Direnen Somalı ve Ermenekli maden işçileri hepimize nasıl mücadele edilmesi gerektiğini öğretiyor. Sabırla, inatla, akılla örülmüş bir mücadele sürecinin sonunda, Somalı madenciler, 15 Ocak’a kadar taleplerinin karşılanacağı sözünü aldı ve eylemlerini her 15 günde bir meydanlara çıkarak kendilerini hatırlatacaklarını söyleyerek şimdilik sona erdirdi.
Ülkenin dört bir yanında çoban ateşleri gibi yanıp sönen onlarca işçi direnişinin varlığı da “sınıf mücadelesinin” öyle birkaç tuzu kuru liberalin “artık bitti o işler” demesiyle bitmeyeceğinin en önemli göstergelerinden biri oldu.
O yüzden “öyle mi alay komutanı?” herkes için bir mukavemet halkası, birleştirici bir umut oldu.
İşçi sınıfı varsa, sömürü devam ediyorsa, sınıf mücadelesi de vardır!
Umut da sosyalizmdedir!
Türkiye’nin pandemi koşullarında giderek içine kapandığı, siyasal iktidarın muhalefeti sokaktan geri çekilmeye zorladığı, ana muhalefetin de “aman bizi sokağa çekmeye çalışıyorlar, sakın çıkmayalım” hezeyanlarının yanında işçi eylemleri herkes için gerçekten öğretici oldu.
“Daha öncesinde böylesi direnişlere karşı çok ön yargılıydım” diyor Ermenek’te direnen madenci eşlerinden Cansu Yılmaz, “İnsanlar ne yapmaya çalışıyor ne için savaş veriyor anlam veremiyordum. Ama şimdi 76 gündür her şeyi çok iyi anladım ve bu saatten sonra herhangi bir yerde bir direniş görürsem dışarıdan biri olarak mutlaka o direnişçilere her türlü desteği vereceğim.” (Mukavemet, Ermenek Madenci Direnişinin Kadın Yüzleri)
Uzun zamandan beri, sokaklardaki hak arama eylemlerinin görünür ana öznesi, öğrencilerden işçilere geçti desek yeridir. Bu durum aslında üzerinde önemle durulması gereken Türkiye açısından toplumsal mücadeleler tarihinde önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Türkiye solunda uzun yıllar öğrenci eylemlerinin küçük burjuva niteliğine dair yoğun tartışmalar yapılmış, esas olanın işçi sınıfı olduğu üzerine nutuklar atılmış olmasına rağmen, bugün işçi eylemlerinin var olan sol, sosyalist parti ve yapılardan (sosyal medya hariç) yeterince destek görmemesi de bir hayli ilginç. Bu durumu solun/sosyalistlerin kendi varlıklarına odaklanmış olmaları, kendi kontrolleri dışındaki alan ve mücadelelere mesafeli bakmaları ile açıklamak mümkün. Mümkün ama ilerletici ve geliştirici değil.
Ermenek’te Mukavemet’te yer alan maden mühendisi Emel Tunçdemir’in dediği gibi: “Babaları eve gitmediği için çocuklar özlüyor ve babalarını görmeye geliyorlar. Çocuklardan birine, biz burada ne yapıyoruz diye sorduğumuzda “babamın hakkını arıyoruz, bir daha iş kazaları olmasın istiyoruz” diye cevap veriyor. 7 yaşındaki bir çocuk bunu söylüyorsa büyük insanlar neden susuyor?” (Mukavemet, Ermenek Madenci Direnişinin Kadın Yüzleri)
En azından son 30 yılımızı sosyalizm mücadelesi açısından ‘içerde’ “az gittik uz gittik, dere tepe yol gittik, bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gittik” misali geçirmemizden dolayı, geleceğin herhangi bir anında başarıya ulaşacak bir sosyalizm tahayyülü geliştirebilmek belki bir hayli zor.
Sahada işçicilik, siyasette demokratlık sınırlarını bir türlü aşamayınca sosyalist hareketin toplum karşısında alternatif bir güç olarak mevzi kazanması da haliyle güçleşiyor. Sosyalist hareket ülkemiz tarihinin belki de en zayıf dönemini geçiriyor. Ama buna rağmen sosyalizm umudunu canlı tutmak, sosyalist dünya, sosyalist ülke üzerine düşünmek ve mücadele etmek önem kazanıyor.
Mukavemet’in siyasal durum değerlendirmesinde belirttiği gibi “sosyalist bir siyaset merkezinin” inşa edilmesi kiminle nasıl yapılacağından bağımsız olarak önemli bir görev olarak duruyor. (Mukavemet, ABD Seçiminin Ardından Türkiye)
***
Her yanımız, hastalık, savaş, açlık ve zulümken.
Üstelik de Nazım’ın da dediği gibi bu dünyayı
“üzümü, inciri, narı
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla,
duvarsız ve sınırsız,
bir kardeş sofrası gibi” açabilmek mümkünken!
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek için…” mukavemet etmek mümkünken.
“Hayır, hayır” diye bağırmaya başlar hemen hocalar, falcılar, büyücüler, medyumlar, astrologlar, koçlar… Ve bil cümle burjuva siyasetçisi, sanatçısı, felsefecisi hep bir ağızdan “insan yaşadığı sorunlardan kurtulabilir, evet”, “Ama insan, sorunu da çözümü de önce kendinde aramalı.” “Önce insan değişirse, her şey değişir.” “Dünya, kendi özünü düzeltememiş insanlar yüzünden bu halde. Sen de o yüzden bu haldesin, önce kendini düzelt,”
Zira
Kâinat bizim için var,
Gezegenler bizim için dizilmiş.,.
Güneş, her gün bizim için doğup batıyor..,
Rüzgâr bizim için esiyor. Yağmur, kar, dolu… Bizim için yağıyor…
Her şey önceden alnımıza yazılı, bir sınavdayız, fıtrat, kader, kör talih…
İsyan en büyük günah.
Şükretmelisin!
Gündelik hay huy içerisinde dünyamızın kâinatta mavi bir boncuk misali 4,5 milyar yıldan beri dönüp durduğu bazen aklımızdan çıkıyor.
Çoğu zaman, (hatta neredeyse her zaman) Güneş’in, Ay’ın ve sair gezegenlerin milyarlarca yıla uzanan yolculuklarını bizsiz yaptığını da unutuyoruz.
Koca kâinat, bizsiz başladığı yolculuğuna yine (muhtemelen) bizsiz devam edecek.
Şunun şurasında iki arada bir derede, şu uçsuz bucaksız kâinatta misafir, dünyada göçmeniz neticesinde!
Kâinat, varlığımızın etrafına kurulmuş değil, varlığımız kâinatın içinde bir yerde, onun bir parçası. Uçsuz bucaksızlığın içinde hareketli, sürekli değişen, gelişen bir zincirin parçasıyız.
Ekmeğimizi kazanırken, yaşamımızı ve neslimizi sürdürmeye çalışırken, şu ölümlü dünyada hak ettiğimiz saygıyı görmek, insana yaraşır koşullarda varlığımızı devam ettirmek ve emeğimizin karşılığını almaktır gayemiz.
İnsanlığın kısacık tarihi de zaten daha iyiye, daha güzele ulaşmak için yürütülen bu mücadelelerin tarihidir aynı zamanda.
Haksızlığa, zorbalığa, sömürüye karşı insanlığın ortak mücadelesi binlerce yıldan beri devam ediyor.
Eşitlik, özgürlük ve adalet için
Kölelerin köle sahiplerine,
Köylülerin efendilerine,
İşçilerin de patronlara karşı mukavemeti insanlığın kurtuluşunun yolunu gösteriyor.
Cüneyt Akman’ın dediği gibi “Evet, gereken mukavemettir… Tamam, ama bunun için “mukavim” olmak gerekir, yani dayanıklı, kolay kırılmayan cinsten…” (Mukavemet, Mukavemet İstiyorsak Önce Mukavim Olalım, Cüneyt Akman)
Bugün, hastalıkta sağlıkta, savaşta barışta insan hayatının sudan ucuz olduğu, peynir ekmek gibi alınıp satıldığı, emeğin değersizleştiği, insan onur ve haysiyetinin ayaklar altına alındığı karanlık günlerde, büyük umudumuz SOSYALİZM YOLUMUZU AYDINLATMAYA DEVAM EDİYOR!
Herşeyin kötü gittiğini düşündüğümüz bir anda Somalı madenciler ile birlikte mukavemet eden Kamile Çiftçi’nin de dediği gibi:
“Bir avuç insan ne yapabilir ki diye soranlara o bir avuç insan en güzel ve anlamlı cevabı verdi. El ele omuz omuza, yan yana. Yol nasıl yürünür? İşte böyle, el ele tutuşur yol olursun.” (Mukavemet, Somanın Direnen Kadınları Anlatıyor)
İnsanlığın kâinattaki bu kısa varlığını şereflendirecek yegâne şey de odur!