Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Böyle Bir Basına Sahip Olsaydım, Waterloo Savaşında…

Hiç tereddütsüz söyleyebilirim, günümüzde gazetecilerin yasal hakları, çalışma koşulları ve basın özgürlüğü ayrıcalıkları 10 Ocak 1961 tarihinden çok daha geriye düşmüş bulunuyor. Cezaevinde bulunan gazeteci sayısı, sansür…. sansür… sansür…

10 Ocak, Çalışan gazeteciler günü…

60 yıl önce, 10 Ocak 1961’de basın çalışanlarının hakları konusunda yasal güvence sağlayan Kanun, Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Muhtemelen biliyorsunuzdur, bu yasanın kendilerine yüklediği sorumluluklardan rahatsızlık duyan 9 gazetenin patronu bir ortak bildiri yayımlarlar. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah gazetelerinin patronları, çıkarılan 212 sayılı yasanın ve Basın İlan Kurumu’nun oluşmasına ilişkin 195 sayılı yasanın mesleki sakıncalar doğuracağını iddia ederek gazetelerini 3 gün kapadıklarını duyurdular. Basın tarihine bu olay “9 patron olayı” olarak geçmiştir. Gazetecilerin bu 9 patronun dolaylı tehdidine cevapları çok sert olur. İstanbul Gazeteciler Sendikası aynı gün bir bildiri yayımlayarak patronların bu tutumlarını kınadıkları gibi 3 gün boyunca “Basın” adı verilen bir gazete çıkaracaklarını açıkladılar. Çıkarabildiler mi? Evet, Basın Gazetesi patronların gazete yayımını durdurdukları 3 gün boyunca yayımlandı. 14 Ocak sonrası gazeteler yayın hayatına devam ettiler. Patronların tehdit ve şantajları geri tepmiş, çalışan gazeteciler o günün koşullarında önemli yasal hak ve kazanımlar elde etmişlerdi.

Aradan tam 60 yıl geçti; hiç tereddütsüz söyleyebilirim, günümüzde gazetecilerin yasal hakları, çalışma koşulları ve basın özgürlüğü ayrıcalıkları 10 Ocak 1961 tarihinden çok daha geriye düşmüş bulunuyor. Cezaevinde bulunan gazeteci sayısı, sansür…. sansür… sansür…

Uzun yıllar önce aşağıda anlatacağım bu hikayeyi bir TV programında Uğur Dündar anlatmıştı. Ben aklımda kaldığı kadarıyla ve biraz süsleyerek size yeniden servis ediyorum:

Malumunuz üzere, Napolyon Bonapart 1821 tarihinde Saint Helena adasında ölmüştür. Hikaye bu ya Napolyon Bonapart öbür tarafta gayet sakin ve mazbut bir ölüm sürmektedir. 200 yıl boyunca bir köşede oturup Waterloo’da niye yenildiğinin analizlerini yapmıştır. Öbür tarafın yöneticileri onun bu durgun ve mahzun haline bakarak Napolyon’a üç gün izin vermeye karar verirler. Sevinir bu habere sabık imparator. Dünya’ya dönünce merak ve ilgiyle karşılanır ama Napolyon süresinin azlığı nedeniyle sadece üç ülkeyi ziyaret edebileceğini söyler. Seçtiği ülkeler ABD, Rusya ve Türkiye’dir.

İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne gider. ABD’li yöneticiler saygıda kusur etmeyerek ona brifingler verirler, askeri tesislerini gezdirirler. Günün bitiminde Napolyon ABD Başkanı ile vedalaşırken son sözleri şu olur:

“Sayın Başkan, askeri teknolojinize hayran oldum, sizi tebrik ediyorum. Bu teknolojinin birazı bile bende olsaydı Waterloo savaşında yenilmezdim.”

İkinci gün Rusya’ya gelir. Aynı ABD’de olduğu gibi izzet ve ikram ihmal edilmez, Rus yetkililer en üstün oldukları alanlardaki çalışmaları hakkında bilgi verirler. Gün bitiminde Napolyon Rusya Devlet Başkanına veda ederken şunları söyler:

“Sayın Başkan, istihbarat alanındaki çalışmalarınıza hayran oldum, sizi tebrik ediyorum. Bu istihbarat teknolojisinin birazı bile bende olsaydı Waterloo savaşında yenilmezdim.”

Üçüncü gün gelip çatmıştır. Türk konukseverliğini göstermek için yetkililer birbiriyle yarışır. Napolyon’un sorularına cevap verirler, rapor ve dosyaları kendisine arz ederler. Gün bitiminde Napolyon her zamanki gibi veda konuşması yapar ve son sözleri şunlar olur:

“Sayın Başkan, basına yönelik çalışmalarınıza hayran oldum, sizi tebrik ediyorum. Böyle bir basına sahip olsaydım, Waterloo savaşında yenildiğimi kimse duymazdı.”

Bir Cevap Yazın