Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Biz Hepimiz Deniz Gezmiş’in Parkasından Çıktık

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972 tarihinde, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildiler. Ölümlerinin üzerinden geçen 48 yıl geçti; ne var ki zaman, idamların kamu vicdanında açtığı yarayı onaramadı. Kolektif bellekteki imgelerinin halen solmadığı, her yeni gelen kuşağın bu imgeyi çoğaltarak siyaseten sahiplendiği görülüyor.

FAŞİZMİN ELİNE DÜŞMEYECEKSİN

Deniz ile Yusuf 17 Mart 1971’de Gemerek’te, Hüseyin ise bir hafta sonra Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde yakalanmıştı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) davası 16 Temuz 1971’de başladı ve üç aydan kısa bir sürede neticelendi. Yürürlükteki anayasaya göre idam cezaları ancak meclis tarafından onaylandıktan sonra infaz edilebiliyordu. İdamları engellemek için hukuk mücadelesi, imza kampanyası gibi yollar denendi. Fakat faydası olmadı; olmayacaktı. Mevcut yasalara göre ortada idam gerektiren bir suç olmadığı, bu orantısız cezanın devrimci yükselişin önünü kesmek için alınmış siyasi bir karar olduğu apaçıktı. Ve üstelik bunun en çok farkında olanlar da bizzat Denizler’di.

“Bir gün cezaevine gittim” diye anlatıyor avukatları Halit Çelenk, “Deniz’i, Yusuf’u ve Hüseyin’i çağırdım. Konuşuyoruz kendileriyle ve dışarıdaki çalışmaları anlatıyoruz. Deniz, dinledi gayet böyle saygılı, efendice ve ‘abi’ dedi ‘faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin’ dedi. Ve gerçekten çok haklıydı. Faşizmin eline düşmeyeceksin. Adeta bu sözleriyle o dönemin tanımını yaptı ve bu sözler o dönemin simgesi oldu”.

DENİZ’E KURŞUN İŞLEMEZ

Deniz Gezmiş’in cesareti, ikna kabiliyeti ve siyasi duruşuyla çok güçlü lider özelliklerine sahip biri olduğu anlaşılıyor. “Deniz’in en temel özelliği, baştan ayağa coşku oluşuydu, dizginsiz bir heyecan oluşuydu, sürekli eylem halinde oluşuydu, duyarlılığıydı” diyor arkadaşı Mustafa Yalçıner. Sağ basının kasıtlı tutumu Deniz Gezmiş’in bir halk kahramanına dönüşmesini engelleyemedi. Belki de karalayıcı manşetler efsaneyi büyütmeye hizmet etti. Köşe bucak arandığı sırada “yakalanamaz”lığı, yakalandığında “kurşun işlemez”liği, yargılanırken “kılına dokunulamaz”lığı konuşuluyordu. Adı, Köroğlu gibi, Pir Sultan gibi efsaneye karıştı. Asıldığında öldüğüne inanılmadı; kulaktan kulağa “bir adımda yedi fersah giden” sıçrayışlarla cellatların elinden kurtulduğu fısıldandı.

Meclis’teki oylamada Adalet Partililer “adeta neşe içinde” idamın kabulünden yana oy kullandılar. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın intikamını almanın yolu gibi görüyorlardı bu idamları. Cesaretle “hayır” diyen bir avuç milletvekili dışında CHP’liler genel olarak oylamaya katılmamayı tercih ettiler. İsmet İnönü “siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır” diyerek Bülent Ecevit ile birlikte ret oyu verdi.

Deniz Gezmisİnfazdan yana oy kullanan Adalet Partisi başkanı Süleyman Demirel, 15 yıl sonra bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için “soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri” yorumunu yapıyor ve siyasi sorumluluğu almaktan kaçınıyordu. Haksız hukuksuz yaptıkları işin ne telafisinin ne de savunulmasının mümkün olmadığını o da biliyordu kuşkusuz. Bugün meydanlarda şuursuz kalabalıklara “idamı geri getireceğiz” sözü veren, ip fırlatan politikacıları gözünüzün önüne getirin; hep aynı riyakârlık.

OĞLUN BU YOLA BİLEREK GİRDİ

Sergilenen tüm bu çirkinliklerin ortasında Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in onurlu duruşlarını, cesaretlerini hep korumuş oldukları görülüyor. Ne bir korku ne de pişmanlık belirtisi gösterdiler. Hüseyin, dokuz-on satırdan ibaret son mektubunda “İleride durumu çok daha yakından anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz” diye yazmış. Deniz ise, 1969’da öldürülen arkadaşı Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istediğini vasiyet ederek şöyle seslenmiş babasına: “oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu, seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halklarının da anlayacağına inanıyorum.”

Dirisi kadar ölüsünden de korkmuş olmalılar ki Deniz’in Taylan Özgür’ün yanına gömülmesine izin vermediler. Hatta üçünü ayırarak aralarına üçer tane yabancı mezar koydular. Dini telkin istemedikleri için mezarlıktaki hoca cenaze namazlarını kıldırmayı reddetti. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye’de devrim mücadelesinin sembolü olmalarını engelleyemediler. Sonraki genç kuşaklar siyasi miraslarını devraldı, onların açtığı yolda cesaret ve kararlılıkla yürüdü. Deniz’in üzerinden hiç çıkarmadığı parkası ona duyulan sevgi ve bağlılığın bir sembolü haline geldi. Öyle ki halk 1970’lerde, parkayla dolaşan devrimci gençlerden “Denizler” diye söz ediyordu.

Başka birçok konudaki fikir ayrılıklarına rağmen sol örgütlerin üzerinde birleştikleri nadir konulardan biri Deniz Gezmiş’in devrim önderliğiydi. Aradan geçen yarım asırlık süreye rağmen bu mutabakat bugün de değişmemiştir. Gogol’ün Palto adlı öyküsünün Rus edebiyatı üzerindeki etkisine işaret etmek üzere Dostoyevski’nin söylediği meşhur bir söz var: “Biz hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” der. İşte biz de, bütün hata ve sevaplarımız bize ait olmak üzere, Deniz’in parkasından çıktık.*

*Bu yazı Mukavemet derginin 2. Sayısında yayımlanmıştır.

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR