sermaye ve iktidar parasal verileri açıklayarak sömürüyü haklı göstermeye, düşsel iç ve dış düşmanlar söylemiyle bizi de teslimiyete ikna etmeye çalışıyorlar… bizim açıklayacak borçlarımız dışında parasal verimiz kalmamışken ve hep geleceğin gelirini bugün tüketmek zorunda kalmışken aynı düşleri yeniden yeniden satıyorlar bize…
emekçilerin, köylülerin, küçük esnafın bilançolarında ekmek dilimleri, “bugün de ölmedim anne” diyebilecek kadar azken ve tadı tuzu bile çalınmışken ve payımıza yalnız ve yalnız soluk alıp vermek düşmüşken razı olmamızı istiyorlar…
çocuğa verilememiş okul harçlığından yoksun ve her gün bunun ezikliği ile yüzleşmek zorunda kalan anne- babaların ‘yaşadığı’ evler, dışarıdan görülmediği için giyilmeye devam edilen tabanları delik ayakkabılar, yıllardır gidilememiş memleket, 25 krş. 50 krş. ucuz olduğu için bir gün öncesinin ekmeği için, Halk Ekmek olan yerlerde ucuz ekmek için sıra sıra kuyruklar var…
sigortasızlık var, mevsimlik işçi denerek tarla tarla, diyar diyar, ülke ülke işe koşulmak var… bir avuç varsıl eğlenmek, dinlenmek için gezip tozarken; her türlü güvenceden yoksun, yarını belirsiz mevsim mevsim iş ve aş aramak için yollara düşmek var… lanetli birer sürgünüz adeta…
ekmek arası ölümler var… nerede nasıl geleceği bilinmeyen, kitleler halinde veya dramatik biçimde ölmedikçe duyulmayan, haber bültenlerde yer bulamayan ölümler… şairin dediği gibi; “fukara ölümü” geldim geliyorum demeyen…
bütün bunlar eş zamanlı olarak gerçekleşen çelişkilerle yaşanır üstelik… yani sermaye paracıklarını sayarken yorulur biz ölülerimizi taşırken; sermaye parasını, yönetenler iktidarını yitirdiğinde ağlar, biz ekmek parası için, yarın düşlerimizi diri tutmak için çalışırken, savaşırken yitirdiklerimiz için ağlarız… iktidar sermayeyi ve çerez parasını korurken terler; biz madenlerde, tezgah başlarında ay sonunu beklerken ve daha maaşı almadan ay sonunu nasıl çıkaracağımızı hesaplarken…
bizim resmimiz bu kadardır işte, dünyamız da… fakat olması gereken, olabilecek olan bu kadar olduğu için değil; günden güne, yıldan yıla hakkımız çalındığı ve hep bir ağızdan ‘ne oluyor lan’ demediğimiz için… artan ölümler, yarım kalmış yaşamlarımız karşılığında hesap sormadığımız, bu düzeni ters yüz etmeyi, edebileceğimizi düşünmediğimiz için resmimiz, hatta düşlerimiz bile hep vesikalıktır bizim…
oysa aklımızla, az kirlenmişliğimizle, elimizdeki nasırla nasıl da güzeliz… nasırlı ellerimizle el ele verdiğimizde, bilgimizi örgütlerken kirlenmemiş yanlarımızla yan yan geldiğimizde yeryüzünün en güzel resmini verebiliriz…
yani ‘ekmek yoksa barış da yok’ diyen emekçilerle yan yana, ‘bir kişi daha eksilmeyeceğiz’ diyen kadınlarla yan yana, ‘anamız ağladı’ diye çiftçilerle yan yana, ‘barınamıyoruz’ diyen öğrencilerle yan yana, ‘barış hemen şimdi’ diyen bilim insanlarıyla yan yana, ‘adalet istiyoruz’ diyen mağdurlarla yan yana, ‘yerin üstü altından değerli’ diyen yaşam savunucularıyla yan yana… bir resim verebildiğimizde vesikalıklardan da vesikalardan da kurtulabiliriz…
bu uçurumlar/ bu kan/ bu sancı
erken doğum sancısı dilimdeki acı
ruhum karmakarışık düşüyor uçurumlara
ellerimde sanığı kaçak yangınlar
gözlerimden akan kan karışıyor sulara
geçmişini biliyorum tüm ağıtların
bu acı/ bu yangın bana kendimden miras
ve sürgünüyüm birbirinin ikizi günlerin
ve gömütlüğü adresini şaşırmış ölümlerin
bugünün çocuklarının
yaşayacakları pişmanlıkları taşıyorum içimde
bu uçurumlar/ bu kan/ bu sancı
ve yarından yansıyan ağıtlar gözlerimde
tüm bombalar beynimde patlıyor
ölen her çocuk/ gözü yaşlı sevgililer
kurşun olup yüreğime saplanıyor
erken doğum sancısı dilimdeki acı
bilincim/ coğrafyam/ canım sarsılıyor