Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

Bugüne Göz Kırpan Tarih: Kes Kes…

Susturmak, cezalandırmak ve işkence etmek... Bruno’nun önce dilini kestiler, çünkü onun dile getirdiklerinden korkuyorlardı. Korkuyorlardı çünkü inandığı dini sorgulayanların, biat ve tevekkül ettiği iktidar ve güç ilişkilerine de başkaldıracağını biliyorlardı.

Muzip bir giriş

Malkoçoğlu filmlerinde Cüneyt Arkın’ın bir yumrukta 50 Bizans askerini yere sermesine, 30 metrelik kale burçlarından lastik top gibi zıplamasına değil de imparatorun kolunda unutulan seiko saate takılıp “anakronizm” diye tepinenlerin de mutlu mesut okuyabilecekleri yazı(lar) karaladım.

Buyurun, başlıyoruz!

Dil kesmek  

Engizisyon mahkemelerinde el, kol, kulak, burun, cinsel uzuv vb. organların kesilmesi neyse de dilin kesilmesi sahiden mühim! Bildiğiniz gibi tarih boyunca gördüğümüz işkence vakalarının öncelikli amacı sorguya çekmek olmuştur. Oysa dilini kestiğiniz kişiyi sorgulasanız ne olacak, boşa çaba, dili kesilince konuşamayacak. Nedir, işkencecilerin günümüze kalan alet edevatlarında dil kesme makası da yer alıyor. Anlıyoruz ki dil kesmenin apayrı ve mühim bir amacı var: Susturmak! “Konuşanlara, söyleyecek sözü olanlara” kanlı bir gözdağı vermek!

Dil kesme işkencesinde kullanılan alet aslında bir tür makastır. Önce ağız açıcı olarak kullanılan kancalarla çene sabitlenir ve dil “kolayca” kesilir!

makas min
Görsel kaynağı: 11 numaralı dipnot.

Şunu bilmenizi isterim ki işkenceciler yöntem ve alet geliştirmekte oldukça yaratıcı olmuşlardır. Üstelik kullanılan alet ve edevatların kalitesi, 500- 1000 yıl öncesinde metal işleme konusunda çok yol alındığını gösteriyor. Düşünün bir, cellat tam işine odaklanmış, “suçlunun” bir tarafını kesecek elindeki makas/bıçak “tak” deyip kırılıyor. Cellat rezil olduğuna mı yansın yoksa meslektaşlarının alay konusu olmasına mı? Bir de şu var, işkence halka açık bir alanda yapıldığında kullanılan bir aletin kırılması, bozulması “Tanrının bir işareti” olarak görülerek halkın galeyana gelmesi ve celladı öldürmesi işten bile olmazdı! Diyelim ki demirciye bir takım işkence aleti sipariş edildi. Hiç sorun yok, Hristiyan Avrupa demircileri kilise çanı yaparken metal alet yapımında öyle ustalaşmışlardı ki kaliteli işkence aleti üretmek sorun olmamıştı. Çan yapımı sayesinde bakır, demir, kalay ve bronzun uygun oranlarda ve yöntemlerle işlenmesindeki gelişme, Avrupa’nın top teknolojisini geliştirmesini sağlamış ve muhtemelen bu sayede Asya ve Amerika’nın kolonileştirilmesinin de yolu açılmıştır[i].

Pixabay. min
Görsel kaynağı Pixabay.

Kopernik, Kepler, Galile

Kopernik 16. yüzyılın sıra dışı şahsiyetlerinden biri olmuştur. Matematik, astronomi, tıp, ekonomi alanlarında çalışmış, kilise hukuku üzerine doktora yapmıştır. Öldüğü 1542 tarihinde yayımlanan kitabında evrenin merkezinin dünya değil güneş olduğuna dair teorisini açıklar. Kopernik 30 yıl boyunca rasathanesinde yaptığı astronomi çalışmalarını çağının makbul “bilim” dalı olan astroloji ile kamufle etmiştir. Elde ettiği sonuçları yıllar boyunca yakın arkadaşları dışında kimseyle paylaşmamıştır. Kopernik’in tuttuğu kayıtları inceleyen Tycho Brahe’nin asistanı Johannes Kepler, Kopernik’in hipotezlerini geliştirmeyi başarmıştır.

Nicolaus Copernicus min
Nicolaus Copernicus Kaynak: İTÜ Astronomi Kulübü internet sitesi.

Kepler gezegenlerin hareket yasalarını tanımlamıştır. Çalışmaları Isaac Newton’un evrensel yerçekimi kuvveti teorisine dayanak sağlamıştır. Nedir, Kepler Kilise ile çatışmayı göze alamadığı için eserlerine dinsel argümanlar ekleyerek astronomiyi “göksel fizik” olarak tanımlamıştır. Kepler’e göre “Göksel Fizik”, “Aristo’nun “Metafizik” konusundaki görüşlerine bir katkıdan ibarettir[ii].

Kopernik ve Kepler’in hipotezleri Kiliseye karşı bilimsel devrimin fitilini ateşlemiştir. Bu iki bilim insanının çalışmaları 15. ve 16. yüzyıl Katolik kilisesinin kabul edemeyeceği tezlerdi. Çünkü bilimin ortaya koyduğu iddialar Papa’nın güç ve iktidarını tehdit ediyordu. İnsanoğlunun evrenin efendisi olmadığı, dünyanın evrenin merkezinde yer almadığı görüşlerinin yayılmasına izin verilemezdi. Kilisenin “Kopernikçilik” olarak tanımladığı görüşler resmi olarak yasaklandı. Papalık Kopernikçilerin dilini kopartmaya hazırdı…

Kopernik’in ölümünden 22 yıl sonra doğan Galileo Galilei, “güneş merkezli evren” görüşlerini geliştirmiş ve yazdığı “İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog” adlı kitap Engizisyon’un hışmına uğramış, sapkınlık suçlaması ile yargılanmıştır. Galile görüşlerini geri almaya zorlanmış ve ömür boyu ev hapsine çarptırılmıştır.

Gördüğümüz gibi çağının en büyük üç bilim insanından Kopernik çalışmalarını ölümüne kadar yayımlamamış, Kepler kendini Aristo metafiziğinin ardına saklamış, Galile ise iddialarını geri çekmek zorunda bırakılmıştır.

Bruno

Giordano Bruno din adamı olmak üzere yetiştirilmiştir. Dini dogmaları sorgulamaya başlayınca matematik ve astronomi alanlarına yönelmiştir.  Antikçağ filozoflarının eserlerinin yanı sıra Kopernik’i de okumuştur. Evrenin merkezinin Dünya olmadığı ve evrenin sonsuz olduğuna dair görüşlerini Roma, Cenevre, Fransa, İngiltere, Prag üniversitelerinde savunmuş ve ders vermiştir. Bruno’yu Kopernik, Kepler ve Galile’den ayıran en önemli fark görüşlerini en yalın biçimde ortaya koymaktan çekinmeyişidir:

“Tanrı, iradesini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini egemen kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.”

Bruno yedi yıl boyunca Engizisyon zindanlarında sorgulandı, işkence gördü; kara cüppeli pederler tüm düşündüklerini ve yazdıklarını inkâr etmesini istediler. Nasıl ki Galileo “dünya dönmüyor” diyerek ölümden kurtulup ömrü boyunca ev hapsine mahkûmiyeti kabul ettiyse, o da diri diri yakılmaktan kurtulabilirdi. Bruno direndi, düşündüklerini söylemekten vazgeçmedi:

“Ne gördüğüm gerçeği gizlerim ne de onu apaçık söylemekten korkarım. Bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım. Cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”

Bruno min
Bruno’nun yargılanması. Görsel kaynağı: Vikipedi.

Giordano Bruno’yu 1600 yılının soğuk bir 17 Şubat günü Roma’da Campo dei Fiori meydanında diri diri yaktılar. Yakmadan önce dilini kestiler.

“Roma, Campo Dei Fiori;

 Zeytin ve limon sepetleri,

 Şarapla yıkanmış,

 Çiçeklerle bezenmiş kaldırımlar,

 Masalara saçıyor satıcılar

 Pembe ürünlerini denizin,

 Siyah üzüm salkımlarını,

 Tüyleri üzerine düşen şeftalilerin.

 İşte tam bu meydanda

 Yakıldı Giordano Bruno;

 Tutuşturdu cellat,

 Bakışları altında, meraklı serserilerin

 Ve daha sönmemişti alevler,

 Doluverdiğinde tavernalar;

 Başlarında zeytin ve limon sepetleri,

 Ortalıkta dolaşırken satıcılar.”[iii]

Czeslaw Milosz’ın ‘Campo dei Fiori’ başlıklı şiirinden.

Bruno’nun önce dilini kestiler, çünkü onun dile getirdiklerinden korkuyorlardı. Korkuyorlardı çünkü inandığı dini sorgulayanların, biat ve tevekkül ettiği iktidar ve güç ilişkilerine de başkaldıracağını biliyorlardı. Ne diyordu Bruno:

“Hristiyanlık tümüyle akıl dışıdır (irrational), bilimsel dayanaktan yoksundur.” [iv],[v],[vi],[vii]

Bizans

Bizans, bazı organların işlevsiz hale getirilmesini çok yaygın olarak kullanmıştır; dil, burun, kulak, el, ayak kesme, hadım etme ve özellikle de gözlere mil çekme. Bizans’ın gözlere mil çekme işkencesini oldukça “abarttığı” söylenebilir.  1014 yılında Bizans ve Bulgar orduları Kleidon Geçidi savaşında karşı karşıya geldiler. Savaşı kaybeden Bulgarların 15.000 askeri esir düştü. Bizans İmparatoru II. Basileios esir düşen askerlerin her yüz kişiden birinin tek gözüne, 99 kişiye ise iki gözüne mil çekilmesi emri verdi. Tek gözü kör edilen 150 kişinin yönetiminde 15.000 kişilik Bulgar ordusu ülkelerine gönderildi. İmparator II. Basileous’a bu olaydan sonra Bulgar-kıran (Boulgaroktonos) unvanı verildi.

Kleidon savasi min
Görsel kaynağı: Vikipedi, Kleidon savaşı.

İktidardan indirilen imparatorların gözlerine mil çekilerek kör edilmesi neredeyse rutin bir uygulamaydı. Çünkü imparator tanrının yeryüzündeki temsilcisiydi ve kusursuz olmalıydı. Tahttan indirilen İmparatorların birinin Bizans tarihinde “müstesna” bir yeri vardır. 685 ile 695 yılları arasında hüküm süren II. Justinianos bir darbe ile tahttan indirildiğinde dilinin bir kısmı ile burnu kesildi ve Kırım’a sürgüne gönderildi. Burnu ve dilinin bir kısmı kesilen “azimli” Justinianos, 10 yıl süren sürgün hayatı sonrasında 705 yılında Konstantinopolis’e geri dönerek yeniden imparatorluk tahtına oturdu. II. Justinianos burun ve dil kesilmesinin yeniden tahta çıkmaya, amaçlarına engel olmadığının çarpıcı bir örneği olmuştur![viii].

Irak’ta kes kes…

Saddam Hüseyin Irak’ın 5. Cumhurbaşkanı, Irak Devrim Komuta Konseyi Başkanı unvanları ile 1979- 2003 yılları arasında iktidarda kaldı. 1994 yılından itibaren başbakanlığı da üstlenen Saddam Hüseyin’in Bizans İmparatorlarını aratmayacak bir “tiran” olduğunu söylemek hatalı olmaz. Saddam’ı bu yazıya konuk etmemin sebebi kulak ve dil kestirme konusundaki şöhretidir. Irak- İran savaşı sırasında asker kaçaklarının kulaklarını kestirdiği bilinmektedir.

Saddam Hüseyin iktidarını bir korku rejimi ile pekiştirmiştir. Siyasi hasımlarını, gazetecileri, sivil toplum örgütlerinin ileri gelenlerini ve hatta din ve ırka dayalı farklılıklara dayalı toplulukları çocuklarıyla birlikte katletmekten çekinmemiştir. Tutulan kayıtlar Saddam’ın posterini tahrip eden 8 kişinin idam edildiğini, Saddam’ın oğlu Uday’a bağlı milislerin şehirde “temizlik” iddiasıyla 30 hayat kadınının kafalarını keserek evlerinin önüne bıraktıklarını göstermiştir. Saddam Hüseyin’in topluma korku salmak için yaptırdığı işkencelerden biri de kendisine muhalefet edenlerin, ailesine iftira ettikleri gerekçesi ile dilini kestirmiş olmasıdır. Saddam’a ve ailesine iftira edenlere dil ampütasyonu yapılacağı hoparlörden duyurulmuştur. Saddam dil kestirme ameliyesini ölümle tehdit ettirdiği tıp doktorlarına yaptırtmıştır.[ix], [x]

Saddam heykelinin yikilisi min
Saddam heykelinin yıkılışı, 9 Nisan 2003. Kaynak: Global News

Sonsöz

Tarih boyunca işkence, gücü elinde tutanların, yönettiği toplumu koruma kisvesi altında gerçekleştirilmiştir. Örneğin yakalanan bir düşman casusunu işkence ile konuşturan, böylece yapılacak bir saldırıyı engelleyerek kendi halkını korumayı amaçlayan bir liderin davranışı kabul edilebilir bulunmuştur. İnsanlara “haklı bir dava” için eziyet ederek konuşturmak makul bir bedel olarak görülmüş, işkencenin kazandığı meşruiyet “kabul edilebilirlik ruhsatına” sahip olmuştur. İşte bu ruhsatın bir kez ele geçirilmesi, iktidar organlarına karşıtlarını ortadan kaldırmak ve “sessiz” çoğunluğa gözdağı vermek için eşsiz bir kullanım olanağı sağlamıştır. Ama işkence gibi bir enstrüman, Binbir Gece Masallarında denizden çıkarılan şişenin içindeki kötü cin gibidir. Çünkü işkence meşrulaştığı zaman ideolojik bir aygıta dönüşür ve kendini diğer aygıtların üstünde bir yerde konumlandırır. Örnekleri çok ama biri oldukça çarpıcı ve öğretici:

Günümüzde Almanya sınırları içinde yer alan Ellwangen şehrinde 1611 yılında Barbara Rufin adlı 71 yaşındaki bir kadın büyücülükle suçlanır. Dönemin yetkili cadı avcıları kadına işkence yaparak “suçunu” itiraf ettirirler. Kadın işkence altında şeytanla cinsel ilişkiye girdiğini, hayvanları zehirlediğini, ekinleri telef ettiğini itiraf ettiği gibi diğer cadıların da adını verir. Diğer sorguya çekilen kadınlar da başka kadınları ihbar edince kentteki 400 kadın yakılarak öldürülür. Yakılan kadınlar arasında mahkeme yargıcının karısı da vardır ve yargıç eşinin haksız yere mahkûm edildiğini söyleyince kendisi de tutuklanır ve işkence edilir[xi].

 

DİPNOTLAR VE KAYNAKLAR

[i] Carlo M. Cipolla, Silahlar ve Avrupa Sömürgeciliği, Yöneliş yayınları, 1998.

[ii] Vikipedi, Johannes Kepler maddesi.

[iii] Hasan Cemal, Krakow’dan: Kendi geçmişindeki başarısızlıkların sorumluluğunu üstlendiğinde özgür olabilirsin!  1 Nisan 2018, T24 internet gazetesi.

[iv] Nejat Kutup, Düşünce Özgürlüğünün İlk Havarisi: Giordano Bruno, apelasyon.com, Temmuz 2014.

[v] Celal Üster, “Beni ölüme yollarken siz benden daha çok korkuyorsunuz”, insanokur.org, Nisan 2014.

[vi] Nilgün Cerrahoğlu, Giordano Bruno’yu Yakan Zihniyet, Cumhuriyet Gazetesi, Şubat 2013.

[vii] Prof. Dr. Timur Karaçay, Brunolar Yanmasın! Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, 16 Temmuz 2010.

[viii] II. Justinianos’un ikinci kez imparatorluk tacını giymesi sadece 6 yıl sürmüştür. 711 yılında tahttan indirilmiş ve işkence ile idam edilmiştir.

[ix] https://www.theguardian.com/world/2000/nov/03/iraq.ewenmacaskill

[x] https://www.cbsnews.com/news/iraqi-docs-forced-to-cut-off-ears/

[xi] Derya Dündar, Orta Çağ ve Erken Modern Avrupa’da İşkence, Tokat Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Tezi, Tokat 2019.

2 YORUMLAR

  1. Dogan Beycigim,
    artik kontrol de, iskence de, yaptirim da sekil degistirdi: Markurtlastirma diye bir uygulama varmis. Beyinleri manda derisine sarip basincla herseyi silip itaaat eden koyuna ceviriyorlarmis. Simdi DIN var! dogustan yavas yavas beyinleri yikiyorsun. Ömür boyu itaat eden koyun uluyor. Dil kesmeye gelince: Önce Sosyal medyayi sonra gecim kaynalarini kesiyorsun. Ac birakilinca dili tutuluyor insanlarin. Hala calisirsa 2-4 yil TUTUKLULUK halinin devamina diyorssun. Bu günkü dil koparma yöntemleri.

Bir Cevap Yazın