Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Biden Öforisi

Amerikan halkı güveni yeniden tesis etmek için Joe Biden’a güvenmeye karar verdi. Biden’in, adı Donald Trump olmayan bir adamdan daha fazlası olup olmadığını zaman gösterecek.

Trump kaybetmekten nefret ettiği kadar başka hiçbir şeyden nefret etmiyor. Tarih onu, boşuna ikinci bir dönem daha görevde kalmayı amaçlayan diğer on bir “tek dönemli başkanlar kulübünün” üyeleri arasında anacak. Örneğin baba Bush ve Carter gibi isimler, ikinci kez başkan seçilememenin “kusuruyla” anılıyor.

Amerikalıların çoğu, Beyaz Saray’daki yalanlardan ve kaostan bıkmış bulunuyor. Donald Trump’ın neden olduğu moloz yığınını temizlemek ise yıllar alacak.

Biden’ı dağ büyüklüğünde birikmiş sorunlar bekliyor. ABD’de salgın, kontrolden yavaş yavaş çıkıyor. Ekonomideki kısmi iyileşme bir öforiye olanak tanımıyor. Sağlık sigortası açıkları, yasadışı göç, iç ve dış güvenlik ile ülkenin derin siyasi bölünmesi gibi meseleler devasa bir şantiye sahasını andırıyor.

Trump yönetimi, korona kriziyle mücadeleyi hem halk sağlığı açısından hem de ekonomik sonuçlar açısından tamamen askıya almıştı.

Trump’ın, “Test yapmaya son verin. Bu vakaların çoğalması anlamına gelir.” söylemi ile “Oyları saymayı bırakın, bu Demokratların kazanması anlamına gelir” demeci arasındaki habis diyalektik, demokrasiye inanmayan ve halk sağlığını hiçe sayan otokrat Homo economicus’un çarpık anlayışını ele veriyor.

Joe Biden, zengin banliyölerden gelen oylar sayesinde önemli eyaletlerde kazandı. Eğitimli, varsıl, kentsoylu orta sınıf Biden’ı tercih ederken, taşra Trump’a sadık kaldı. Bu durum, taşranın, sittin sene de geçse, değişmeyen muhafazakâr kodlarını bir kez daha teşhir etti. Biden’in kazanmasıyla birlikte, sağ ve sol arasındaki kültür savaşı daha da sert geçecek olan bir sonraki raunda girmiş bulunuyor.

At izinin it izine karıştığı kaotik dünya ortamında güçlü liderliğe gereksinim duyulurken, Amerika adeta tükenmişlik sendromuna yakalanmış bir hasta izlenimi veriyor.

Her zamankinden daha fazla bölünmüş olan ülkede, seçimden sonra bile siyasi uçurum daha da derinleşti.

Biden yönetiminde, Amerikan dış ve güvenlik politikasına muhtemelen kadın eli değecek. Joe Biden’ın, ABD’nin kültürel çeşitliliğini temsil etmek istediği öteden beri biliniyordu. Başkan yardımcısı Kamala Harris, bu etnik ve kültürel çeşitliliğin temsiline ilişkin kuvvetli siyasi iradenin sembollerinden biri haline geldi.

Harris, en yüksek ikinci ofisi elinde tutan, Hint kökenli, koyu tenli ilk kadın olacak. Amerikan siyasi tarihi, Afro-Amerikan kökenli kadınların en üst düzey siyasi pozisyonlarda ne kadar nadir olduğunu gösteriyor.

Biden Harris’i sağ kolu yaparken, bir yandan etnik azınlıkların partisinin önemli bir seçmen grubu olduğu bilinciyle hareket etti. Diğer yandan, Zeitgeist’in (zamanın ruhu) aksine yarışa yaşlı bir beyaz adamla girmeyi güçlükle kabul eden partisinin isteklerini de karşılamış oldu. Bu nedenle Biden’ın kadınlar ile etnik azınlıkların temsilcilerini çeşitli kilit pozisyonlara ataması olasıdır. Ancak partinin sol kanadı da kilit koltuklar için talepte bulunuyor.

Dört yıllık Trumpizm, ”fake” (sahte) liberal demokrasinin tüm kuram ve kurumlarıyla konsolide edildiği bir dönem olarak tarihe geçti.

Trump dönemi, uluslararası sahnedeki otokratlar için bir nimetti. Beyaz Saray’ın yumuşak gülümsemesi, Moskova’dan Manila’ya, Pyongyang’dan Riyad’a, Ankara’dan Kahire’ye ve oradan Pekin’e uzanan liderler yelpazesi için alışılmadık bir hediye niteliği taşıyordu.

Otokrasinin uluslararası meşrulaştırılması ve liberal demokrasinin kötürüm hale getirilmesi için Moskova ve Pekin arasındaki ideolojik savaşta, Trump en iyi ihtimalle tarafsız, en kötü ihtimalle Vladimir Putin ve Xi Jinping’in müttefiki oldu.

Trump bana Alfred Jarry’nin yazdığı tiyatro oyunundaki Kral Übü (le roi Ubu) karakterini anımsatıyor. 1896’da sahneyi fetheden Alfred Jarry’nin “Kral Übü”sü, şimdilerde siyasi sahneyi ikinci kez fethetmeyi deneyen Trump’a çok benziyor.

Kral Übü iktidar hırsı yüksek biridir. Karısı Übü anayla birlikte zamanla doymak bilmez Makyevellist tiranlara dönüşürler. Vergi vermeyen köylüleri acımasızca infaz eden, dürüst devlet görevlilerinin çoğunu hapse attırıp idam ettiren Übü, asa niyetine elinde bir tuvalet fırçası, grotesk bir karakter olarak betimlenir.

Gerilim ve kutuplaşmadan kendine yaşam alanı (Lebensraum) kotarmış tüm tiranlar gibi, o da absürdü (saçma) yaratan koşullardan ve umutsuz ruh hallerinden faydalanır. Yaşamın, ihanetlerin, iktidar istencinin, kısacası “dünyevi” olan ne varsa hepsinin metaforu bu grotesk tipleme, yirminci yüzyıl başının iki büyük savaşa gebe gerilim ortamında rahatlıkla devinir.

Übü, cahil, iktidarın periferisinde yıllarca bekletilen, dışlanmış, mağdur adamın iktidarın merkezine doğru ilerleyişini sembolize etmektedir. Kral Übü’yü bu bağlamda, ülkemizdeki bazılarının iktidara yürüyüşünün “insicam-ı ecmeli” olarak okumak mümkündür.

Joe Biden’ın kazanmasıyla birlikte, uluslararası sahnenin güçlü muhafazakâr aktörleri, akrabaları olmasa da en azından “vaftiz babaları” sayılan Donald Trump’ın yasını sadece kısa bir süreliğine tutacak. Bu hamasi milliyetçiler, yanaklarında kuruyan küçük bir gözyaşı damlasını ertesi gün hemen silmeyi başaracaklar.

Çünkü, küresel ölçekte sağlama aldıkları düzenekleri ertesi gün de tıkır tıkır işlemeye devam edecek.

Amerika’da kim kazanırsa kazansın ertesi gün bir havai fişek gösterisine tanıklık edeceğiz. Biden kazanmasıyla birlikte finansal piyasaların çökeceğini iddia eden Trump, bunun gerçekleşmemesinin derin hayal kırıklığını yaşıyor.

Üstelik Biden 21 Ocak’a kadar iktidara gelmeyecek. Bu ara dönemde sokaklar kan ırmaklarına dönmeyecek. “Söylentiyi al, haberi sat” ilkesiyle çalışan borsa, bu “fetret döneminin” de yönetilmesi gerektiğine dair söylentileri şimdiden kazanca çevirmeyi başardı.

Oysa, ülkemizde “ertesi gün” ancak karanlık senaryolarla tarif ediliyor. Depremin ertesi günü, evsizlik, ölüm, açlık ve soğuk anlamına geliyor. Damadın sunumlarının ertesi günü, daha fazla yoksullaşma ve ulusal paranın değer kaybı anlamına geliyor. Doların yükselmesinin ertesi günü, daha düşük alım gücü, iflaslar ve işsizlik anlamına geliyor. Hükümete eleştirinin ertesi günü, ev baskınları ve eziyet anlamına geliyor. Ev baskınının ertesi günü, yüzde gözde morluklar, elde, belde kırıklar ve gizli tanık garabetleriyle tutuklanma anlamına geliyor. Reisin konuşmasının ertesi günü, uluslararası alanda daha fazla yalnızlık ve kutuplaşma anlamına geliyor. Çünkü Erdoğan hükümeti, son yıllarda yalnızca uluslararası güç dengesine dayanan bir dış ilişkiler anlayışını teşvik etti.

Amerikan demokrasisi, gücün gücü, erkin erki, iktidarın iktidarı denetlediği liberal denetim ve denge fikrine dayanıyor. Temsilciler Meclisi ile Senato arasındaki denge bunun somut örneğidir.

Ülkemizdeki “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ise herhangi bir denetim ve denge anlayışıyla oluşturulmadı. Kurumsal ve partizan kutuplaşma, Türk tipi başkanlık sisteminde, sistemin felci lehine otokratik sapmalara yol açtı.

Kutuplaşma, devletin eylem kapasitesini azaltarak, marjinal siyasi güçlerin devlet kurumlarının sınırlarında, ama erkin çekirdeğinde yoğunlaşmasını sağladı ve böylece siyasi oyunu anayasal sınırların dışına taşırdı.

MHP’nin yüzde sekizlik, Vatan partisi ve BBP’nin yüzde 0,2’lik oyla iktidara ortak olmaları bu yoğunlaşma tezini destekliyor.

Kendisine yalan kutsallıklar atfedilen devlet, artık her vatandaşına eşit mesafede durmuyor, daha çok hamasete ve ayrımcılığa enerji ve kaynak ayırıyor.

Neredeyse iç savaşın musallat olduğu, bölünmüş bir ülkede deprem gibi felaketler bile artık toplumdaki derin bölünmeyi gizlemeye yetmiyor; aksine onu, kimi zaman alçaklık boyutlarında, görünür kılıyor.

Düzenin müteahhitleri, ayakları bataklık çamurunun içinde, yiyecek kaynakları azaldığı için birbirlerine saldıran timsahlar ordusuna dönüştü.

Deprem, büyük bir denge ve uyumla işleyen iktidar düzeneklerinin dişlileri arasında öğütülen bir kesim vatandaşın çürük düzenle bir şekilde gerçekleşen “suç ortaklığı”nı da ortaya çıkardı.

Daha fazla rant için binanın kolonlarını kestiren, depremzedelere gelen yiyeceği dükkanında satan, “gavur İzmir’e oh oldu” diyen anlayış, toplumdaki derin çürümenin tezahürü haline geldi.

Biden’in seçilmesiyle birlikte Türkiye’deki muhalefetin pupa yelken iktidara yürüyeceği iddiasında bulunmak, yıkıcı iyimserlik taşıyan bir beklenti anlamına geliyor. Çünkü, Biden partinin sağ kanadından geliyor ve siyasi analizciler tarafından neredeyse “cumhuriyetçi demokrat” biri olarak niteleniyor. Bunun üstüne Amerikan pragmatizmini eklerseniz, ortaya nasıl bir dış politika yönetimi çıkacağını şimdiden tahmin edebilirsiniz.

Erdoğan dış politikada tutarsız adımlar atarken bile muhalefeti, “partiler üstü ülke çıkarları” savıyla arkasında toplamayı başardı.

Bir kahramanlık antolojisine dönüşen tarihsel anlatı, dış politikanın sahne dekoru haline geldi.

Muhalefet, her defasında, milliyetçi cinnet geçiren toplumun siyasi kodlarıyla ters düşecek hamleler yapmak ile oy kaygısı arasında bir ikileme zorlandı. Bu durumda, değil Biden, feriştahı bile gelse bir şey yapamaz.

Muhalefetin Erdoğan’ı dış politika alanları dışında bir mindere çekmesi gerekiyor. Üstelik muhalefetin, örneğin Rojova, İran’a yaptırımlar, S400’ler, Libya, Mavi Vatan, Soykırım gibi konularda ayrıca ikna edici bir çözüm önerisi bulunmuyor. “Komşularla sıfır sorundan, sıfır komşuya” uzanan süreçte muhalefetin tutumu, Ares’çi dış politika paradigmasının teyidinden öteye gitmedi. Zira aritmetik hesaplar üzerine kurulu siyasi proje daha fazlasına olanak tanımıyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR