Merhaba, geçtiğimiz hafta Kitaba Dair’in konuğu Beno Kuryel’di. Beno Kuryel Hoca’yla Doruk Yayınlarından çıkan “Bilme Arzusu Bilim, Matematik, Teknoloji ve Psikanaliz Üzerine Düşünsel Üretimler” başlıklı kitabı üzerine sohbet ettik.
Mete Kaan Kaynar: Beno Hocam, Bilme Arzusu Bilim, Matematik, Teknoloji ve Psikanaliz Üzerine Düşünsel Üretimler Doruk Yayınları’ndan çıktı. Öncelikle, böyle bir kitabı yayın dünyasına kazandırdığınız için teşekkür etmek istiyorum. Çalışmanız özellikle matematiğe çok faklı bir açıdan -toplum bilimleri çerçevesinden- bakmamamıza imkân veren bir çalışma. Kendi adıma, matematiğin tarih, felsefe ve toplum bilimiyle bu derece iç içe olduğunu bilmiyordum. Bu açıdan kitabınızı okumak kişisel olarak da bir eksiğimi giderme imkânı verdi, teşekkür ederim. Beno Hocam, çalışmanızda sorduğunuz ilk sorulardan biri “İnsanın doğayla ilişkisi doğal mıdır?” sorusu. Sohbetimize bu soruyla başlayabilir miyiz, doğayla ilişkimiz doğal mı toplumsal mı?
Beno Kuryel: Öncelikle doğayla olan ilişkimizi doğal mı toplumsal mı gibi bir iki parçaya ayırmak oldukça güç çünkü aynı zamanda psikanalitik de diyebilirim. Bugün, sahilde yaptığım yürüyüş sırasında denize atılan çöpler nedeniyle denizin kirlendiğini gördüm, bu doğrultuda sizin sorduğunuz soru ile ilgili olarak aklıma gelen ilk şey şu oldu; insanın doğa ile olan ilişkisi doğal değil fakat bu ilişkinin doğal olmaması yine bizatihi doğanın kendisinden kaynaklanan bir durumdur. Çünkü insan da doğanın bir parçası olarak vardır. Dolayısıyla insanlar doğanın bir parçası olarak doğa ile ilişkilerini sürdürebilmek adına diğer insanlarla bir arada yaşamak durumundalar. Bu nedenle de insan yaşamı dediğim şey toplumsal bir dinamik içerisinde gerçekleşiyor. Bundan dolayıdır ki insanlar doğanın bir parçası olduklarının pek bilincinde değiller, insanlar daha çok kendilerinin doğanın efendisi olduklarını zannediyorlar. Dolayısıyla insanın doğa ile ilişkisinin toplumsal olduğunu ve insanın doğanın bir parçası olduğunu göz ardı etmeden hareket etmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Örneğin, insanlar denizi kirletmekte bir zarar ve yanlış görmüyor çünkü doğayı kendilerinin kullanımına sunulmuş bir hizmet olarak görüyorlar. Dolayısıyla burada bu ilişkinin toplumsal, ekonomik olduğunu ve belirli bir psikoloji çerçevesinde oluşa geldiğini görebiliyoruz. İnsanların kendilerini doğanın efendisi kabul ederek sınıfsal, ideolojik olarak örgütlenmişlerdir. Dolayısıyla insan doğanın bir parçası olarak toplumsal bir büyüklüktür. Mesela insanlar matematiğin de doğada var olduğuna inanıyorlar, bu çok yaygın bir kanı. Bu doğrultu da insanların matematiği doğada zannedecek kadar doğadan uzaklaşmış bir halde olduğunu söyleyebiliriz.
Hocam çalışmanızda defaatle üzerinde durduğunuz konulardan bir diğeri de çizgisel ve devinimsel (dinamik zamana bağımlılık) düşünce. Bu çerçevede çizgisel düşünce de her şeyin bir nedeni olduğu, devinimsel düşüncede her şeyin bir öyküsü olduğunu belirtiyorsunuz. Bu benim çok hoşuma giden bir betimleme oldu; ilerleyen zamanlarda size referansla kullanacağımdan emin olabilirsiniz. Öncelikle çizgisel-devnimsel ve nedensel-öyküsel kavram setleriyle ne kastettiğinizi sonra da daha spesifik olarak matematiğin devinimsel olarak kavranmasından ne kastettiğinizi sormak istiyorum.
Bir önceki sorunuzdaki konu da olduğu gibi düşünürsek insanın doğa ile olan ilişkisinin toplumsal olduğunu vurguluyoruz. Fakat bu yanıtı sadece insanın doğa ile olan ilişkisi doğal mıdır toplumsal mıdır sorusu üzerinden ele aldığımızda ve sadece toplumsal dediğimiz zaman doğal olanı çok fazla ihmal etmiş oluyoruz. Oysa burada karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Bu nedenle her türlü dünya görüşünün ve o düşüncenin tekabül ettiği yaşam tarzının, yaşam tarzı içinde insanların verdiği mücadele bir çizgi üzerinde ilerlemez. Dolayısıyla bir çizgi üzerinde ilerlemediği gibi tarih evrilirken bir lineer olmayan yapı takip eder. Bu tanımlama konuyu biraz tekniğe indirgiyormuşum gibi bir algı yaratabilir fakat bu tamamen metaforik bir ifade biçimi. Zaman içerisinde sürekli evrilen, dönüşen bir hayat yaşıyoruz. Evrimsellik dediğimizde sadece Biyoloji aklımıza gelmemeli, politikadan ekonomiye bilimin her alanı, var olan her şey evrilmektedir. Bunun yanı sıra nedensellik olarak karşımıza çıkan bir felsefe var, peki bunun nedeni nedir? Bu soru yanlış bir soru olabilir mi diye sorarsak, cevabım elbette hayır. Her şeyin bir nedeni vardır anlayışına ulaşmak ciddi bir problem yaratıyor. Her şeyin bir nedeni vardır dediğimizde neden sonuç ilişkisi içerisinde saplanıp kalıyoruz bir anlamda. Neden-sonuç ilişkisi bazı olguları anlatmak ve anlayabilmek için bir modeldir fakat bu ilişki çerçevesinde sonuç geriye dönüp söz konusu nedenin nedeni haline gelebilir. Bundan dolayı biz olaylara baktığımız zaman bu lineer olmayan yapı dediğimiz şey ile olayların kaotik bir yapı içerisinde oluşa geldiğini anlatmaya çalışıyorum. Örneğin, bilimsel bir çalışma yapmayı amaçlayan bir birey bu araştırma sırasında hiç planlamadığı bazı durumlarla da karşılaşabilir dolayısıyla bu noktada söylemek istediğim şey neden sonuç çerçevesi içerisinde doğrudan doğruya indirgemecilik yapıyor oluşumuzdu. Ben, bu durumu epistemolojik bir hata olarak görüyorum. Burada, yanlış ve hata gibi kavramsal zeminlerde de ilerlemek istemiyorum, bu nedenle bunu daha çok açıklayıcı olmaktan uzak anlamında söylemeye çalışıyorum.
Hocam çalışmanızda “…toplumsal dinamiklerin tarihsel evrimi söz konusu olduğunda özellikle doğa bilimleri ve matemati[ğin]” pek önemsenmediğini, “Özellikle pozitivist paradigmanın egemen olduğu son iki yüzyılda bu anlayış[ın] hem toplum içinde hem de akademide hüküm sürmüş” olduğunu, “…nesnellik yanılsamasının ideolojik yönü[nün] bilim ve matematiğin toplumsal örgütün birer bileşeni olduğunu gölgele[diğini] belirtiyorsunuz. Bu tespitiniz okuyucularımız için biraz daha detaylandıranız mümkün olabilir mi?
Memnuniyetle, öncelikle bazı ön yargıları tartışmak zorunda olduğumuzu belirtmeliyim. Günümüzde dahi akademi içerisinde pozitif bilim ve negatif bilim ayrımı çok belirgin, ben bunun çok ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum. Tabii ki kimse negatif bilim olarak adlandırma yapmaz fakat pozitif bilim denildiğinde diğer bilimler negatif zeminde düşünülmüş oluyor. Öncelikle böyle bir ayrım söz konusu olamayacağını belirtmeliyim. Fakat bu ayrım egemen bir ayrımdır çünkü doğa bilimleri alanına felsefeyi karıştırmak istenmiyor. Oysa doğa bilimleri üzerinde bilim ve matematik felsefesi çalışmaları sonsuz sayıdadır. Bu çalışmalar çok zengin bir literatür de yarattı. Fakat bu gündelik yaşamın bilimsel araştırmasına bilimin bir kurum olarak örgütlendiği kurumlar içerisine yansımaz. Zaten doğa bilimleri günümüzde bilimsel yöntem olarak tarif edilen muammanın bir etkisi olarak, deney ve gözleme dayandığı için ortaya çıkan sonuçlar tümüyle objektiftir anlayışı vardır. Benim böylece ulaştığım nokta şudur; bilim objektif değildir, bilim objektif sonuç yaratmayı amaçlar. Bizler bilime objektif dediğimiz de bir anlam da bilimi putlaştırmış oluyoruz. Hâlbuki bir bilim insanı mümkün olduğunca objektif olma amacındadır ve kendisini tamamen objektif sunması bir yanılgıdır. Bilim, bilimsel araştırmanın bağlı olduğu paradigmadan, gündelik yaşamın etkilerinden, bilim kültüründen, bilimin, ekonominin, siyasetin ve genel kültür anlayışlarının, bilime yapılan finans kaynağından bağımsız değildir. Dolayısıyla bilim laboratuvarda yapılan veya dört duvar arasına sıkışmış bir bilim insanı tarafından yapılan bir şey değildir. Tüm bunlardan dolayı bilimin kendisi nesneldir diyemeyiz, yalnızca bilim nesnel olmaya çalışır. Bilim nesneldir dediğimiz de pozitivist bir ideolojinin çerçevesinde düşünmeye başlar ve dolayısıyla felsefeyi sadece bir genel kültür kapsamı içerisinde değerlendiren bir bakış açısına sahip oluruz. Bu tarz bir düşüncesinin bugün dünya genelindeki akademide hâkim olduğunu görebiliriz.
Hocam kitabınızın çok önemli bir bölümünü matematiksel düşünenin evrimine ayırmışsınız, matematiksel düşünce geçmişten günümüze hangi uğraklardan geçerek geliyor, okuyucularımız için de özetlemeniz mümkün olabilir mi?
Tabii ki, matematik tarihi dediğimiz şey bizatihi matematiksel düşüncenin evrimidir diyebiliriz. Çok çeşitli ansiklopedik bir matematik tarihi yazıcılığı da mümkündür. Fakat biz bugün incelediğimiz de ise matematiğin dünya çapında sadece batı kaynaklı ve Avrupa merkezli bir ideoloji çerçevesinde değerlendirildiğini görebiliriz. Diğer bir değişle, matematik anlayışında çok belirgin bir Eurocentrism vardır. Bugün değişimin bilimi olarak ifade ettiğimiz Türev ve İntegral’in sonsuz küçük düşünceye dayandığını sadece 1600-1700 yılları arasında ortaya çıkan bir düşünce olarak algılayamayız. Newton ve Leibniz’e dayandıramayız, çünkü bu Hint ve İslam matematiğinin sonsuz küçüğü dair çok eski dönemlere dayanan görüşlerini yok saymak anlamına gelecektir. Dolayısıyla matematiksel düşüncenin evrimi dediğimiz de matematiğin bir yerden başladığını ve dönüştüğünü vurgulamıyorum, çünkü nereden başladığını bilmiyoruz, bilemeyiz de. Bu noktada evrimi ve dönüşümü sadece gelişme ilerle anlamında kullanmıyorum, bir değişim olarak kullanıyorum. Özellikle Rönesans dönemi ile birlikte matematiğe yalnızca bir araç olarak bakıldığını söyleyebiliriz. Bu yolla matematik yalnızca yönteme indirgenmektedir. Günümüz de ise en çok sorun yaşanan problemlerden birisi de matematik kaygısıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde bu kaygıları inceleyen doktor kliniklerinin açıldığını biliyoruz. Bu durum, bu matematik anlayışının yansımasına tipik bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, matematiği doğada olan bir şey olarak kabul etme anlayışının etkisiyle oluşan matematiğin bizim dışımızda olduğu ve bizim onu anlamaya çalışacağımız algısının da etkisi vardır. Bu platonist bakış açısı o kadar egemen ki tüm dünyadaki mühendislik fakültelerin de mühendislerin matematiğe sadece araç olarak baktığını görürsünüz. Bu anlayış ve kültür matematik kaygısını da beraberinde getirir. Sizin sorduğunuz anlamda matematiksel düşüncenin evrimine baktığımız zaman çok farklı boyutlar vardır. Bunları sınırlı süre içerisinde ele almak çok güç, fakat Matematiğe yalnızca bir sayı sistemi olarak bakamayız Matematik aynı zamanda şekiller arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla bunlar öğrencilere çok farklı yöntemlerle aktarılabilir ama biz bugün az önce bahsettiğim düşüncelerin alışıla gelmiş içeriği ile dersleri vermek zorunda kalıyoruz. Bu durum bizlerin Matematik Felsefesine, matematiksel düşüncenin tarihine ve evrimine yer verecek imkân bulamıyoruz. Bu konular ancak entelektüel sohbetlerde, ders dışı etkinlikler de kendilerine yer bulabiliyor. Ben elimden geldiğince bu konuları Matematik derslerinde çok kısa biçimlerde yer vermeye çalışıyorum. Matematiksel düşüncenin evriminde en önemli noktalardan birisi ise Matematiğin bir dil olmasıdır, Matematik bir dildir. Dolayısıyla Matematiğin yüz yıllar içerisinde nasıl oluşa geldiğini dil üzerinden anlamakta mümkündür. Örneğin; cebir dili, geometri dili vardır, bunların her biri dildir çünkü her bir dil anlam taşır. İkinci olarak ise Matematiğin en önemli özelliklerinden birisi insanın soyutlama yeteneğini geliştirmesidir çünkü tümevarımsal değil tümdengelimsel bir yapıya sahiptir.
Matematiğin “tarih-dışı” ele alınması ve matematiğin “problem çözümünden” ibaret olarak değerlendirilmesinin yanlışlığından bahsediyorsunuz. Bu çerçevede “Tarihdışı[lığın] mevcut anda bireyin kendisini tarihsel süreçte sanmama yanılsaması” olduğunu belirtiyorsunuz. Matematiğin tarihselliği ve matematiğin problem çözümüne indirgenemeyeceğinden kastınız nedir, özetlemeniz mümkün olabilir mi?
Tabii ki, bu söylediğim sadece Matematik için geçerli olan bir şey değil her şey için geçerli. Son 300 yılda bilmediklerimiz ile ilgili ortaya koyulan sayısız yeni boyutun çerçevesinde insanlar branşlaşmak durumunda kalmak zorunda oldular. Bu alanlara ve alt alanlara ayrılma bilimin kapsamı içerisinde kaçınılmazdır, bu kabul edilebilir bir durum çünkü eğer bir sonuca ulaşmak hedefindeysek tabii ki derinleşmek zorundayız. Fakat burada her branş içine giren insanın bütün bilime kendi branşı çerçevesinde yabancılaştığını söyleyebilirim. Dolayısıyla birey bu durumda tarih dışında kalıyor ama bu öyle bir yanılsama ki birey branşı içerisinde kendisinin tarihin bir parçası olduğunu sanıyor. Büyük resmi göz ardı edip uzmanı olduğu alan çerçevesinde dünyaya bakıyor. Kendisinin tarihin dışında değil içinde yer aldığı yanılsaması da bu bakış açısından kaynaklanıyor.
Matematiğin bir kültür olduğunu ve onun tarihsel ve felsefi bir bağlamda ele alınması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu çerçevede ilkokuldan üniversiteye kadar tarih öğreniminde nasıl bir bakış açısı hâkim olmalıdır sizce?
Her şeyden önce matematik dünyada teknolojinin yeniden üremesini sağlayan en önemli ham maddelerden birisidir diyebilirim. Bütün dünya için günümüzde Matematik derslerinin içeriğinde yer alan bütün konular doğrudan doğruya buna hizmet edebilecek insanların yetiştirilmesine yöneliktir. Bunun için direkt bu yöntem yanlıştır diyebileceğimiz bir durum yok ama problem bu konuların içeriği ile ilgili değildir. Yani Matematik öğrenimi nasıl olmalıdır diye incelediğimizde matematiğin şu ya da bu konusu değiştirilmelidir diyemeyiz. Bunun için bu konuların aktarılış biçimi ve matematik denildiğinde neyin anlaşıldığını tartışmalıyız. Bu dünyada tartışılıyor, örneğin; Imperial Collega’de mühendislik fakültesi ile eğitim fakültesi arasında mühendislere matematiğin nasıl daha etkin anlatılabileceğine ilişkin çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların mevcut eğitim düzeni içerisinde bazı değişimlere uğraması da zordur çünkü insanlar bugünkü hâkim matematik ideolojisi içerisinde yetişiyorlar. Buna ek olarak mevcut kaynaklarda birtakım değişiklikler yapılmalı ki bunlar da maliyetli projeleri gerektiriyor. Bundan dolayıdır ki bunların tümünü kökten değiştirmek çok hayalperest bir yaklaşımdır. Ayrıca matematik hoclarının kendi aralarında bu konuları tartışmalarında yarar var fakat bu gelenekten de yoksun durumdayız. Genel olarak bu konuların tartışılmasının bir süreklilik haline gelmesini istememe eğilimi var çünkü zaten hali hazırda var olan bir egemen olan bir paradigma var. Bu paradigma çerçevesinde bu tarz konuları tartışmak dünya çapında bir gelenek değil. Fakat elbette, bu tarz tartışmaların yapıldığı yerler mevcut. Örneğin, Matematiğin Sembolizm, kültür ile ilişkisi yani bir etno-matematik çerçevesi içerisinde bakıldığı zaman son derece değerli çalışmalar var. Fakat bu noktada da bütün bunların genel bir yapı şeklinde etkili olması, yerleşmesi mümkün değil çünkü Kapitalist sistem son derece pragmatiktir ve kendisini yeniden üretebilmek adına gerekli gördüğü insanların yetişmesini sağlamaya çalışır. Tabii ki çok değerli mühendisler, ekonomistler ve birçok farklı branşta çok değerli isimler yetişiyor fakat bu yapının yerleşmesi mümkün olmuyor. İnsanlar kendilerini geliştirebilir fakat Thomas Kuhn’un da dediği gibi belirli bir paradigma içerisinde yaşamını sürdüren bir insana o paradigmayı anlatmak çok güçtür. Dolayısıyla benim bu eserimdeki önerilerimden bir tanesi bu tür bir geleneğin toplumlar da tartışıla gelmesini sağlamaktır.
Beno Hocam, sohbetimizi tüm misafirlerime sorduğum mutat bir soruyla bitirmek istiyorum: Bundan sonra Beno Kuryel okuyucuları hangi çalışmanızı okuyacaklar; sizi bundan sonra hangi kitabınızla programımıza davet etme şansını yakalayacağız.
Bu konuya dair çeşitli düşüncelerim, planlarım var. Yıllardır hem üniversiteler hem liselerde ve dijital ortam gibi çok farklı mecralar da Ege Üniversitesi’nin bir etkinliği olarak matematik sohbetleri gerçekleştiriyorum. İlerleyen dönemde bu sohbetleri bir kitapta toplama çalışması yapabilirim. Bunun dışında, Mühendislik Matematiği için çok fazla kitap yazıldığı için, bir kitap yazmaktansa ders notları olarak bu konudaki notlarım bir kitap olarak birleştirmeyi düşünüyorum. Fakat bu eser saf bir matematik kitabı olmayacak, içerisinde Matematik Tarihine, Felsefesine ilişkin tartışmalar yer alacak. Nitekim bu tartışmalar yapıldığında insanların Matematik ile olan ilişkilerinin çok değişeceğine inanıyorum. Son olarak da bir ders kitabı olarak matematiğin araçsallaşmasının tartışıldığı bir eser ortaya koymayı da düşünüyorum. Hangi çalışma ortaya çıkarsa çıksın mutlaka sizinle buluşacağız diyebilirim.
Umarım hocam, ben katılımınız için çok teşekkür ediyorum.