Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

“Ben Enkazdan Çıkalı 21 Yıl Olmuş”

Ben enkazdan çıkalı 21 yıl olmuş… Bu anımı hiç yazmamıştım. Sadece o güne tanıklık edenler ve yakınlarım bilir.

Gözlerimi açtım henüz karanlıktı. Günlerden 17 Ağustos, onu biliyordum nasıl unuturum doğum günüm! Ama saati bilmiyordum. Sabaha karşı olmalıydı. Gündüz babamla tartışmıştık. Ona dargındım. Bu sebeple annemin yanında yattım o gece, babam da benim yatağımda yatmıştı. Uyandım, annem yanımda uyanıktı. Kafamın hemen üstünde yatağın ahşap başlığı gardolabı tutuyordu. Neden o gardolap düşmüştü? Odaya bi’şey olmuştu, hiçbir şey yerinde değildi. Biraz mahcup babama seslendim, “babacıııım” ….. “ babacıııııım” ses gelmiyordu. Sesimi duymuyor olabilir miydi? Bu sefer bana seslenen birini duydum, sesimi duyan biri vardı: “Sibel kızım bu tarafa gel.” Kalkamıyordum ama sürünerek sese doğru gittiğimde serin havayı hissettim ve alt komşumuz Gökalp Amca’yı gördüm. Deprem oldu dedi, evimiz yıkıldı…

Ben enkazdan çıktığımda babam henüz enkaz altındaydı. Annemi sabaha karşı çıkarmıştık. Sabaha karşı, ısınmak için kullandığımız sanayi tüplerinin etkisiyle bizim enkazda çıkan yangın henüz annemin olduğu tarafa sıçramadan az önce… Annemi Gölcük Donanma Hastanesi’ne götürdük. Hastane dediğime bakmayın, aklınıza öyle temiz çarşaflar doktor, hemşire filan da gelmesin. Yıkık dökük bir binanın ıslak bahçesine atılmış yer yataklarında yaralısını yatırmaya çalışan, korkmuş, dolu ceset torbalarıyla yan yana duran, aklı henüz yerine gelmeye çalışan, kalbi enkazda kalan canlarında yüzlerce insanın olduğu bir yerdi. Bizim için o an o yer nimet olsa bile…

İşte öyle bir ortamda dönemin Cumhurbaşkanı helikopteriyle indi, yanında kuvvet komutanları vardı. Ambulanslar durdu, hayat durdu o an… Beyefendi bize geçmiş olsun diyor. Etrafıma baktım, herkes önünde eğiliyor, dilekleri kabul ediyor elini sıkıyor. Sanki birkaç saat önce o felaket yaşanmamış gibi, evleri başlarına yıkılmamış, canlarını toprak altında kaybetmemiş gibi. Bir kadın, sıra ona geldiğinde öfkesini, acısını haykırdı, hesap sordu, kendince ağır laflar etti ve sordu “neden geldin, sen geldin ambulanslar durdu, git git ambulanstakiler gelsin, ne yüzle cüret edersin geçmiş olsun demeye, geçen bi’şey yok, benim babam halen göçükte!”  Sonra ‘geçmiş olsun’u kabul edenlere döndü sordu “neden kabul ediyorsunuz canlarınız halen göçük altındayken, çıplak ayaklarınızla, aç midelerinizle, ölümden yeni dönmüşken bu dilekleri”

O kadın yedi gün boyunca göçükte babasını bekledi. O kadın 17 Ağustos’ta yani tam da doğum gününde enkazdan çıktı. Şimdi her 17 Ağustos’ta, her depremde, her adaletsizlikte yaşıyor bu öfkeyi. O kadını yakından tanıyorum çünkü o kadın benim… O halkı, ‘geçmiş olsun’u acısı tazeyken kabul edenleri, o gün de anlamadım bugün de… Biz acılarını unutan, hesap sormaktan korkan, her şeye şımarıkça sahip olmaya çalışan, bizden uzakta her şey yaşanabilirmiş gibi duyarsız, bana dokunmayan yılan bin yaşasınla mutlu insanlar topluluğuyuz. Depremden depreme ‘neden’ demekle olmuyor, yaşarken her şey yolundaymış gibi gözükürken neden diye sormasını bilmeden de bir şey düzelmeyecek. Tarım alanlarına verilmiş izinler sayesinde yapılmış evlere imar affıyla yani yasal rüşvetle evler yapılırken NEDEN diye sormadık. Evlerin kaçak yapılan kısımlarının artık legal olmasına sevindik. İmar affı neden çıktı hangi amaca hizmet ediyor NEDEN diye sormak aklımıza geldiyse bile kişisel çıkarlarımıza hizmet ettiğinden sustuk. 17 Ağustos depreminin ardından alınmaya başlayan deprem vergilerini de sorgulamadık. Bir ülkede deprem oluyorsa Kızılay orada olmalıydı zaten, deprem vs. afetler için yedek akçe olmalıydı, yeni bir vergi için bahane olabilir miydi NEDEN diye sormadık.

17 Ağustos 1999 Yalova ardından 12 Kasım 1999 Düzce, 23 Ekim 2011 Van, 30 Ekim 2020 İzmir depremlerini yaşadık. 13 Mayıs 2014 Soma Faciası 301 madenci öldü, 301 ailenin ocağı söndü. Omuz omuza verdik, dayanıştık, vatandaş vatandaşın yarasını sardı, peki tam da bu günler için toplanan vergiler neredeydi, biz vatandaş olarak ödemiştik, bu vergi toplanmıştı peki tam da kullanmanın zamanı geldiğinde ama kullanılmadığında NEDEN diye sormadık. Muhalif siyaset bunu görmüş ve araştırılması için imza toplamış bunu meclise sunmuştu, deprem vergileri araştırılsın diye verilen önergelere ret çıktığında da NEDEN diye sormadık.

Vakti zamanında alınmayan önlemleri yumurta kırılınca sorgulamak, ah bak gene olmadı demek, beceriksizler yine beceremediler demek, oturmasaydın yıkık dökük evde olmasaydın madenci demek, Allah’ın takdiri demek, demek demek hep demek ama zamanında hiç görmemek, duymamak, hesap sormamak, uzak şehrin insanlarının acısını izleyip kendi başına gelmediği için şükretmek, acımak, benim başıma gelmez diye düşünmek, ama başkasının acısı da olsa acıyı sahiplenmemek, yaptığı yardımla vicdan rahatlatmak sonra unutmak olanı biteni ama sonra yeniden hep yeniden tekrar tekrar yaşamak… Biz hazırladık bu sonu, seçimlerimizle, korkaklıklarımızla, bencilliğimizle, duyarsızlıklarımızla hazırladık. Hep bir kurtarıcı bekledik, bizim yerimize hesap soranlar var yoksa da başkası hesap sorsun kolaycılığına sığındık. Hayatı yaşama, vatandaş olma, halk olma, insan olma sorumluluğundan kaçtıkça daha kötüsü başımıza gelmeye devam edecek. Biz ‘dur’ demedikçe, ‘neden’ demedikçe başımıza gelene bizden çalınanlara rıza göstermiş olacağız.

21 yıl… Dile kolay…

Bu 21 yılda yapılaşma ve şehirleşme ahlakı ve sistemi değişti mi?

Bu 21 yılda cebimizden çalınanları çalanlar değişti de biz değiştik mi?

Bu 21 yılda zamansız sorular sorma pratiğimiz değişti mi?

Bu 21 yılda yıkılan binalar altında yitirdiğimiz canların acısı değişti mi?

Sanma zamanla değişecek, sanma acılar geçecek, sanma bir kahraman çıkacak ve al hakkın bu diyecek, sen değiş, ben değişeyim, benler biz olmadıkça halk kendi gücünün farkına varmadıkça, hesap masaya gelmeden sen öngörmedikçe daha çok faturalar ödeyeceğiz.

Atasözümüzde dediği gibi ‘Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye!’ Geçmiş olsun hesabını sormadıklarımıza… Bundan sonra sorabilmek umuduyla…

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR