Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Biri Ermeni Papaz, Diğeri “Türk” İmam İki Kardeş

Yıl 1971, geçmişe yapılan bir yolculuk, Hrant'ın sırrı, iki dil ve bir halkın hikayesi: "Badvili (papaz) “Bu benim has kardeşim” der, Ermenice… İmam, “Bu benim esas kardeşim” der Türkçe… Ve Hrant oracıkta sır katibi olmuş artık"

                                        “yine azınlığa düştü yüreğim…”

Yaşlı Samuel Bakkalyan kısa boylu bir bilgeydi. Kısık sesliydi… Sesi, yakınlardan uzaklara giderken uzaklardan yakınlara gelirken azalmış gibiydi… Dua eder gibi konuşurdu…

Dallarına sular yürümüş Hrant Anadolu’dan İstanbul’a göç etmiş bir Ermeni çoğuydu… Samuel, Anadolu’dan Fransa’ya göç eden, yaşını başını almış bir Ermeniydi… Hrant, yıllardır yaz aylarında gelen Badvili Samuel’le neredeyse birlikte büyümüş, onun yaşlanmasına tanık olmuştu. Çocuklar, Protestan papazı Samuel’in gelişini iple çekerdi. Samuel her gelişinde bir sihir taşırdı çocuklara da ondan… Boğuk bir sesli Badvili Samuel’in, alamet-i farikalarından biri, “Has babamız”, “Has memleketim” gibi Türkçe deyimleri cümle içinde kullanmasındaki maharet ve marifetti. Samuel’in bu sihirli deyimleri Gedikpaşa Protestan Kilisesi’nin alt katındaki bir tür yetimhanede yaşayan Ermeni çocukların hoşuna giderdi. Çocukların çoğu, zamanın birinde yönsüz bir kırlangıç gibi dağılarak birbirlerini kaybetmiş ailelerden geriye kalan, Anadolu’dan gelen, tarihen-siyaseten yetim-öksüz bırakılmış çocuklardı. Kilisenin aşağısındaki okula giden çocuklar, Samuel’in gelişiyle yeniden çocuk olurlardı. Badvili Samuel, dini görevini icra eder, günde üç kere vaaz verir, dua ettirir, boğuk sesiyle pazar ayinlerini yönetirdi. Protestan kilisesinde kader ve kederle iç içe büyüyen çocuklar için bilge Samuel’in varlığı müjde ve kıymetti. Oyuncaklarıydı o,  masalları. Trajedilerindeki derin boşluğu doldururdu. Sevmelerinin, beklemelerinin nedeni sorulsa, büyük çocuklar bile dile dökemezdi. Ama, öyleydi; müjde ve kıymetti. Çocuklar onun içi olduğunu hissederlerdi. 17-18 yaşlarına gelen Hrant, Protestan kültürüyle yetiştiği, çocukluğundan itibaren dini ilahileri dört sesli korodan öğrendiği için kendini şanslı sayardı… Badvili Samul, geçmişle geleceğin boşluğunda yaşayan çocuklukların efsunuydu. Belki de çok yalnız olan, ama çocuklara çok kalabalık gelen bu adamda bir başkalık vardı. Hrant, bir ilahinin içinden çıkıp gelmiş bilge Samuel için cümle kursa “Dedemizdi o bizim” diye mırıldanırdı. Hrant, çocukluktan gençliğe, bir uç’ta ilahiler, bir uçta yetimlik büyürken, gözü ve gönlü Doğu’da olan Samuel yaşlanarak iyice küçülmüştü. Samuel, son gelişinde okul müdürü Hrant Güzelyan’a, “Belki buralara tekrar gelemem. Yıllardır içimde sakladığım bir akdim var. Ailemi kaybettiğim ‘has memleketimi’ görmek istiyorum”  deyince akan zaman durur. Müdür Hrant, öğrencilerinden Hrant’ı, Samuel’i Harput’un bir köyüne götürmek için görevlendirir. Hrant, bu emaneti taşımanın tedirginliği içindedir. Geçmişi sırtlarına yüklenip giderler Harput’a… Harput’un küçük bir köyüne…

xxx

Büyümüş de küçülmüş, eninden ve boyundan çekmiş bir köydü burası… Köylerde ruhu olan şeylerin başında gelen bir çeşme başına geldiklerinde sanki bir su’yun doğum günüydü. Çeşmenin yakınındaki tepecikte cami, birkaç ev vardı. Çeşmenin ötesinde hasır oturaklardaki yaşlılar günü son sözcüklerle uğurlar gibi sohbet ediyordu. “Emanet” Samuel ile Hrant, ellerini yüzlerini yıkamak için çeşme başında durduklarında, Hrant’ın gözü ve gönlü, çeşme başında kara üzüm yıkayan kara gözlü kıza ilişti. O görüntüyü, siyah üzümü, siyah gözleri hayatı boyunca unutmadı. Samuel yüzünü yıkarken, Hrant yaşlıların yanına giderek, Fransa’dan gelen Samuel’in bir zamanlar buradan göç ettiğini, anlatır. Köylülerle iyi kalpli bir sohbet sürerken, yıllardır dışından çok içine kaçarak yaşayan emanet Samuel’in kalbinin kırılma ihtimaliyle tedirgindir. Akşam olmak üzeredir. Birkaç gün köyde kalmak istediklerini söylediklerinde sakalları ağarmış Hoca, “Tanrı misafirimiz olun” diyerek onları evine götürür. Caminin yanındaki o küçük evde ekmek-ayran ikramından sonra köyü gezmeye çıkarlar. Köy, hiçbir şeyden habersiz dilbilgisi kitabı gibi karıştırılmayı beklemektedir. Adımladığı her mekan geçmiş zaman olan Samuel, tarihe ne kadar coğrafya, sevincine ne kadar acı katacağını bilemeden, nesnelerin ve öznelerin izini sürüp, dışından içine, içinden dışına kaçarak dolaşmaktadır. Her sokak, her ev, her ağaç sihirli işaretlerle doludur. Kadim taşlar, onun bildiğinden fazlasını bilmektedir. Ağaçlar elden düşmedir sanki. Sürekli bir sayıklama hali, geçmişle şimdiki zaman arasında ilahi esrime hali. Eski ve yeni hayatlar arasında sıkışmış mâna bağımlısı bir yaşlı için, hatırlamak ile hatırlayamamak arasına sıkışan, hatırlandığında sevince dönüşen bir hüzün. Üç başlarına yürürlerken, “şu… ev… şu sokak… Acaba burası mıydı… Ben çocukken…” diye ilahi okur gibi mırıldanırken, imam, Papaz’ın beden dilindeki ve sözcüklerindeki işaretleri tabir etmekte, olanları bir duanın içinden seyretmektedir. Hrant yıllar sonra bu anı, “Samuel amcanın halden hale geçişini hiç unutamadım” diye anlatacaktır İstanbul’da. Kuş sürüleri gibi kâh ürkek, kâh cıvıltılı halde uçarkoşar çevrelerinde dolanan meraklı çocuklar tragedyanın farkında gibidir. Köyünde emanet olmadığını hisseden Samuel aradığı emanetleri bulmuş gibiyken, Hrant kendini emanet gibi hissetmektedir. Karanlık basıp, insanlar evlerine çekilince, misafir odasında gaz lambası altında akşam yemeğini yerler. Yere döşek serilir. Odanın ortasındaki yüksek tezek sobası yakılır. Ev sahibi odasına çekilir. Tedirginliği süren Hrant, birlikte yattıkları emanet Samuel’i yatağın eliyle yoklayabileceği yerine yatırır. Hiç kimsenin köyü gezen iki Ermeni üzerine konuşmadığı, yanlış sorular sorarak içlerini acıtmadığı, ama herkesin her şeyi bildiği ortamın tedirginliğidir bu. Biraz da, Hrant’ın bilinçaltına yığdığı kişisel trajedisinin yarattığı korunma içgüdüsü. Yetim ve öksüz Ermeni çocukların has amcası Manuel Bakkalyan, ona emanettir. Yıllar sonra, “Onlara bizim bildiğimizi biz de onların bildiklerini anlamıştık. Ama tek cümle edilmiyordu” diyecektir Ermenilerin çıkardığı haftalık Agos gazetesinin binasında. Tezekler çıtır çıtır yanarken, her ikisi çıtır çıtır, bir ilahiyi seslendirir gibi uyurlar.

xxx

Hrant, yıllar sonra, Agos gazetesinda tarih ve acı kokan, her yanına iyilik sinmiş küçük bir odada hikâyenin devamını şöyle dillendirdi: “Ne kadar uyuduk bilmiyorum. Bir ara gözümü açtım. Karanlık. Elimle “emaneti” yokladım, Samuel Bey yatakta değil. Panik oldum. Usulca, ‘Badvili’ diye seslendim, yine ses yok… Emanet yok!” Yatakta doğrulup odayı tararken, gözüne teneke sobanın deliklerinden sızan ışık ilişir. Gözü alışınca iyice azalmış tezek ateşinin kolaylaştırıcılığında hareket halinde iki karaltı görür. Sobayı hizalayarak bakıp durumu anlamaya çalışır. Alacakaranlık bir oda. Teneke soba. Sobanın ötesinde birbirine sokulmuş, konuşan iki gölge. “Bay Samuel!” diye seslenip, Ermenice “Korkma! Buradayım” cevabıyla ferahlasa da tedirgindir. “Ne yapıyorsunuz?” diye yineler. Son ışıklarını sızdıran sobanın arkasından boğuk sesi duyulur Samuel’in: “Kardeşimi buldum! Kardeşimi buldum!” Şaşıran Hrant, içinden şüpheyle “Nasıl buldu kardeşini!” diye geçirir. “Kardeş” sözcüğünün mecazi anlamda kullanıldığını zanneder. El yordamıyla yanlarına gittiğinde, imam ile papazı birbirine sokulmuş Türkçe ve Ermenice zikreder veya ilahi söyler gibi ağlarken görünce ezberi bozulur. Badvili (papaz) “Bu benim has kardeşim” der, Ermenice… İmam, “Bu benim esas kardeşim” der Türkçe… İmam, “O hakikaten kardeşim” diyerek son ışıklarını söndüren teneke sobanın tanıklığında tarihe dilnot düşer.

xxx

Hrant yıllar sonra İstanbul’un ortasında şöyle anlatır: “Meğer bizim Samuel sokakta işaretleri ararken imam da kendince sözcüklerin izini sürüyormuş… Papaz ‘ bu ev… bu sokak…’ derken imam, başkaları duymasın diye duygularını içine atmış. Samuel’i uyandırıp Başlamışlar konuşmaya. Böylece, şu ev, bu sokak, şu tarih, bu ağaç derken, bizimki, ‘Mıgırdiç sen misin… Has kardeşim benim’ deyip sarılmışlar.  ‘Has, esas kardeş’ olduklarını anlayınca ağlaşmışlar. İmam bazı fotoğraflar, bir kaç Ermenice kitap, birkaç mektup çıkarmış gizlediği yerden.” İmam, durumun bilinmemesini isteyince, papaz ve Hrant oracıkta sır katibi olmuş. Sayılı gün tez geçmiş, birkaç gün sonra, imam ile papaz kardeşler vedalaşmış. Bir süre İstanbul’daki yetiştirme yurdu üzerinden mektuplaşmışlar. İmam şüphelenen büyük oğluna sırlarını açıklayınca, Samuel, bir zaman da yeğeniyle mektuplaşmış. Gel zaman git zaman, Samuel, aileyi Hıristiyan olarak Fransa’ya almak isteyince, imam kardeşi kabul etmemiş. Bir buçuk yıl sonra Samuel’in ölüm haberi gelmiş…

xxx

Bu yaşanmış hikâye 1969’lu (1971 olmalı) yıllarda geçer. İki kardeş, sarmaş dolaş ağlaşırken ağlamayan Hrant, şimdi “Keşke onların göz şahidi olduğumda genç olmasaydım da sırlarının ayrıntılarını öğrenseydim… Keşke tedbirli olmasaydım da onlarla ben de ağlasaydım” diyerek âh’ını “keşke” sözcüğüne yükler. Hrant, onların trajedisine, kırk yıl sonra gecikmiş olarak ağlar. Dört gün kaldıkları köyden aklında, çeşme başında kara üzüm yıkayan kara gözlü kız, görgülü yaşlılar, sokaklardaki işaretleri arayan Samuel’in hali, teneke sobanın deliklerinden sızan ışığın şahitliğinde birbirine sarılıp Türkçe ve Ermenice dua eder gibi ağlayan papazla imamın, ilahi-mevlit okur gibi yükselen hıçkırıkları kalır. Tanrıya  “has babamız”, ülkesine “has memleketimiz”, ekmeğe “has ekmeğimiz” diyen emanet Samuel’i hiç unutmaz. Hranta göre, Samuel’in köyünde bilinçaltındakileri bulması, suyun çatlağı(nı) bulmasıdır. Aradan Ermenice ve Türkçe yıllar geçer. Devletler zaman altından nice kötülükler yürütür. Doğu ile Batı, halklar ile halklar köprüsünün altından nice haram ve helâl sular akar. Hrant, İstanbul’un orta yerinde, “O su gibi, sızacak çatlağı(nı) bulmuştu” diyerek hikâyenin kıssadan hissesini dillendirir. Hikâyeyi dinleyen olayı şöyle özetler: “Coğrafyadan tarihe sızmak için çatlağını bulan su, haram bir yer altı suyudur. Çatlağını bulur bulmaz, önce dışarı sızmış, sonra tekrar içine kaçarak kaybolup gitmiştir. Kısık sesli bir ilahi gibi şırılçıplak akarak kadim doğaya karışmıştır…”

Bir Cevap Yazın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
[td_block_social_counter style="style8 td-social-boxed td-social-font-icons" tdc_css="eyJhbGwiOnsibWFyZ2luLWJvdHRvbSI6IjMwIiwiZGlzcGxheSI6IiJ9fQ==" open_in_new_window="y" block_template_id="td_block_template_1" social_rel="" facebook="sevonarsezo" manual_count_facebook="1407" instagram="sarioglusezai/" manual_count_instagram="6510"]