13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 maden işçisinin katledilmesiyle sonuçlanan iş cinayetinin bir duruşması daha 24 Mayıs 2021’de görüldü ve 14 Haziran 2021’e bırakılmasına karar verildi… ülkemizdeki en ölümlü iş cinayeti olmasının yanında sermaye, siyaset, sarı sendika ilişkisinin de gizlenemez biçimde açığa çıktığı bir katliamdır Soma Katliamı…
2015’te başlayan yargılama sürecini yürüten ve bir parça da olsa mağdur ailelerin içini ferahlatacak, bundan sonraki iş cinayetlerinde de emsal olabilecek bir karar verme aşamasında olan mahkeme heyeti değiştirildi… bu mahkeme heyetinin verdiği karar üst mahkeme de onaylandı; fakat üst mahkemedeki üye değişiklikleri ve itiraz sonrası karar bozularak yeniden Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi…
yeni mahkeme heyetinin vereceği kararın ailelerin, yaralı kurtulan işçilerin ve iş cinayetlerine karşı savaşım verenlerin beklentilerini karşılamayacağına yönelik ciddi endişeler var… bu nedenle de mağdur avukatları mahkeme üyeleri hakkında ‘reddi hakim’ talebinde bulundular.
belleğimiz
zamanın insan belleği üzerinde yıkıcı, yok edici etkisi olduğunu düşünüyorum; yani insan unutmaya meyilli bir canlıdır… bu unutma insanın yaşadığı acılara, yoksunluklara, ölümlere direnmesinin de bir yolu sanırım. fakat 301 insanın canını alan, onlarcasını yaralayan, sakat bırakan bir iş cinayeti/ katliamı toplumsal bir nitelik de taşıdığı için bireylerde olduğu gibi unutulmasını anlamakta zorlanıyorum… çünkü toplumsal bellek/ hafıza bireylerinki gibi değildir, olmamalıdır… türküler, ağıtlar, sanat, daha güzel bir dünya düşü için verilen kavga da toplumsal belleğin unutmadığını, unutturmadığını gösteriyor… buna bir de sınıf savaşımı veren örgütlerin belleğini eklememiz gerekir…
iktidar ve sermaye (hatta sarı sendika) bireyin unutmaya meyilli olması üzerinden yürüttüğü Soma Katliamı davasında şimdilik (kısmen) başarılı olmuş görünüyor… çünkü duruşmalar aylara, yıllara yayıldıkça bireylerin ve toplumun ilgisi, sahiplenmesi azaldı, azalıyor… bunda korona salgının, ülkemizdeki ‘popüler’ gündemin etkisi vardır mutlaka. fakat sosyal medyada da Soma Davası’na yönelik ilgi eksikliği belirgin biçimde görülüyor…
kazanımları
ülkemizdeki benzer örneklerine göre Soma Davası’nın önemli kazanımları olduğunu da teslim etmeliyiz. 103 madencinin öldüğü Armutçuk Grizusu’na, 263 madencinin öldüğü Kozlu Grizusu’na, 30 madencinin öldüğü ve dönemin Çalışma Bakanı’nın “güzel öldüler” sözüyle utanç olarak tarihe geçen Karadon Grizusu’na tanık olmuş; Yeniçeltek, Ermenek, Dursunbey, Afşin, Mustafa Kemal Paşa gibi birçok maden bölgesinde yaşanan madenci katliamlarını medyadan izlemiş biri olarak Soma kazanımlarıyla da anılmalıdır diye düşünüyorum…
bir iş cinayeti sonrası ilk kez patronlar ve (kamu yöneticileri dışındaki) sorumlular uzun süre tutuklu kaldılar… ilk kez mağdur aileler siyasi, dinsel, ekonomik vb. baskılara rağmen direnip davanın peşini bırakmadılar… kimisi 5 yıldır, kimisi 16 yıldır haklarını alamayan madenci ve madenci aileleri ülkedeki tüm olumsuz koşullar ve baskıya rağmen direnerek yaklaşık 6 bin madenci ve madenci ailesinin geriye dönük haklarını almalarını sağladılar… elbette yetmez ve bununla avunacak değiliz. siyasal muhalefetin iktidar karşısındaki etkisizliği ve dağınık durumu, sendikal örgütlenmenin dibe vurduğu, direnme ve savaşım geleneği dahi olmayan madencilerin ve mağdur ailelerinin 7 yıldır ısrarla davaları izlemeleri, geriye dönük hakları için Ankara yollarına düşmeleri ve “Öyle mi alay komutanı” seslenişiyle sisteme yönelik tepkilerini görünür kılmaları önemlidir… en önemlisi iktidarın parti devletine dönüştüğü bir durumda sorunlarının çözümünün yerelden merkeze doğru uzanması gerektiğini gösterdiler bizlere…
kuruyan kalbimiz
kişisel olarak yerine getiremeyeceğimiz, nesnel gerçekliğimizle uyumlu olmayan hiçbir sözün verilmemesinden, atılmamasından yanayım… verilen sözün, atılan sloganın da sonuna kadar sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum. ister birey olarak, ister içinde bulunduğumuz siyasi, ekonomik, sınıfsal örgütler olarak verdiğimiz sözü, attığımız sloganı bir kez olsun unuttuğumuz veya ihmal ettiğimizde bizim de unutma/ unutturma sürecimiz (hatta acılar karşısında önceliklerimiz ve seçiciliğimiz) başlamış demektir… bunun adı çürümedir…
Soma Katliamı sonrası en çok attığımız slogan ‘Unutursak kalbimiz kurusun’du… bu slogan iktidara yönelik olarak “unutmayacağız, hesabını soracağız” anlamına gelirken, mağdur ailelere, yaralı kurtulan madencilere ve acıyı duyumsayanlara karşı da “unutmayacağız, sizin yanınızdayız” anlamına geliyordu… unutmak isteyen, unutmaya gönüllü olan onlarca bahane bulabilir, üretebilir, bulduğu bahanelerle kendini ferahlatabilir. fakat “unutursak kalbimiz kurusun” sözünü söylediğimiz gerçeğini değiştirmez…
siyasi, kültürel, etnik, ideolojik, örgütsel, dinsel çok sayıda gerekçeyi Soma Katliamı’nı görmezden gelmek için saymak olanaklıdır… bunun ahlaki ve vicdani sorumluluğu kişilere ve ait oldukları yapılara aittir… fakat 7 yıldır Soma’da direnmeye çalışan, her mahkemeye giden, baskılar ve tehditler karşısında susmayan insanları yok saymak, toptancı bir yaklaşımla veya örgütsel seçicilikle öncelik sırasından çıkarmak kalbimizin kuruduğunu gösterir…
24 mayıs 2021’deki duruşmada sanık avukatlarından biri mahkeme heyetine dönerek “burada mağduriyet yaratmaya çalışıyorlar” dedi… kimler mağduriyet yaratmaya çalışıyor; eşi, babası, oğlu, kardeşi madende öldürülmüş aileler… bu kışkırtıcı, bu acımasız, bu insafsız söz hakkında uyarı yapmayan mahkeme tepki gösteren ailelere ve avukatlarına uyarı yapıyor…
kalbimize sahip çıkmamız, vicdanımıza sahip çıkmamız, sözlerimize sahip çıkmamız gereken bir kötücül çağdayız… bu yüzden işçi sınıfından yana olanlar olarak birbirimize de sahip çıkmamız gerekiyor.