Bu haftaki yazımda görsel sanatlara yansıyan bulaşıcı çocuk hastalıklarının farklı ressamların tablolarındaki görünümlerine ve hikâyelerine değineceğim. Bu çalışmalar hastalıkların temsili olarak görsel anlamda da tanıklığı sayılabilir. Tıp tarihi açısından bakıldığında paha biçilemez birer belge niteliğindedirler. Hastalıklar, sanatın ve dolayısıyla insanlık tarihinin bir parçasıdır. Antik uygarlıklardan modern zamanlara kadar resimlere konu olmuştur. Böylece sanat, bu patolojiler ve bunların popülasyon üzerindeki etkileri ve doktorların eylemleri açısından da tarihsel bir kaynak oluşturmuştur. Bazı çocukluk çağı bulaşıcı hastalıkları resimlerde, eserin bilgisi sayesinde çocuğun, ailesinin ve toplumun hastalığa karşı mücadelesini, acı ve ölümü anlatan görsel tanıklıklardır. Çocuk ve bebek ölüm oranları tarih boyunca şu şekilde açıklanmıştır: İlahi takdir, kalıtım, iklimsel ve coğrafi farklılıklar, düşük yaşam koşulları, ebeveynlerin sorumsuzluğu (Bir şarlatanın tedavisine başvurma) Ayrıca hastalar hastalıklarından dolayı damgalanmış ve suçlanmıştır. Bilimin ilerlemesiyle birlikte ortaya çıkan yeni tedaviler ve özellikle aşılar ile birlikte bu hastalıklar büyük oranda ya ortadan kalkmıştır, ya da başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Etkili aşılama oranları sayesinde ise toplumdaki bulaşıcılığı önlenmiştir.
Yazıda tüberküloz, difteri, çocuk felci, kızamık, çiçek hastalığı ve sifiliz (frengi) gibi pediatrik patolojileri, resimler ve ressamlarının bu hastalıklarla ilişkisiyle birlikte incelemeye çalıştım.
TÜBERKÜLOZ
Bu hastalık, yavaş ve kesin ölümlerle yıkıcı etkilere neden oldu. 19. Yüzyılda “beyaz veba” olarak adlandırılıyordu. O zamanlar tehdit eden kalıtsal bir hastalık olarak kabul edildi. 1865’te Fransız Doktor Jean-Antoine Villemin deneylerine tüberkülozun bulaşıcı bir hastalık olduğunu göstermek için başladı. Birkaç yıl sonra Alman Robert Koch, Mycobacterium tuberculosis’i nedensel patojen olarak tanımladı (1882). 20. yüzyılda, Albert Calmette ve Camille Guérin tüberküloza karşı aşıyı geliştirdi (1921) Ancak, gerçek devrim 1952 isoniazid’in gelişmesiyle birlikte tüberkülozu çoğu durumda tedavi edilebilir bir hastalık yaptı.
Christian Krohg’un ‘Sick Girl’ü (Hasta Kız), modern endüstriyel toplumun karanlık karnını betimleyen sosyal açıdan polemik bir tablo olarak yorumlandı. Ancak resim sanat tarihçisi Jens Thiis tarafından kısa ve öz bir şekilde ele alındığı gibi, varoluşsal bir temanın üzücü bir tasviridir de: ‘’Gözlerinde hasta bir hayvanı anımsatan bir şey olsa bile, bu hasta çocukla karşılaşıyorsunuz ve onu kendi çocuğunuzmuş gibi düşünüyorsunuz. Sabırla ve şikayetsizce, sizi büyülüyorlar ve onun hayvansı canlılığının amansız bir şekilde ölüm tarafından tüketildiğini görmenin acısını hissederken belirsiz bir keder duygusuna kapılıyorsunuz.’’
Resimdeki nötr çevre ve basit giysiler, görüntüyü zaman ve mekandan ayırır ve dikkatimizi psikolojik içeriğe odaklar. Ölmekte olan kız, izleyicilerin neredeyse kendisiyle aynı odadaymış gibi hissetmelerini sağlayarak, ağır bir şekilde ön planda. Acımasız bir gerçekle karşı karşıyayız, ancak kızın kendisi hiçbir üzüntü ya da umutsuzluk ifade etmiyor. Krohg, gerçekçi resim ideallerine bağlı kaldı ve nadiren sembol kullandı; ancak bu resimde kızın kucağındaki solan gül, geçiciliğin açık bir sembolüdür. Krohg’un tablosundaki modelin kim olduğunu bilmiyoruz, ancak kız kardeşi Nana’nın 1868’deki hastalığı ve ölümünün anısının çok önemli bir zemin olduğuna inanmak için nedenler vardır. Krohg, küçük yaşta hem bir kız kardeşini hem de annesini kaybettiği için Edvard Munch ile aynı kaderi paylaştı ve Krohg’ın Sick Girl’ü, Munch’ın The Sick Child (1886) resmine ilham kaynağı olmuş olabilir.
Edvard Munch, bu hasta yatağı sahnesi için basit bir kompozisyon kullanarak ana görüntüyü merkeze ve resimsel alanın önüne yerleştirmiş. Ayrıntıların azlığı, kızın kafasının beyaz yastığa dayanması, kadının boynunun bükülmesi ve ikisi arasındaki temas noktası gibi belli başlı unsurları vurgulamayı amaçlamış. Edvard Munch’ın çığır açan eseri olarak selamlanan ‘Hasta Çocuk’ , daha kişisel, etkileyici ve duygusal yüklü bir sanat biçimine dönüşünü belli ediyor. Tablo genellikle Munch’ın 1877’de kendisinden bir yaş büyük ablası Sophie’yi 15 yaşında iken tüberkülozdan kaybetmesiyle bağlantılı olarak görülüyor. Munch henüz 5 yaşındayken annesini de aynı hastalıktan kaybetmişti. Gerçeklikleri görüldüğü gibi değil, kendi iç yansımasının dışavurumu olarak resmetmeyi seçmişti sanatçı. Hayatının erken dönemlerinde yaşadığı bu acılar onu besbelli ki ölüm, acı, kaygı ve melankoli temalı resimler yapmaya itmişti. Şu sözlerinden de bunu anlayabiliriz:
“Artık okuyan erkeklerle yün ören kadınların bulunduğu iç mekânlar yapmaktan vazgeçmeliyiz. Soluk alıp veren, hisseden, acı çeken ve seven canlı varlıklar olmaları gerekir. Bir dizi böyle resim yapacağım; insanlar bunların kutsal niteliğini kavrayacaklar ve sanki kilisedelermişcesine bunların karşısında şapkalarını çıkartacaklar.”
“Hastalık ve ölüm ruhsal yaşantımı etkilediği gibi sanatımın da temellerini oluşturur.”
“Hafızamdan çocukluğumun izlenimlerini çiziyorum”
“ ‘Hasta Kız’ benim için işimde çığır açan bir ara oldu. Çoğu sonraki işlerim varlığını bu tabloya borçludur”
Ölen çocuklar ayrıca dönemin sanatçıları arasında da ortak bir konuydu.
Resmin tarzı, onu Munch’ın çağdaşlarının tercih ettiği daha doğal aydınlatmalı, gerçeğe yakın gerçekçilikten ayırıyor. Kalın boya katmanları, ince, damlayan çizgilerle, pastoz fırça darbeleriyle, çizik ve sıyrıklarla dönüşümlü olarak değişir. Çalışma uzun bir sürede yaratılmış. Resmin fiziksel yüzeyi dikkati kendine çekiyor; sanki Munch, yaratıcı sürecin tam ortasında çalışmayı bırakmış gibi. Munch, kendisini “bitmemiş” sanat eserinin ustası olarak bu resimle gözler önüne sermişti.
Model, Munch’ın, kardeşinin kırık bacağını tedavi etmek için doktor olan babasına eşlik ederken perişan halde oturduğunu gözlemlediği genç bir kızdı.
‘Hasta Çocuk’ ilk kez 1886’da Sonbahar Sergisi’nde ‘Etüt’ başlığı altında gösterildi ve sıra dışı formuyla resim hem öfke hem de beğeni ile karşılandı. Bu “skandal bir başarı” oldu ve o zamandan beri Munch’ın en çok bilinen ve en çok tartışılan eserlerinden biri olmaya devam ediyor. Munch daha sonra bu sahnenin beş versiyonunu daha çizdi.
DİFTERİ
Tarih boyunca difteri salgınları meydana gelmiştir. Harmann Schedel, Nuremberg Chronicle’da 1492 salgınının özelliklerini özetleyen ilk geçerli açıklamayı yazdı. İspanya, Valladolid’de bir tıp profesörü olan Luis Mercado, (1532-1611) difterinin bulaşıcı olduğunu düşünen muhtemelen ilk kişiydi. İspanya, Granada’da bir tıp profesörü olan Juan de Soto, İspanya’daki korkunç 1613 salgınına “el año del [yılı] garrotillo.” olarak atıfta bulunan bir inceleme yazdı. İspanyol difterisi genellikle garrotillo olarak anılır; kurbanı halat veya metal telle boğmak için kullanılan bir infaz cihazı olan ‘garrotillo’ olarak adlandırılır. Difteri semptomları hafif ila şiddetli arasında değişir. Solunum sistemi enfeksiyonunda “psödomembran” (yalancı zar) şeklinde birikerek sağlıklı dokulara zarar verir. Difteri ayrıca boyundaki bezlerin şişmesine neden olabilir ve bu bazen boğa boynu olarak adlandırılır. Difteri, tedavi edilmediğinde, üst solunum yollarının bu yalancı zar tarafından tıkanması nedeniyle ölüme yol açar, dolayısıyla İspanyolca’da garrotillo (küçük boğulma) adı ile de geçer. Francisco de Goya’nın resimlerinden biri olan ‘El Garrotillo’ ateşle aydınlatılmış karanlık bir iç mekânı ve genç bir çocuğu zapt eden adamı gösteriyor. Goya’nın bu tablosunda adam bir eliyle çocuğun boynunu tutuyor ve diğeriyle ağzını inceliyor. Belki adam zarı çıkarmaya çalışıyor ya da belki dokuyu kotorize etmek (dağlamak) için ateşte ısınmış olabilecek bir alet tutuyordur. Çocuğun gözlerinde hareketin ne kadar rahatsız edici olduğu gözlemlenebiliyor. Goya’nın El Garrotillo tablosunda adamın yaptığı gibi; çocukların yavaş yavaş boğulduğunu görmek korkunç olmalı ve birçok insan muhtemelen parmaklarıyla veya bir aletle yalancı zarları kaldırarak hava yollarını temizlemeye çalışmıştı.
‘Entübe’ adlı resmin sanatçısı, 31 Ocak 1865’te Paris’te doğan Georges-Alexandre Chicotot, yenilikçi tıbbi eylemleri temsil eden resimsel prodüksiyonlarıyla Yirminci Yüzyılın başlangıcına damgasını vuran Fransız ressam, doktor ve radyologdur. 1921’de X ışınlarına aşırı maruz kalma nedeniyle radyodermatit nedeniyle öldü.
Bu resimde enfeksiyon hastalıkları uzmanı, tıkanıklığı atlatmak için bir tüp yerleştirerek trakeostomiden kaçınmaktadır. Bu çocuğun hayatını kurtaracak olan bu yeni tekniği izleyen, ilgilenen hekimler tarafından dikkatle gözlemlenir.
Tüp, doğrudan tedavi etmez, ancak tedavinin etkili olmasını beklerken hava yollarının acilen temizlenmesine izin verir. Georges Chicotot’un bu resmi, kanseri röntgenle tedavi etmeye yönelik ilk girişimler gibi, her şeyden önce, 20. yüzyılın başında tıbbın durumuna gerçek bir tanıklık etmeyi arzuluyor. Sokak kıyafetleri üzerine önlük giyen stajyerler operasyonu dikkatle izliyorlar. Merkezde doktor, bir hemşirenin tuttuğu çocuğa tüpü uyguluyor. Sağda, bir stajyer Doktor Emile Roux tarafından 1894 yılında geliştirilen ve çocuğun hayatının kalıcı olarak kurtarılmasını sağlayacak anti-difteri serumu hazırlıyor. Entübe trakeotomiye (cerrahi bir müdahale) bir alternatifti, daha sonra Doktor Armand Trousseau tarafından uygulandı, ancak birçok sonucu nedeniyle tıp mesleğinde tartışıldı.
ÇOCUK FELCİ
Genellikle yaz ve sonbahar aylarında küçük yerel salgınlar biçiminde ortaya çıkan çocuk felci, 40 °C’yi bulan yüksek ateş, şiddetli baş ağrıları, bulantılar ve sırt ağrılarıyla başlar. 4-5 gün sonra kasları iki yanlı, ama bakışımsız olarak etkileyen gevşek felç yerleşir, 2-3 hafta sonra, bazı kaslar bütünüyle normale döner, bir bölümüyse hiç düzelmez.
Virüs, hastaların çıkardığı dışkı yoluyla yayıldığı için, çevre sağlığı koşullarına dikkat edilmeyen çağlarda büyük salgınlara yol açmış, koşullar düzeltilince, daha çok çocukları etkilemeye (adı buradan kaynaklanır) başlamış, ağız yolundan verilen aşı uygulamasının yaygınlaşmasıyla, büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Hastalık 1840 ile 1950’li yıllar arasında dünya çapında salgınlara neden olmaktaydı.
1899’da ressam Joaquin Sorolla, ‘Hüzünlü Miras’ı resmetti. Görme ve bedensel engelli, akıl hastası ve cüzzamlı çocuklar arasında çarpıcı bir gerçekçilikle, resmin merkezinde çocuk felcinin çarptığı çıplak bedenleri gösteriyor ki; çocuklar San Juan de Dios Hastanesi rahibinin yardımıyla ve büyük güçlükle suya girmeye çalışıyorlar. Sorolla resmi nasıl yaptığına ilişkin gözlem ve duygularını şu sözleriyle ifade etmiş:
‘‘Bir sabah, uzaktan deniz kenarında, tek bir rahip ile bir grup çıplak çocuk gördüğümde Valensiyalı balıkçıların çizimini yapmakla meşguldüm. Onlar San Juan de Dios Hastanesi’nden çocuklardı. Toplumun en üzücü katmanı; görme engelli, akıl hastası, bedensel engelli ya da cüzzamlı. Bu talihsizlerin varlığının üzerimde acı bir etki yarattığını söylemeye gerek yok. Anı kaçırmadım ve hastane müdüründen gerekli izni aldım.’’
Gerçekten de konudan o kadar etkilendi ki, büyük ölçekli kompozisyonu bitirmekte zorlandı. Ve 1900 sergisi için Paris’e gönderdikten sonra bile endişelenmeye devam etti: ‘’Onu ruhumla boyadım ama çok kişisel olduğu için anlaşılmayacağından korkuyorum. Bu ‘Hüzünlü Miras’ benim kâbusum ve korkum… Bunu yaptım çünkü sahnenin gücünden etkilendim. Çok güzel ve çok üzücüydü… ‘’ (Pedro Gil Moreno de Mora’ya mektup, 15 Şubat 1900, Facundo Tomás ve diğerleri, Epistolarios de Joaquín Sorolla, cilt II, Barselona, 2008, s. 133).
Elbette Sorolla’nın endişeleri temelsizdi ve Paris sergisindeki eşsiz eleştirel başarısının ardından, resim, 1901’de Madrid’deki Ulusal Güzel Sanatlar Sergisi’nde en yüksek ödülü aldı. Bu resmi onun kariyerinde bir dönüm noktasıydı. Tılsımlı çalışmanın en az üçünü sanatçı arkadaşlarına ve tanıdıklarına hediye olarak sundu: 1903’te John Singer Sargent’e, 1906’da William Merit Chase’e ve aynı yıl içinde Laparra’ya verdi.
ÇOCUKLARDA FRENGİ
1897 tarihli ‘Miras’ tablosunun motifi, Munch’un Paris’te bir hastanede yaşadığı bir deneyime dayanmaktadır. Edvard Munch’ın hayatı yukarıda da belirttiğim gibi, insanlık trajedisine damgasını vurdu; bu resim de onun hayatındaki üzücü anılarından birini yansıtıyor.
Çocuğa, ebeveynden çocuğa geçebilen ölümcül bir zührevi hastalık olan frengi bulaşmış. Munch ağlayan kadını kucağında çıplak bir çocukla canlandırdı. Bank ve duvardaki uyarılar bize onun bekleme odasında olduğunu söylüyor.
Küçük çocuğun vücudu anormal derecede büyük bir kafa, ince uzuvlar ve göğsünde kırmızı bir kızarıklıkla tasvir edilmiş. Frengi ile doğan çocuklarda genellikle döküntüler ve deforme vücutlar gibi spesifik semptomlar vardı.
Kadının elbisesinin üzerindeki desen, ölümün sembolü olan düşen yaprakları temsil ediyor.
Bu resimdeki renklerin kullanımı da semboliktir. Renklerin kompozisyonu -kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz, 1893’teki ‘Hasta Odasındaki Ölüm’ tablosunda olduğu gibi, hastalık ve ölüm temalı birkaç resimde yeniden ortaya çıkıyor.
Anne-çocuk motifinin geleneksel Meryem ve İsa Mesih tasvirleriyle güçlü ilişkileri vardır.
Resim, Munch’un döneminde güçlü tepkilere neden oldu. Çünkü cinsel yolla bulaşan bu hastalık, tabu bir konuydu ve bundan muzdarip olanlar (çocuklar dâhil) toplum tarafından hızla damgalanıyordu.
Munch, cinsellik, zührevi hastalıklar ve hatta fuhuş gibi bir dizi tabuya cesurca değindi ve bu resimle uygun görülen sınırların ötesine geçti.
KIZAMIK, ÇİÇEK, SU ÇİÇEĞİ ve KIZIL
Kızamık, morbidite ve mortalitesi (hastalığa yakalanma hali ve ölüm) oldukça yüksek olan sistemik çocukluk çağı enfeksiyonudur. Özellikle kış ve ilkbahar aylarında görülen kızamık hastalığı, aşının kullanıma girmesinden önce her 2-4 yılda bir epidemiler yapmakta ve en çok 5-9 yaş grubunu etkilemekteydi. Aşının yaygın olarak kullanılmasından sonra, hastalığın görülme sıklığında %95’lik bir azalma olmuştur. Hastalık insidansı tüm yaş gruplarında azalırken, 1980 yılından sonra özellikle 10-19 yaş grubunda artış gözlenmiştir. Aşılama programları ile her yıl 90 milyon kızamık olgusunun ve 1.54 milyon kızamığa bağlı mortalitenin önlendiği düşünülmektedir. Yaygın aşılama programlarında ve %78’e ulaşan aşılama oranlarına karşın halen dünyada her yıl 45 milyon kızamık olgusu görülmekte ve 1.19 milyon çocuk kızamık nedeniyle ölmektedir. (TTB Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi)
Binlerce yıldır insanlık, enfekte ettiği her 10 kişiden yaklaşık 3’ünü öldüren dünyanın en ölümcül hastalıklarından biri olan çiçek hastalığından korktu. En eski belgelenmiş vakalardan biri, MÖ 3. yüzyılda bir Mısır mumyasında bulundu. Asya, Afrika ve Avrupa’daki kültürlerin tümü, çiçek hastalığından muzdarip insanların yüzyıllar öncesine dayanan tarihi kayıtlar içerir. Erken tıp literatüründe yüksek ateş, ağrı ve vücudu kaplayan püstüllerin tanımları çoktur. Hayatta kalanlar genellikle yara izi nedeniyle şekilsel bozukluğa uğradı, kabarcıkların gözlerinin yakınında oluşmuş olduğu durumlarda bazıları kör oldular.
Şilili ressam ve sanat eleştirmeni Pedro Lira’nın bu resminde yoksulluk ortamı, bakım veren iki kadın ve hasta bir çocuk var… Kadınlardan biri muhtemelen bir tür doğal ev ilacını bir fincana boşaltıyor, diğeri ise yüzünde açık bir endişe ile hasta çocuğu kucağında tutuyor. Bu çocuğun mustarip olup olmadığı kesin olmasa da büyük olasılıkla bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış gibi görünüyor.
Bu gravürdeki çocuklarda karakteristik kabarık ve kızarık döküntüler mevcut. Soldaki çocuk kızamık, ortadaki kızıl ve sağdaki suçiçeği hastasıdır.
AŞILAMA ÜZERİNE
Aşılamanın en eski yazılı kanıtı, 16. yüzyılın ortalarına ait yazılardan kaynaklanmaktadır. Doktor Wan Chhüan tarafından 1549’da yazılan Kızamık ve Çiçek Hastalığı Üzerine başlıklı tıbbi bir tez, sağlıklı hastalara “çiçek hastalığını nakletmeyi” anlatıyor. Ama tam olarak ne kadar erken olduğu bir tartışma konusu. Çeşitliliği çevreleyen efsaneleri ciddiye alırsanız, uygulama 11. yüzyılın başlarında başladı. 1749’da yazılan Tıbbi Ortodoksluğun Altın Aynası‘nda belgelenen en popüler kayıtlardan birinde, Çin’in Sichuan eyaletinde kutsal bir dağda yaşayan bir keşiş, ilk milenyumun başında variolasyonu icat etti. Bu efsaneye göre şifacı, liderleri Wang Tan’ın ricasına kulak verdi ve onun ailesini çiçek hastalığından kurtarmak için dağa indi. Kanıtların ağırlığı ve dokümantasyon patlaması, uygulamanın ilk olarak 15. yüzyılın sonlarında veya 16. yüzyılın başlarında, tıbbi metinlerde görünmesinden kısa bir süre önce ortaya çıktığını gösteriyor.
12 Ekim 1768 akşamıydı ve gergin olan Doktor Thomas Dimsdale, Rusya’nın İmparatoriçesi Büyük Catherine’i aşılama (birkaç küçük kesik ile enfekte etme) prosedürü için hazırlıyordu. Teknik açıdan bakıldığında, planladığı şey basit, tıbbi açıdan sağlam ve minimum düzeyde invazivdi (yayılmacı). Dimsdale’in endişesi için iyi bir nedeni vardı, çünkü çiçek hastalığından sorumlu olan virüs ve ona yakalananların neredeyse üçte birinin ölümünden sorumlu olan variola ile kraliçeyi enfekte edecekti. Catherine’in emriyle enfekte etmesine rağmen, Dimsdale sonuçtan o kadar endişeliydi ki, prosedürü ters giderse onu Saint Petersburg’dan çıkarmak için gizlice bir posta arabası ayarladı. Dimsdale’in planladığı şey, variolasyon (çiçek hastalığına karşı bağışıklama) veya aşılama olarak adlandırılıyordu ve tehlikeli olsa da, o zamanlar tıbbi başarının zirvesini temsil ediyordu.
Sonunda, Dimsdale’in endişelenmesine gerek yoktu. Catherine sadece hafif bir hastalık geçirdi ve kaçış aracını kullanmasına gerek kalmadı. Variolasyon o kadar başarılıydı ki, Dimsdale daha sonra kesiği etrafında oluşan püstülleri görmek için mikroskop kullanması gerektiğini söyledi. Catherine, Voltaire’a yazdığı bir mektupta, “dağın bir fare doğurduğunu” ve döneminin aşı karşıtlarının “gerçekten mankafa, cahil veya sadece kötü” olduklarını yazdı.
Catherine’in aşılamasından otuz yıl sonra Edward Jenner, çiçek hastalığının yerini alacak inek çiçeği püstüllerini (Deri üzerinde oluşan, içi cerahat dolu küçük kabarcık) keşfetti ve popüler hale getirdi. Prosedürü daha güvenli aşılamalarla sonuçlandı ve Jenner yöntem aşılamasını seçti. Daha sonra ise Louis Pasteur şarbon ve kuduz gibi diğer patojenleri zayıflatıp aşılayabildiğini keşfetti.
Modern immünologlar, hayat kurtaran bu konsepti o kadar geliştirdiler ki, Covid-19 için yapılacak aşılama ile yaygın enfeksiyon riski olmayacaktır. Günümüzde aşılar antikor üretimine neden olmaktadır. Ancak ilk keşfedildiklerinde durum böyle değildi. Dimsdale, Catherine’i değiştirdiğinde, süreci sadece bağışıklık sistemine üstünlük sağladı. Onun hasta olacağını biliyordu.
Kaynaklar
Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi (ttb.org.tr)
How the first vaccines defeated smallpox (nationalgeographic.com)
Who Discovered the First Vaccine? | WIRED