağlayan Avrupa Seyahat Ödülü’nü kazandırır. 1930 sonuna kadar Paris’te kalır. Bu süre zarfında ne yapmak istediğini ve nasıl resim yapmak istediğini fark eder. Portinari 12 Temmuz 1930’da Avrupa’dan gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: ‘Buradan toprağımı daha iyi görüyorum, Brodowski’yi olduğu gibi görüyorum. Burada hiçbir şey yapmak gibi bir arzum yok. Brodowski’nin insanlarını kıyafetleriyle ve renkleriyle resmedeceğim.” Bu nedenle, Avrupa’da çok şey görmesine rağmen – ve özellikle İtalyan rönesans ressamlarının zarafetinden, Modigliani’nin ince boş yüzlerinden ve Picasso’nun Guernica’sının dehşetinden etkilenmesine rağmen – oradaki üretimi az olur. Paris sürecinde Maria adında Uruguaylı bir kadın ile tanışıp evlenir. 1931’de Brezilya’ya döndüğünde Portinari bir stüdyo kurar ve tuvallerine yeni bir amaç duygusuyla tüm yoğunluğunu aktarır.
Resimlerindeki anlam derinliğine, Buenos Aires’teki Güzel Sanatlar Öğrenci Merkezi ‘nde ‘Sanatın sosyal anlamı’ adlı bir konuşmasından yola çıkarak bakmak istiyorum… Oradaki kalabalığa seslenen Portinari, ‘herhangi bir insan faaliyetinin gelişimi ve yönünün tarihi, siyasi ve ekonomik olaylarla bağlantılı olduğunu’ söyler; özellikle sanatı tartışmak bağlamında ise, ‘sosyal resim, kendisini kasıtlı olarak kitlelere yönlendiren şeydir ve kendilerini bu şekilde tanımlayan ressamlar hem sanatsal hem de kolektif duyarlılığa sahip olmalıdır’ der… Ve alkışlar tüm salonda yankılanır.
Bu noktada, Portinari zaten köklü bir sanatçıdır. 1940’lar boyunca resimleri ABD ve Fransa’daki galerilerde ve sergilerde gösterilir. En ünlüleri New York’taki Birleşmiş Milletler binasındaki ‘Savaş ve Barış’ panelleri ve Washington DC’deki Kongre Kütüphanesi’ndeki duvar resmidir. Kırmızılar, kahverengiler ve sarılar tarafından baskın olan bir palet kullanan Portinari’nin dev tuvalleri, kahve tarlalarındaki siyahi işçileri ve ülkenin kuru kuzeydoğusundaki yoksul çiftçileri tasvir eder. Büyük yuvarlak kafaları, kısa vücutları, büyük boy elleri ve ayakları ile anında tanınabilen halkı, adeta Türk ressam Neşat Günal’ın resimlerindeki figürleri andırır. Farklı iki coğrafyada benzer insanlar ve yaşamları iki ressamın tuvallerine yansımıştır. (Neşet Günal’a Yoksulluğun Resimlerdeki Tasviri yazımda yer vermiştim.) Batılı eleştirmenler Portinari’nin ‘gerçekçiliğine’ övgüde bulunurlar; resimlerinde, ‘zenci’ ve gerçek Brezilya yaşamının ilk kez açıkça gösterildiğini söylerler.
Portinari’nin Brezilya hükümeti tarafından görevlendirilip Birleşmiş Milletler Binası’na asılmak üzere yaptığı iki dev duvar resmi olan Savaş ve Barış, savaşın gidişatını ve evrensel barış hayalini tasvir ediyor. Resimleri incelediğinizde savaşın acısını ve barışın getirdiği huzuru görebiliyorsunuz. Savaş’ta büyük bir yıkımın ve acının halkın üzerindeki etkisi görülürken, Barış resminde ise insanların huzur içinde oynayıp dans ettiği, çocukların mutlu olduğu bir atmosfer tasviri görülüyor.
Portinari 1940’da, Washington’daki Kongre Kütüphanesi müdürü şair Archibald MacLeish’ten bir mektup alır: “Uzun zamandır, Hispanik odamızın girişinde bazı büyük Latin Amerikalı sanatçıların duvar resimlerini sergilemek istedik. Niyetimiz, Hispanic Vakfı’nın hedeflerini ve modern Amerikan sanatına olan derin ilgisini daha da vurgulamaktır. Şimdi, freskler için fon alma umudum var. Sizi bu önemli, zor görev için düşündüğümü bildirmek için yazıyorum. ”
Haziran 1941’de Portinari, Kongre Kütüphanesi’nde çalışmaya başlamak için Washington’a gider.
17 Eylül’de MacLeish, Başkan Vargas’a şunları yazar:
“…Sayın Portinari’ye bu çalışmaları hazırlamayı düşünmesi için yaptığımız davete göstermiş olduğunuz nazik ilgiye ve çok seçkin ressamı ön çizimleri yapmak üzere Washington’a gönderme kararınızdan dolayı teşekkür etmek istiyorum…
…Latin Amerika ülkesi çalışmaları için bu ülkede hızla öne çıkan bir merkez haline gelen Hispanik Vakfımızın duvarlarında bu önemli projelerin başarıya ulaşmasının, dünyanın en büyük, en faydalı meyvelerini vereceğine eminim. Brezilya Birleşik Devletleri ve Kuzey Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere iki büyük cumhuriyetin halkı arasındaki güncel kültürel yakınlaşma çalışması. “
Portinari, uygulayacağı panellerin ilk eskizlerini suluboya olarak yaptı ve resmi organların onayına sunmak için şaire sundu. Kongre Binası Mimarı, sunulan çalışmalara gönülden onay verdiğini ifade etti. Bu vesileyle yapılan konuşmalar kısa dalgalar halinde Brezilya’da yayınlandı. Bunlardan biri, İspanyol Kongre Kütüphanesi Vakfı’nın müdür yardımcısı Robert C. Smith’di: ‘’Portinari’nin Hispanik Vakfı için resimlerdeki sorunu, yalnızca ülkesinin eski tarihini yorumlamak için değil, aynı zamanda Güney ve Orta Amerika’daki diğer topraklara da uygulanabilecek semboller bulmaktı. İlk olarak, toprağın keşfini, İspanya ve Portekiz’den insanları yeni dünyaya getiren gemilerin gelişini seçti. Karakteristik olarak, resmine kaptanlar, amiraller veya Fetih rahipleri değil, filodaki sıradan denizciler hâkimdir …’’
Siyasi Yönü…
Şairlere, yazarlara, gazetecilere, diplomatlara eşlik eden Candido Portinari, ülkenin kültürel ve estetik anlayışında köklü değişimlerin yaşandığı bir çağda Brezilya’nın entelektüel seçkinlerinin bir parçası olur. Bu seçkin grubun falliyetleri aynı zamanda dünyanın sorunlarına ve ülkenin durumuna da yansır. Nazi-Faşizmin tırmanması ve savaşın dehşetinin yanı sıra Brezilya’nın sorunlu geçmişiyle yakın temas, Portinari’nin çalışmalarındaki sosyal mesajların trajik duygusunu güçlendirir ve onu politik aktivizme yöneltir. Komünist Partiye katılır. Meclis ve ardından Senato için seçilme gayretleri başarısız olur. Daha sonra siyasi baskının artmasıyla bir süreliğine Uruguay’da sürgüne gider. Candido Portinari’nin çalışmasının temel teması insanlıktır. Halkın büyük çoğunluğu onu en çok sosyal temalarının gücüyle tanıyordu. Portinari’nin lirik tarafı belki de daha az biliniyordu.
Portinari, en tanınmış Brezilyalı ressam olma iddiasını elinde tuttu ve hala elinde tutuyor – eserleri eleştirmenler, hükümet ve hem kendi ülkesinde hem de yurtdışındaki insanlar tarafından çok seviliyor. Ancak resimleri, dış eleştirilerin öne sürdüğü gibi, sadece siyah ve yoksulların kolayca kavrayan tasvirleri nedeniyle Brezilya kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmedi. Ayrıca, Portinari’nin siyasi katılımı ve çalıştığı siyasi bağlamla derin bağlantıları olan, ulusun tarihinden habersiz olanların kavrayamadığı şekillerde ‘Brezilyalı’dırlar.
1930’lardan itibaren Portinari’nin figürlerindeki boyutlar artmaya başlar. Özellikle büyük eller ve kocaman ayaklar… Portinari mütevazı insanların, ulusu oluşturan insanların hikayesini anlatmak istemişti. Ancak çalışmaları ilk başta kabul edilmedi. Daha önce kasvetli manzaralarıyla ‘Brezilya’nın moralini bozduğu’ eleştirilerini aldığı yerde, şimdi insanlar onun tamamen estetik düzeydeki çalışmalarını anlamıyordu. “Bunun sadece ‘büyük ayak’ resmi olduğunu söylediler.” der Portinari… ‘’Portre boyamada iyi olduğumu söylediler, sadece bir kafa. Ama diğer resimlerimle, insanlar gelip şöyle derdi: “İyi iş, kafa fena değil, ama gerçekten büyük ayakları var.”
Tüm bu eleştirilere rağmen şansı bir tabloyla değişir. Portinari’nin 1935’te yaptığı’Café’si, bir kahve tarlasındaki yaşamı gösteren yoğun bir resimdir; kadın ve erkeklerin çuvallar dolusu kahve çekirdeği taşımalarının ardındaki emek, New York’taki Carnegie Enstitüsü’ndeki Uluslararası Modern Sanat Sergisi’nde aldığı ödülle onursal olarak anılır ve ressam yurtdışında ödül alan ilk Brezilyalı modernist olur.
Yurtdışındaki bu beğeni, Brezilyalı eleştirmenlerin ‘kendi’ ressamlarına bir kez daha bakmalarını sağlar – bu sefer, Portinari’nin yurtdışında ve evinde sunduğu ulusun vizyonunda beğenecek daha fazla şey bulurlar.
Ben özellikle bu resmin özelinde, Portinari’nin, Brezilya köylü işçisinin kahve tarlalarındaki zor çalışma şartlarını tüm dünyaya nasıl duyurmak istediğiyle ilgili bir şeyler söylemek isterim… İnsan figürleri, karakterlerin çalışmak ve toprakla bağlantısını pekiştiren bir kaynak olan ellerin ve ayakların büyük bir şekilde resmedilmesiyle sağlam heykel formları kazanmış.
Resmin tamamına yayılan kahve toplayıcıları beyaz kıyafetleriyle öne çıkıyor. Arka üst perspektifte belki pek alışık olmadığımız bir açıyla kahve ağaçlarının alanının resmetmiş. Hemen öndeki palmiye ağacının üzerindeki çocuk belki ressamın kendisi, belki de izleyiciye tüm resmi yukarıdan izliyormuş hissi veren bir çocuk. Ön tarafta yerde oturan kadın tüm bu koşulların arasında çalışmaktan yorgun düşüp dinlenmeye çekilmiş gibi. Ayaklarındaki tahribat açıkça görülüyor. Çuval taşıyan iki figürün siyahi olduğunu görüyoruz. Soldaki çuval yığının tam önünde ise baskıcı gücün bir sembolü olarak, belinde tabanca kılıfı ile çizmeli bir ustabaşının işçileri yönlendirdiği görülüyor.
Portinari ‘Sosyal sanat anlayışı‘ adlı konuşmasında, bir ressamın teknik olarak iyi olması gerektiğini vurgular- değilse, sanat yaratmak yerine plazada sosyal fikirlerini haykırabilir. Bununla birlikte, ‘bir sanatçının durumu duyarlı bir insan olmaktır’, ‘sanatsal duyarlılık’ ‘kolektif duyarlılığa’ bağlanır. ‘’İnsan adaletsizliği, sefalet, açlıktan ölen çocuklar o kadar yüksek sesle çığlık atıyor ki asla unutulmuyorlar’’ diyen Portinari için sanatsal acı, sanatçı ve ‘insanlar’ arasında var olan bir bağ ile bağlantı kurmasının bir yoluydu.
‘’Picasso beni çarptı.‘’
Yaptığı Avrupa seyahati sırasında Picasso’dan çok etkilenmişti. Aşağıda Picasso’dan etkilenip yarattığı İncil Serisi’nden olan duvar çalışması ‘Son Siper’ için bir röportajda şunları dile getirir:
‘’Son Siper’i yapmak zorundaydım. Yapmasaydım, çok kötü olurdu. Bunu yapmalı ve ne olacağını beklemeliydim. Ya boğulurdum ya da sıçrayabilirdim. ” Reprodüksiyonlardan birini rastgele seçerek ekler: “Olan buydu, sıçradım. … ”
Resimde Picasso’nun etkilerini açıkça görebiliyoruz.
Portinari’nin biraz daha farklı resimlerine bakalım… Aşağıdaki ‘Kırsalda Dans’ adlı resmi henüz 20 yaşındayken yaptığı ve sattığı ilk resmi. Yerel bir grubun çaldığı müzik ve dans eşliğinde sade bir parti. O dönem sanatı pek bilinmeyen Latin Amerika’nın kırsalından dünyaya açılan hoş bir pencere niteliğinde.
Portinari’nin acıyı tasvir ettiği çarpıcı resimlerinden biri, ‘Ölü Çocuk’ tablosu, sanatçının zamanındaki yaygın bir fenomenin en acı verici temsillerinden biri: kırsaldan göç. O zamanlar, susuzluktan derinden etkilenen ülkenin kuzeydoğu kesiminde yaşayan insanların ülkenin diğer tarafında daha iyi yaşam koşulları aramaları yaygındı. Resimde yaşanılan acıyı derinden hissetmek mümkün. Çaresiz ve yoksul bir ailenin göç esnasında kaybettikleri oğullarına duydukları şok edici acı, etkisini izleyiciye tam anlamıyla veriyor. Portinari halkının acısını resimlerinde daima yansıtmaya çalışan bir ressam oldu.
Futbol deyince akla ilk gelen ülkelerden biri Brezilya… Portinari, muhtemelen Brodowski’deki kendi çocukluğunun bir anısını ‘Futbol’ adlı resminde tasvir etmiş.
Portinari müzisyenleri birlikte tasvir ederken, diğer resimlerinde de her birini ayrı ayrı resmetmiş. Halkının kültürünü de çok iyi bir şekilde tanıtmış resimleriyle. ‘Chorinho’ adlı çalışmasında, Kübizmin tarzı üzerindeki derin etkisini şimdiden algılamak mümkün.
Son olarak güzel bir resimle bitireyim ve ‘Âşıklar’ adlı resmini görelim. Parlak mavi ve sarı tonların, topraksı, yeşil, siyah, kırmızı ve beyaz tonlarla iç içe geçtiği hoş bir kompozisyon. Arka planda rüya gibi bir manzara ile birbirini kucaklayan yüzleri belirsiz çifte dolunay eşlik ediyor. Yüzlerinin belirsizliği, çiftin birbirlerine olan sevgisini ve arkadaki muhteşem manzarayı ön plana çıkarmaktaki amaç sanırım. En azından bana yansıyan böyle.
Portinari tüm hayatı boyunca olduğu gibi yaşamının son evrelerinde dramatik sarı boyayı sıklıkla kullandı; ancak boyanın kurşun içerdiğini biliyordu, sonuçta onun etkilerinden ölecekti. Candido Portinari, 6 Şubat 1962’de boyalarıyla zehirlenerek öldü. Geriye Brezilya’nın en tanınmış ressamı olarak, ülkesini ve insanını tüm dünyaya tanıttığı eserlerini bıraktı.
Yazının sonunda Arjantinli sanatçı Mercedes Sosa’nın sesinden Candido Portinari şarkısını dinleyelim…
Kaynaklar:
Café – MnBA – Museu Nacional de Belas Artes
A Portrait of Populism: Candido Portinari (1903 – 1962) – Jessica Sequeira
The life of Candido Portinari – Projeto Portinari — Google Arts & Culture
Portal Portinari – Discovery of the Land
Portal Portinari – The Last Bulwark
The murals at the Library of Congress – Projeto Portinari — Google Arts & Culture
Emin Turan & Candido Portinari | Bir Resim Bir Hikaye | 16. Bölüm