Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Bir Zamanlar Almanya’da

“Ne zaman bir tiyatro gösterisi, bir müzik abartılırsa Yahudi yapımı bir şey olduğunu görüyordum. Bunu abartanlar da Yahudilerdi. Birçok alanı ele geçirdikleri için tüm alanlarda birbirlerini kayırıyorlardı…” sözleriyle bir yandan iki kez ret cevabı aldığı Viyana Güzel Sanatlar Akademisi ile olan tarihi hesaplaşmasını yaparken, bir yandan da korktuğu ve nefret ettiği bütün kişileri ve grupları (modern sanatçılar, komünistler, entelektüeller…) Yahudi kimliğinde cisimleştirip imha edeceği ideolojisinin ipuçlarını vermekteydi Hitler, ‘Kavgam’ kitabında. Almanlar gibi geç de olsa sanayileşmiş ve kültürel sermayesi yüksek bir toplumun hangi saiklerle bu kavgaya katıldığı ve otoriteye boyun eğdiği tartışmaları hala güncelliğini korumaktadır. Bu korku imparatorluğu sadece Almanya’yı değil tüm dünyayı tehdit ederken Almanlar’ın ruh hali nasıldı peki? Anlayabildiğimiz kadar açıklamaya çalışalım.

İRADESİZLİKTEN DİKTATÖRLÜĞE

Taşıdığı politik istikrarsızlık ve hiperenflasyon gibi unsurlarıyla Nazi Almanya’sının oluşmasının müsebbibi olarak bilinen ancak sosyal, kültürel ve bilimsel alanda yarattığı Rönesans ortamıyla Ernst Bloch tarafından Atina’nın altın çağına benzetilen Weimar Dönemi sonrası oluşan ruh halinin en güzel tasviri Erich Fromm’dan alıntıyla, şu cümleyle özetlenebilir:

“İnsanlar aniden özgürleştiğinde derhal kendilerini yeniden esir edecek liderler seçerler.” 1. Dünya Savaşı sonrası alınan yenilginin diyeti olarak görülen ve ilanından itibaren halk tarafından istenmeyen çocuk muamelesi gören cumhuriyetin getirdiği özgürlük ortamı sonucu oluşan boşluktan çıkış konusunda insanlar, özgür iradeleriyle almak durumunda oldukları kararların sonuçlarından korkup iradelerini başka kişiye devretmeyi tercih etme yolunu seçmişlerdir. Riefenstahl’un ‘Triumph des Willens’ adlı propaganda filminde çocuklarını Führer’ine uzatma yarışına giren anne sahneleri iradenin ortak baba figürüne devrinin en sembolik hallerinden biri sayılabilir. “Parti, Hitler’dir! Hitler, Almanya’dır! Almanya ise Hitler’dir!” denkliğinde vücut bulan bu figüre karşı olmak ise Almanya’ya karşı olmakla eşdeğer sayılmakta, bilinçaltındaki toplumsal soyutlanma-dışlanma korkusu ise pratikte

Führer’e itaat şeklinde kendisini dışa vurmaktadır. Siyasi muhalifler (komünistler), asosyaller (fahişeler, akıl hastaları, engelliler…) ve ırksal olarak yabancılar (Yahudiler) olarak sınıflandırılabilecek olağan şüphelilere dahil olmayan herkes ‘değerli’ vatandaş statüsünde kabul edilme hakkına sahipti ve bu hakka sahip olmak için yapılması gereken tek şey gelmekte olan düzeni irrasyonel bir şekilde de olsa rasyonalize edip sürüye dahil olmayı seçmekti. Bu seçimin arkasındaki psikoloji, Nasyonal Sosyalistler’e sempati duymaya başlayanların fiziki olarak gergedana dönüşmüş olarak tasvir edildiği ve sonunda tüm toplumun gergedana dönüştüğü Eugene Ionesco’nun ‘Gergedan’ adlı oyununda muazzam bir şekilde verilmiştir. Bu ruh hali, içinde bulunduğu toplumda insan olarak kalmayı başarabilmiş son iki kahramandan biri olan Berenger’in sevgilisine “evlenelim, çocuk yapalım, onlar da kendi çocuklarına sahip olurlar. Temiz bir dünya kurarız” teklifine karşılık Daisy’nin yaptığı veda konuşmasında saklar kendini: “Bu durumda galiba bizim kurtarılmaya ihtiyacımız var. Anormal olan belki de biziz. Anormal olan belki de… Neşeli görünüyorlar, kendilerini iyi hissediyorlar derilerinin içinde. Çıldırmışa da benzemiyorlar. Son derece doğallar.”

UÇURUMUN KENARINDA SON ÇIĞLIK

Sophie SchollOtoriter yönetimler altında yaşamış kişilerin hepsinin kendisinden bir parça bulabileceği bu korkulu ruh haline rağmen tarihi katillerin yazmasına izin vermeyip teneke trampetini çalmaya devam eden Oscar’lar da mevcuttu Nazi Almanya’sında. Onlardan biri olan ve 22 yaşında giyotinle idam edilen Sophie Scholl’un mahkemedeki son sözleriyle noktalayalım: “Alman halkı ne yapıyor? Hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyor. Hitler’in peşinde körü körüne uçuruma gidiyor…Almanlar! Biz herkesin nefret ettiği ve insanların dışladığı bir toplum mu olacağız hep? Hayır!… Yüreğinizdeki kayıtsızlık örtüsünü yırtın! Nasyonal sosyalist görüşler insanlığa aykırıdır!”

FELÇ GEÇİREN MUHALEFET

Yöneticiler hakkında eleştiri yapmak, fıkra anlatmak gibi “siyasi suçları” yargılamak amacıyla kurulan özel yetkili mahkemeler, Reichstag yangını sonrası yürürlüğe konan ve suçluları yargısal işleme tabi tutmadan sorgulama-tutuklama hakkı getiren “Halkı ve Devleti Koruma Kararnamesi” ve Roma hukukundan beri gelen suçun şahsiliği ilkesine rahmet okutup devlet düşmanları ile akrabalık bağı olan kişilere de ölüm cezası getiren Sippenhaft gibi uygulamaların sistem karşıtlarında yarattığı kaçınılmaz duygu ise ölüm korkusu olmuştur. Bir felsefe profesörü ile sadece beş öğrenciden oluşan antifaşist Beyaz Gül grubunun eylemlerinin Nasyonal Sosyalist döneme ilişkin gösterilen direnişler arasında hala en bilinirler arasında yer alması, aktif muhalefetin niceliğini ve edilgenliğini gösteren önemli bir örnek sayılabilir. Bilinci açık olmakla birlikte hareket yetisini kaybetmiş felçli bir insana benzeyen Alman muhalefetinin korkusunun psikolojik karşılığını kendisi de toplama kamplarında kalmış bir psikoloji profesörü olan Viktor E. Frankl “af yanılsaması” kavramıyla açıklar. İdama mahkûm edilen bir insanın, infazdan hemen önce, son dakikada affedilebileceği yanılsamasına kapılması gibi muhalif kişiler de ellerindeki umut kırıntılarına dört elle sarılmışlar, sonlarının o kadar da kötü olmayacağına inanmışlardır. Hitler’in şansölye seçildiği 1933 yılında hala meydanlarda boy gösterebilen direniş hareketleri, kısa süre içinde istemsizce yeraltına çekilerek sönümlenmeye başlamış, sonrasında istisnai gruplar ve kişiler dışında pasif uysal bir hale girerek sonunu bekler hale gelmiştir. Örnek olarak toplumun nitelik olarak olmasa da nicelik olarak en etkin muhalefeti olan Sosyal Demokrat Parti liderleri Nazi rejiminin ancak askeri bir darbeyle yıkılabileceğini düşünürken, seçmenlerin hatırı sayılır kesimi karşılarındaki Leviathan’la başa çıkmalarının imkânsız olduğuna inanıp içe kapanmayı seçmişlerdir. Bir siyasi tutuklunun toplama kampından tahliye olduktan sonra verdiği şu demeç muhaliflerin genel ruh halinin özeti gibidir: “Mahkumlar sadece evlerine, eşlerine ve çocuklarına dönmek istemektedir ve artık siyasetle hiçbir şekilde uğraşmak istememektedirler.”

Naziler

İSTİKRARLA GELEN ÖDÜN

Günümüz Tv kanallarında ya da gazetelerinde “Zimbabve’de ekmeğin fiyatı 10 milyar oldu!” şeklinde ve biraz da karikatürize edilerek verilen hiperenflasyon ve yüzde 50’lere varan işsizlik, Weimar Dönemi Almanya’sında yaşayan insanların kâbusu haline gelmişti. Para yakarak ısınmanın kömür satın alıp yakmaktan daha ucuza geldiği, insanların alışverişe el arabalarıyla gittiği ancak dükkâna ulaşamadan paralarının değerinin düştüğü, Dünya Savaşı gazilerinin dahi caddelerde dilendiği ve halkın yarısının işsiz olduğu kötü ekonomik koşullar, Hitler Almanya’sının görünür eliyle tersine çevrilmiştir. Bununla birlikte işyerlerini duşlar ve daha iyi havalandırma sistemi gibi araçlarla daha konforlu hale getiren Schönheit der Arbeit (Çalışmanın Güzelliği) ile işçilere fabrikada dans gösterileri düzenleme, konser verme, kitap okuma vb. etkinlikler yapma olanağı sağlayan Kraft dur Freude (Eğlenerek Kuvvetlendirme) benzeri projelerle çalışanlar ve patronlar arası çatışma sönümlendirilip arzulanan “ulusal toplum”un temelleri atılmıştır. Artık insanlar kaybetmekten korktuğu maddi bireysel kazanımlara sahip olmaya başlamışlardı. Tam da bu sebepten dolayı Alman halkının hatırı sayılır kısmı ötekilere yapılan baskılara, kendilerine özel ilgi alanlarının peşine düşebilecekleri istikrarlı bir çerçeve sağlayan yönetime karşılık verilmesi gereken ödün gözüyle baktılar. Örneğin, 1938 yılında gerçekleşen kristal gecede açığa çıkan şiddetin gereksiz olduğunu düşünmelerine rağmen gerek Gestapo korkusundan gerekse de sahip olduğu göreceli ekonomik refahı kaybetme korkusundan dolayı sistemle zımni bir anlaşma yaparak bu düşüncelerini dile getirmediler. Nürnberg Duruşması filminde yemek masasında geçen sahnede soykırımdan haberi olmadığını belirttikten sonra hâkimin kuşkulu bakışlarına dayanamayıp “Hitler güzel şeyler de yaptı. Otoyollar inşa etti. Daha fazla insana iş sağladı.” diyen hizmetçidir biraz da Almanlar.*

*Bu yazı Mukavemet derginin 1. Sayısında yayımlanmıştır.

SON YAZILAR