“Buyruk” ve Tahtacı Türkmen Alevîleri

“Buyruk” ve Tahtacı Türkmen Alevîleri kitapları üzerine: “Alevî/Kızılbaş toplumunun bas-kın ve dahi baskıcı bir âlem içinde kendi âlemlerinin varoluş hissini ve bunun ardındaki de-vasa mücadele dolu tarihi, kültürel ve felsefi birikimi tecrübe etmemi sağladı”

Alevîlik üzerine okuduğum ilk kitaplardan biri ve herhalde o dönem için en derli toplusu İréne Mélikoff’un Uyur İdik Uyardılar / Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmalar kitabıydı. Doksanlı yılların başlarında okuduğum bu kitabı o güne dek Alevîlik hakkında ne denli az şey bildiğimi ve bildiklerimin de çoğunun yanlış olduğunu şaşarak okuduğumu hatırlıyorum -ki günümüzle kıyaslarsak o kitabın da ne kadar yetersiz olduğu ortada. Nihayetinde o kitap, Mélikoff’un değişik zamanlarda yazdığı makalelerden derlenmiş bir kitaptı ve bence misyonunu başarıyla tamamladı. O zaman düşünmüştüm, siyasetin gündeminden düşmeyen Alevîler ve Alevîlik hakkında neden bu kadar az bilgi var ve bunların pek çoğu da kulaktan dolma, diye. Neyse ki o günden bu yana köprünün altından çok sular aktı, Alevîlik/Kızılbaşlık hakkında gerek akademik düzeyde gerek popüler pek çok kitap yayımlandı. Yapılan akademik çalışmalarla Alevîlik/Kızılbaşlığın tarihi, dini, kültürel birikimi ve literatürü hakkında şimdi eskisinden çok daha fazla ve doğru bilgiye ulaşabiliyoruz. Yapılan alan çalışmalarının kitaplaşmasıyla da Alevî/Kızılbaş toplumunun yapısı, kültürel ve dini ritüelleri ile ilgili daha fazla bilgiye sahibiz. Gerçi aşağıda bahsedeceğimiz kitabındaki önsözünde Rıza Yıldırım’ın da belirttiği gibi hâlâ aşılamamış sorunların olduğu anlaşılıyor: Kimlik siyasetinin yapılan çalışmaları gölgelemesi, geçmiş yazarlar tarafından yapılmış bugünkü araştırmaları etkileyen spekülatif yaklaşımlar, tarih yazımı konusunda eksiklikler ve belki en önemlisi hakiki Alevî/Kızılbaş kaynaklarına ulaşımın zorluğu ve ilginin yetersizliği…

Burada, bu bağlamda son zamanlarda yayımlanmış iki kitaptan söz etmek istiyorum. Bunlardan ilki daha önce de benzer konularda kitaplar kaleme almış araştırmacı yazar Rıza Yıldırım’ın tarihsel ve toplumsal arka planıyla birlikte, edisyon–kritik olarak yayıma hazırladığı Menâkıb-ı Evliyâ (Buyruk), diğeri ise tamamı alan araştırmalarına dayanan Tahtacı Türkmenleri üzerine Amed Gökçen, Zeynep Altop ve Bade N. Çayır’ın birlikte hazırladığı Kaz Dağları’ndan Toroslara, Tahtacı Türkmen Alevîleri adlı kitap.

Geçen aylarda, 2020’nin sonlarında yayımlanan bu iki kitabı eş zamanlı olarak okudum. Eminim ki Türkiye’deki sosyal oluşumun en önemli yapı taşlarından biri olan Alevî/Kızılbaş toplumunun/düşüncesinin neliği hakkında benim gibi daha derin ve doğru bilgi sahibi olmak isteyenlerin gözünden kaçmamıştır bu kitaplar.

Menâkıb-ı Evliyâ (Buyruk), kanımca, Alevî/Kızılbaş topluluğu ve inancı üzerine derli toplu ve benzerlerinden, hem kaynaklara derinlemesine bir bakış içermesi hem de akademik bir titizlikle ele alınması açısından farklılaşan bir kitap. Bu yüzden de pek çok araştırmacının düştüğü “güncel kimlik siyasetinin” tuzağına düşmeden, Alevî/Kızılbaş toplumunun gelişim evrelerini ve daha da önemlisi “kutsal” kitapları Buyruk’u, spekülatif olmayan tarihsel bir perspektifle sunması çok değerli. Aynı şekilde, yazarın, pek çok elyazması üzerinde çalışmalar yaparak Buyruk’un ilk kez edisyon-kritik bir metnini hazırlaması da öyle. Bu ve benzer çalışmaların, daha çok anonim ve geleneksel bir sözlü geleneğe dayanan Alevîlik/Kızılbaşlık inanç bilgi ve değerlerinin kayıt altına alınması ve sonraki nesillere bu yolla aktarılması açısından da önemli olduğu ortada.

Kitabın daha önceki Buyruk baskılarından farkı, ilk kez “elliden fazla buyruk yazması üzerinde yapılan incelemeler” dikkate alınarak kaleme alınması olmuş. Yazara göre, “Buyruklar üzerine şu ana kadar yapılan çalışmalar” ise “birkaç yazma ile sınırlı olup varılan sonuçlar bu yazmalara ve 1958’den bu yana yayınlanan amatör buyruk yayınlarına dayanmaktadır.” Yazar, bu saptamasından yola çıkarak bu çalışmaların, “buyruk türüne kapsamlı bir bakış geliştirmek için gerekli bilgi ve kaynak temelinden yoksun,” olduğunu belirtiyor.

Yazar, kendi hazırladığı Buyruk’un Safevî kaynaklarından söz ederek, ikinci kitaba değinirken üzerinde duracağımız Tahtacı Alevîlerinin elinde bulunan ve günümüze dek asıl olarak bu konudaki akademik çalışmalara kaynaklık etmiş “Tahtacı Buyruğu” adı ile ünlenmiş “yazma”nın yerel motiflerle yani “Tahtacılara has birtakım inanç ve uygulamalara göre uyarlanmış bir metin,” içerdiğini ve bu metinden Safevî izlerinin silindiğini aktarıyor. Kendi çalışması ise, “Safevîleri ötekileştirerek Alevî tarihinin dışına iten anlayışa eleştirel yaklaşmakta, Safevî ve Osmanlı bölgelerinde yaşayan Kızılbaşların tamamını aynı bütünün parçaları olarak değerlendirmektedir.”

Elimizdeki kitabı önemli kılan bir başka konu, Buyruk’un dolayısıyla Alevî/Kızılbaş toplumunun tarihsel arka planını anlaşılır bir şekilde ele almasıdır ki bunu kendi okumalarım açısından önemli buluyorum. Zira Alevî kültürünü ve dinini eski Türk geleneklerine bağlayan ve asıl vurguyu buraya yapan görüşlere hep şüpheyle yaklaşmışımdır. Şüphesiz eski Türk gelenek ve göreneklerinin farklı Türk toplumları içinde kısmen de olsa izleri vardır ancak Alevîlerin dini ritüellerinin kaynağını burada aramayı oldum olası eksik bulmuşumdur. Bu kitaptan özümseyerek öğrendiğimiz ise şudur: Türkler bilindiği gibi Müslüman olduktan sonra Sünni İslam geleneği içinde yer aldılar. Ancak Sünni Şeriat hukuku ile “bağımsız hareket eden ve asıl olarak kendi törelerine göre örgütlenen” bir grup olmaları bir çelişki olarak ortaya çıktı. Yazara göre, “Asya’dan göç eden Türkmen aşiretlerinin askeri-siyasi yönetici bir elit olarak İslam dünyasına girmesi ve yerleşik halktan ayrı bir toplumsal sınıf oluşturması” bu dönemin ayırt edici özelliklerinden biridir. Belirleyici olansa bunların Sünni şeriat hukuk düzenine tam olarak entegre olmaması ve tam tersi töre hukukunu örgütlenmelerinin temeli yapması olmuştur. Yazar tam burada, “tasavvufun işlevsellik, kazandığını ve bu kitlelerin İslam’la bağını tasavvuf üzerinden kurduğunu,” anlatıyor. On üçüncü ve on beşinci yüzyıllar arasında Türkmenler arasında bu anlayış gelişiyor. Kitap, bu süreci konar-göçer Türkmenler ile Safevî Tarikatının, daha sonra devletinin (1501-1736) buluşmasına, burada askeri ve yönetim aparatlarında güç kazanmasına ve daha sonra da güçten düşüp marjinalleştiği on yedinci yüzyılın sonlarına kadar izliyor. Bu sürecin Alevîlik/Kızılbaşlık dindarlığının oluşumunda ve gelişmesinde temel etken olduğu anlaşılıyor. Aşağıda kısaca tanıtmaya çalışacağımız kitabın yazarlarının, Tahtacı Alevî toplumu için dediğini belki de bütün Türkmen Alevileri için genelleştirebiliriz: “Her ne kadar Alevî üst başlığı ile tanımlanıyor olsalar da bu topluluğun esas dayanaklarını belirleyen ‘sır’ ne tek başına Alevî inancına ne de Türkmen kültürüne aittir. Tahtacı inancı Türkmen ve göçmen bir topluluk kültürü içinde inşa edilen Alevîliğin resmidir.”

Yukarıdaki alıntıyı yaptığımız, Kaz Dağları’ndan Toroslara, Tahtacı Türkmen Alevîleri Türkiye’de benzerine pek sık rastlanmayan çalışmalardan biri. Kitabın yazarlarından Amed Gökçen’i yıllar önce henüz o daha çok gençken Diyarbakır’da tanımış, aile evine de bir günlüğüne konuk olmuştum. Sonra onun İstanbul’a gelip Bilgi Üniversitesi’nde okurken Ezidiler üzerine yaptığı çalışmaları ilgiyle izledim. Amed’in, Ezidiler üzerinden geliştirdiği bu antropolojik çabalarını, ortaklaştığı yazarlar Zeynep Altop ve Bade N. Çayır’la birlikte Tahtacı Alevî toplumuna yöneltmesini çok önemsediğimi belirtmeliyim. Tahtacı Alevîleri üzerine bugüne dek yapılmış bazı çalışmaların olduğunu biliyorum ancak bu denli kapsamlı bir çalışma olduğunu da sanmıyorum. Üç yazar 2015 yılından başlayarak Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Aydın, Manisa, Muğla, Denizli, Burdur, Antalya ve Mersin’de sürdürdükleri antropolojik çalışmaların bulgularına dayandırdıkları kitaplarında, Tahtacı olmanın esaslarından başlayarak, cem törenlerine ve diğer kültürel ritüellere; dini zorunluluklardan toplum ve birey ilişkilerine kadar Tahtacı Alevîliğinin bütün esaslarını ve pratiklerini gözleme dayalı olarak aktarıyorlar. Bu çalışmanın önemi genel olarak Alevî/Kızılbaş toplumunun özelde ise Tahtacıların kendilerinden olmayan birilerine kendilerini bu denli açmalarıdır diye düşünüyorum. Zira genelde Alevî topluluklarının özelde ise Tahtacıların, onlara her daim kuşkuyla yaklaşan egemen ahlak ve din anlayışının hegemonyası altında kendilerini var etmek için gizliliği esas aldığı biliniyor. Bu durumu, yazarların büyük gayretlerinin bir sonucu ve onlara önyargısız yaklaşmış olmalarının bir karşılığı olarak gördüğüm kadar, günümüze dek kapalı kalmayı tercih etmiş bir topluluğun kendini anlatma, tanıtma gayretlerinin bir parçası olarak da okuyorum.

Bu kitabı eşsiz kılan şeyin sadece bu olduğunu düşünürsek hata etmiş oluruz. Kitap, Tahtacı/Alevî toplumunun ve dindarlığının temel dayanaklarından olan semah, nefes, düvâzimam, gülbengi, ağıt ve dualarını bir bütün halinde sunarak da bir ilki başarıyor. Ayrıca bunların yerinde yapılan kayıtlarla dijital ses arşivinin oluşturulması ve altlarına yerleştirilen barkodlar okutularak dinleniyor olabilmesi de takdire şayan bir çalışma olmuş. Bütün bu zahmetleri ve kitaba bir önsöz yazmış olan Aydın Uğur’un söylediği gibi, “Modern yaşam denilen şu acımasız çarkın öğütüp yok etmek üzere olduğu bir kültürel zenginliği insanlığın hafızasına emanet ettikleri,” için üç yazara ne kadar teşekkür etsek azdır.

Başta bu iki kitabı eşzamanlı olarak okuduğumdan söz etmiştim. Bu okuma bana her şeyden önce Türkiye toplumsal yapısının en önemli parçalarından biri olan Alevî/Kızılbaş toplumunun baskın ve dahi baskıcı bir âlem içinde kendi âlemlerinin varoluş hissini ve bunun ardındaki devasa mücadele dolu tarihi, kültürel ve felsefi birikimi tecrübe etmemi sağladı. Teorik yapıyla ve esaslarla pratik ritüellerin arasındaki kopmaz birliği görmek de eşsiz değerde bir deneyimdi.

 

Rıza Yıldırım, Menâkıb-ı Evliyâ (Buyruk), Tarihsel Arka Plan, Metin Analizi, Edisyon-Kritik Metin, YKY, İstanbul, 2020

Amed Gökçen, Zeynep Altop, Bade N. Çayır, Kaz Dağları’ndan Toroslara, Tahtacı Türkmen Alevîleri, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2020

Bir Cevap Yazın

[td_block_social_counter style="style8 td-social-boxed td-social-font-icons" twitter="hasaanoztoprak" tdc_css="eyJhbGwiOnsibWFyZ2luLWJvdHRvbSI6IjMwIiwiZGlzcGxheSI6IiJ9fQ==" open_in_new_window="y" block_template_id="td_block_template_1" facebook="hasan.oztoprak" manual_count_facebook="3255" manual_count_twitter="302" instagram="hasanoztoprak" manual_count_instagram="576"]