bir sosyal medya kullanıcısı genç böyle yazmıştı… ‘’bu kadar yorgun hissetmek için çok gencim’… 21 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarının gençler üzerinde yarattığı ruhsal sıkıntı ve baskıyı özetleyen bir iç dökümü ve isyanıydı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında doğanlar bugün 21 yaşında, 2002’de ilk oyunu kullananlar bugün 39 yaşında… gençler gençliğe özgü birçok gereksinimini karşılayamaz, yapmak istedikleri karşısında ekonomik, siyasi, sosyal, dini vb. baskılarla karşılaşmanın bir sonucu olarak yorgunluk duygusuyla birlikte, bir tükenmişlik de yaşıyorlar… bu yüzden de büyük kısmı haklı ve doğru olarak AKP ile birlikte iktidarın parçası olan tüm örgütlere, partilere, kurumlara karşı çıkıyorlar…
20- 25 yaşlarında bir insanın; ‘bu kadar yorgun hissetmek için çok gencim’ sözü tüm gençlerin durumunu yansıtmaz denilebilirse de büyük çoğunluğunu yansıttığı kuşkusuzdur. olanak bulabilen yetişkinlerin bile ülkeyi terk etmeye çalıştığını, terk ettiğini özellikle sağlık çalışanlarından biliyoruz, ki bu ülkenin Cumhurbaşkanı ‘giderlerse gitsinler’ diyebildi… ülkeyi terk etmek isteyenlerin çokluğunu yabancı dil kurslarına gidenlerin sayısındaki artıştan da anlayabilirsiniz zaten…
iktidar doğası gereği iktidar olmakla yetinmeyip tüm toplumu kendi ideolojik çizgisine göre biçimlendirmeye, tek tip insan yaratmaya çalışıyor… baskıcı faşist yönetimler arasında dini kullananların temel karakteristik özelliği insanların bilinçlerini ve ruhlarını da tutsak almaktır. fiziki tutsaklık, fiziki şiddet yetmez siyasal dincilere; bilinçleri de tutsak almak ve yurttaşlık bilincini ümmetçilikle değiştirmeye çalışırlar… bunu gerçekleştirebilmek için her yolu, her aracı, her değeri kullanırlar. bazen yaptıkları şeylere şaşırıp; ‘bu nasıl Müslümanlık’, ‘bu nasıl dindarlık’ gibi tepkiler verenlerin sayısındaki artış toplumu değiştirme, dönüştürme yolunda akla ziyan şeylerin yapılıyor olmasındandır. bir yanıyla da toplumun önemli bir kesiminin bu tür tepkilerle iktidarın ve yandaşlarının her yolu hak gören anlayışlarına bir direnme ifadesidir.
tüm bunlar toplumu, en çok da gençleri yoruyor. sokak röportajlarında iktidar destekçisi insanların en basit iktidar eleştirisine karşı verdikleri tepkileri görüyor musunuz? gerçekte yapılan eleştiri, karşı çıkanların da yararına ve çıkarına olmasına rağmen iktidara yönelik olduğu için karşı çıkan yandaşlar var… emekli olduğum kurumda ilk işe girdiğim yıllarda bir işçi aldığı kıdem tazminatıyla ilçe merkezinden bir daire, artan parayla evin eşyalarını alabilirdi. belirttiğim biçimde iktidarın dönüştürdüğü önemli sayıdaki işçi bu gerçekliği yaşamamış gibi davranıp yoksullaşmaya, çalışanların ne kadar gelir kaybına uğradığına ilişkin eleştirilere bile iktidardan daha çok tepki gösteriyorlar… bugün 25-30 yıl çalışmanın karşılığı alınan kıdem tazminatı ile bırakın evi bir araba bile almak olanaklı değil…
emeğiyle geçinenler bu ölçüde yoksullaşırken iktidar ve yandaşları ciddi ciddi 2002’den önce taş devrinde yaşadığımızı iddia edecekler neredeyse. yani AKP’den önce bu ülkede buzdolabı olmadığına, telefon olmadığına, memurlara maaş ödenemeyen yıllar olduğuna yemin edecek binlerce insan var şu an… daha önceki seçimlerde Zonguldak’da Bülent Ecevit Üniversitesi’ni (eski adı Karaelmas Üniversitesi- daha öncesinde Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı Fakülte) işaret ederek binlerce Zonguldaklının gözünün içine baka baka üniversiteye bağlı hastaneyi kendilerinin kurduklarını söylediğinde alandakiler alkışlamışlardı… AKP’den yıllarca önce öğrenime başlamış, yine AKP’den yıllarca önce sağlık hizmeti vermiş bir üniversite hastanesini biz açtık diyebildiler. fakat bıçak kemiğe dayandı ve artık ne bu yalanlar, ne otoyollar, havaalanları, hızlı trenler, tüneller kimsenin umurunda değil… bunlar gençlerin istediği yaşamı, özgürlükleri sağlamadığı gibi, karın da doyurmuyor…
bunları anlatma nedenlerimden biri de iktidarın kendi tarih yazımının eskisi gibi karşılık bulmadığı ve bulamayacağıdır… yıllardır yaşanan yoksulluğun kitleselleşerek yaygınlaşması ve derinleşmesinin arttığı bir dönemde yaşadığımız deprem iktidarın yıllardır yarattığı algıyı, iktidar üzerine çektiği cilayı çizip attı. (yani böyle bir durumda AKP muhalefet olsaydı büyük olasılıkla şöyle derdi; ‘Allah belanızı veriyor.’ doğrusunu isterseniz buna benzer bir söylem AKP sözcüleri tarafından değil, fakat AKP’nin Hatay’daki seçim bürosunun açılışında konuşan bir dinci tarafından söylendi. burada konuşan bir gerici depremi Allah’ın kırbacı olarak niteledi… (Gölcük depremi sonrası yazılıp söylenenleri anımsayın; alkol kullanımından, fuhuş yapıldığına kadar neler söylemişlerdi)
deprem bölgesinde yaşayan insanlar yokluklar içinde bulundukları yerde tutunmaya ve ayakta kalmaya çalışıyorlar. son bir haftadır yoğun biçimde içme suyu sıkıntısı başta olmak üzere temel gereksinimlerini karşılamakta zorluklar yaşadıklarını dile getiriyorlar her fırsatta… bir yandan da adalet için örgütlenmeye, yıkımın büyüklüğünden, ölümlerin çokluğundan sorumlu olanları saptayıp suç duyurularında bulunmaya çalışıyorlar… aynı anda da tutamadıkları yaslarının bir sonucu olarak deprem anından bugüne kadar yaşadıklarını anlatıyorlar. sosyal medya kullanıyorsanız videoları izlemenizi, yazılanları okumanızı isterim… iktidarın ve ideolojik olarak iktidarla aynı çizgide bulananların depremi ilahi güç ve sebeplere bağlayarak yıkımın ve ölümlerin sorumlusunun iktidar ve iktidardan beslenen ve iktidarı da finansa eden inşaat patronları, müteahhit ve emlakçılar olduğunu gizlemeye çalışıyorlar.
yorgun hissetmek için çok gencim sözünü kendi gerçekliğiniz üzerinden değişik biçimlerde düşünebilirsiniz. fakat en çok da depremi yaşayan ve şu an depremzede kimliğiyle eşitlenen milyonlarca insanı düşünüyorum da; benim yorgunluğum nedir ki? bunu şükretmek, durumumla avunmak için söylemiyorum, yaşadığımız gerçeklik ne yazık ki bu… iktidar kendi tarih yazımıyla geçmişi unutturup kendi öyküsünü dayatırken, şu an yaşananları da kendi ideolojik, siyasi anlayışına göre topluma dayatmaya çalışıyor. bu yüzden kendi geçmişimize, tarih bilgimize ve bilincimize sahip çıkarken, deprem bölgesinde yaşayan insanlarla da her noktada dayanışmanın yollarını bulmak zorundayız… duyumsadığımız bu yorgunluğun yılgınlığa ve küskünlüğe dönüşmemesi için fiziki örgütlenmemiz kadar bilgimizin, öykümüzün, gelecek düşlerimizin de örgütlenmesinin ilk ve en önemli adımının dayanışma olduğunu düşünüyorum… iktidara, sermayeye, ırkçılığa, gericiliğe, vicdansızlığa, bencilliğe karşı dayanışma ve bilincimizin örgütlenmesi… bu kadar yorgun olmamız da bir adaletsizlik değil mi…?