Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Bayram Koca ile “Uç Tarz-ı Siyaset” ve Kürtler

Merhaba, geçtiğimiz hafta Kitaba Dair’in misafiri Bayram KOCA’ydı. Bayram Hocayla İletişim Yayınları’ndan çıkan Kürtler Aslında… Uç Sağın Kürtlere Bakışı kitabı üzerine sohbet ettik.

Kitaba Dair Bayram Koca min

Mete Kaan Kaynar: Bayram Hocam öncelikle elinize kolunuza sağlık. Bu sizin doktora tezinizin üzerinde tekrar tekrar çalışarak husule getirdiğiniz kitabınız. Ben de jürinizdeydim. Tez hali de çok güzeldi, kitap hali de çok güzel. Tez halindeki eleştirilerim de kitap halinde devam ediyor. Ben hemen, eleştirilerimden ve kitabın isminden hareketle sorularımı yöneltmek istiyorum. Hocam, çalışmanızda “Uç Sağ”ın “Kürt Sorunu”na bakışını “güvenlik”, “kimlik” ve “kalkınma” eksenlerinde ele alıyorsunuz. Çalışmanızın, ele aldığınız soruna dair farklı bir bakış açısı getirdiği ve bu konudaki bir boşluğu doldurduğu aşikâr. İlk sorum da doğrudan doğruya kitabın başlığına ilişkin olacak. Kitabınız, “Kürtlerin Aslında” ne olduklarını mı yoksa sizin “uç sağ” olarak tanımladığınız kesimin onlara bakışını mı özetliyor?  Kitabınızın başlığında bir ironi olduğunu düşünebilir miyiz; demem o ki, uç sağ olarak adlandırdığınız şovenist kesimlerin Kürtlere bakışını ortaya koyarak “Kürtlerin Aslında… “…ne olmadıklarını” “…nasıl değerlendirilmemeleri, görülmemeleri” gerektiğini mi göstermeye çalıştınız?

Bayram KocaBayram Koca: Bu güzel sorunuz için teşekkür ederim Hocam. Öncelikle size özel bir teşekkür etmek isterim. Hem derlediğiniz Türkiye’nin 1950’li, 1960’lı, 1970’li Yılları’nda bana yer vermeniz hem de jüride baştan sona bu tezi en yakından takip edenin siz olmanız sebebiyle.  Zaten 50’ler 60’lar 70’ler tam olarak bu tezin tam anlamıyla dönemini oluşturuyor. Bu nedenle bir nevi tezin de altyapısını oluşturdu. Bu çerçevede benim kadar sizin de emeğiniz çok. Dolayısıyla bana yönelttiğiniz her eleştiride, eleştirilerinizi kendinize de çevirmiş gibi oluyorsunuz (Gülüyor.). Dediğiniz gibi başlık ironi ile oluşuyor. Bu, “Benim de Kürt arkadaşlarım var!” der gibi uç sağın -milliyetçi ve sağcıların kısaca- “Kürtler aslında…” diyerek Kürtleri belirli bir çerçevede değerlendirmesi. “Siz aslında Kürt değilsiniz; Türksünüz.” diyerek Müslüman-Türk unsurunun, milliyetçiliğin bir parçası şeklinde ele alması şeklinde de değerlendirebiliriz. Benim burada yapmaya çalıştığım aslında şuydu: Genel itibariyle literatüre baktığımızda literatür daha çok Kürt Hareketi üzerinden ele alınmış ya da devlet ve Kürtlerin ilişkisi çerçevesinde tartışılmış. Özellikle Soğuk Savaş süresince sol hareket içinden Kürtler tartışılmış ama uç sağın Kürtlere yaklaşımı konusunda literatürde bir boşluk söz konusuydu. Ben de bu çerçevede konuya odaklandım. Tabii, bunun şöyle de bir güzelliği söz konusu: Bugün Soğuk Savaş şartlarında, Ülkü Ocaklarında, Milli Türk Talebe Birliği’nde, Komünizmle Mücadele Derneklerinde yetişmiş insanlar aslında bugünkü AKP ve MHP olarak Türkiye’ yi yönetmekte. Dolayısıyla Soğuk Savaş Dönemi’ndeki uç sağın Kürtlere bakışı aslında bugünü anlamlandırmak için de bize altyapı sağlıyor. Bu çerçevede tezde farklı yaklaşarak uç sağın yaklaşımını ele aldım. Dediğiniz gibi başlığı da tamamen bir ironi olarak değerlendirebiliriz. Uç sağın Kürtlere yaklaşımı çerçevesinde bulunmuş bir başlık. Başlığın da isim babası Tanıl Bora’dır. Buradan da kendisini selamlıyorum.

Kurtler AslindaMadem Tanıl Bora’yı andık; “Uç Sağ” kavramına da gelelim. Çalışmanızın ilk bölümünde “Türk Sağının Uç Hali” başlığıyla Türk Sağının “Üç Hali” içinde onun “Uç Hali” ni tanımlıyorsunuz.  Bu Üç Hal/Uç Hal- Üç Sağ/Uç Sağ benzetmelerini nasıl özetlersiniz?

Tanıl Bora Hoca, Türk Sağının Üç Halini kısaca Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık olarak belirtir. Bununla beraber, üç hali katı-sıvı-gaz olarak ele alır ve üç halin birbiri içerisinde olduğunu öne sürer. Muhafazakarlık aslında, DP’den AP’ye ANAP’a günümüze kadar getirdiğimiz merkez sağı temsil eder. Milliyetçilik; 1960’larda kurulan Ülkücü Hareket ve MHP’nin günümüze gelen şeklidir. İslamcılık ise Millî Görüş, Erbakan’la başlayan bugünkü Saadet Partisi’ne, AKP’ye kadar gelen akımdır. Tanıl Bora bu üç akımın iç içe olduğundan bahseder. Ben ise onun “üç hali”ne katılmakla beraber kitabımda bazı şerhler düşüyorum. Aslında Türk sağını belirli kavramlar çerçevesinde merkez ve uç olarak ikiye ayırabileceğimizi öne sürüyorum. Örneğin merkez sağa baktığımızda kendini daha pragmatik şekilde ele alabiliriz. Çerçevesi daha yumuşaktır, şartlara, döneme ve konjonktüre göre değişebilir. Uç sağ dediğimiz gibi milliyetçiler ve İslamcılar arasında daha doktrinerdir. Çerçevesi daha net çizilmiştir. Merkez sağ kendini biraz kalkınma üzerinden var eder; icraat vurgusu yüksektir. Soğuk Savaş süresinde özellikle Küçük Amerika olma hedefindedir. Yol yapalım, baraj yapalım, fabrika yapalım… şeklinde öne sürdüğü vaatleri vardır. Uç sağ ise bunlarla çok uğraşmaz, daha çok dini ve milli değerlere vurgu yapar. Önemli olan milli kimliktir, yerli ve milli olmak çerçevesinde yaklaşır. Dolayısıyla belirli kavramlar üzerinden merkez ile uç sağın ayrılabileceğini öne sürüyorum. Çalışmamda da bunu temellendiriyorum şeklinde özetleyebilirim.

Peki, çalışmanızda uç sağ olarak tanımladığınız siyasal kesimi, bir sosyal bilim kavramı olarak “faşist” diye ele almayı tercih etmemenizin nedenleri nelerdir? Uç sağın faşizmden ayrılan yapısal farkları, eksiklikleri, fazlalıkları… nelerdir?

Strateji Dusuncesi
Ali L. Karaosmanoğlu- Ersel Aydınlı. (2020), Strateji Düşüncesi Kuram Paradoks Uygulama, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Ali Karaosmanoğlu ve Ersel Aydınlı hocaların derledikleri bu çalıma strateji kavramını teori, tarih ve eğitim gibi üç farklı yönden ele almaktadır. Çalışmada stratejinin iki klasik unsuru üzerinde durulmakta ve strateji kavramı “…siyasi ve askeri güç ya da sadece güç” olarak ele alınmaktadır 20. yüzyılda klasik anlayışa paralel olarak strateji kavramına daha geniş ve daha kapsayıcı anlamlar yüklenmiş olsa da çalışmada yer alan makaleler strateji anlayışını klasik bir çerçevede ele almayı tercih etmişlerdir. Bu açıdan, çalışmada strateji “…teşkilatlanmış şiddet uygulaması veya tehdidi ile siyasi amaçlar arasındaki irtibat, köprü olarak” tanımlanmıştır. Bir başka değişle strateji çalışmada “…askeri gücü siyasi etkinliğe çeviren bir süreç” olarak ele alınmıştır.
Çalışma stratejik sorunlar kavramına da değinmekte ve onu “…siyaset ile savaşın operatif katmanı arasındaki kırılmalar hattı üzerinde” ele almaktadır. Çalışmada ayrıca, strateji kavramının anlamı, işleyişi, Türkiye ve diğer orta büyüklükteki devletler için stratejik alternatifler, “büyük strateji”, “milli güvenlik” kavramının gelişimi, “askeri strateji”, Barış koruma stratejisi, stratejik bakış açısıyla terörizm gibi konulara yer verilmiştir Kitap, genel okuyucudan ziyade araştırmacıların ve strateji konusunda çalışacak olan akademisyenlerin ilgisini çekecek oldukça yetkin bir çalışmadır.

Burada aslında uç sağ kavramını kullanmam konusunda jüride sizin de eleştiriniz vardı, hatırlıyorum. Tezde ne faşist sağ ne müfrit ne aşırı sağ ne radikal sağ olmak yerine ben uç sağ kavramını tercih ettim. Bunun da sebebi şuydu: Türk sağını kabaca ikiye bölüyorum. Bir merkez dediğimiz merkez sağ var; muhafazakarlığı temsil ediyor. Burada daha çok ana akımı temsil eder. Uç sağ ise kenarda kalmıştır. Tanımım tamamen merkezde olanlar ve kenarda kalanlar çerçevesinde. Müfrit, aşırı, faşist sağ dediğimizde ise aslında biz sağa belirli bir yargı çerçevesinde yaklaşıyoruz. Ben ise belirli yargı çerçevesinde daha objektif, nesnel, daha akademik yaklaşmaya çalıştım. Sağ kendini nasıl tanımlıyor onun üzerinden ilerlemeye çalıştım. Bu çerçevede de 1945’ten 1980’e kadar Soğuk Savaş sürecinde yayımlanan yaklaşık 35 tane gazete ve dergiyi taradım. Mehmet Şevket Eygileri, Nurettin Topçuları, Necip Fazıl Kısakürekleri taradım, meclis tutanaklarına baktım, ülkücülerin İslamcıların anılarını okudum, görüşmeler yaptım. Tam olarak uç sağ Kürt meselesinde ne düşünüyor, onların diliyle, onların kendilerini nasıl tanımladığı ile ele almaya çalıştım. Bu nedenle müfrit, aşırı, faşist sağ kavramlarını kullanmadım; bunun yerine uç sağı tercih ettim. Uç sağı ilk kullananlardan biriyim -İlker Aytürk ve Tanıl Bora kullanıyordu- kavram umarım tutar diyelim; eleştiri gelirse de başımız gözümüz üstüne Hocam (Gülüyor.).

Çalışmanızda Osmanlı/Türkiye’de milliyetçiliğin ve İslamcılığın ortaya çıkışı ile ilgili olarak iki farklı yerde aynı cümleyi kullanmayı tercih ediyorsunuz. “Bu topraklarda Türk Milliyetçiliği ideolojisinin ortaya çıkışı Osmanlı’nın son döneminde başlamış ve esas olarak II. Meşrutiyet döneminde devam etmiştir.”  İlgili bölümlerde sözünüzü bir an önce Cumhuriyet dönemine taşımak istediğiniz, bununla beraber milliyetçiliğin ve İslamcılığın Osmanlı dönemini pas geçtiğiniz görülüyor.  Bu elbette doğru bir tercih ama yine de sizin Uç Sağ’ı tanımlarken kullandığınız bu temel kavramların soy kütükleri Osmanlı Dönemi’nin Üç Tarz-ı Siyaseti bağlamına yerleştirilip ele alınabilir miydi? Şimdi düşündüğünüzde Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaseti ile kitabınızda ele aldığınız “Uç Tarz-ı Siyaset” arasında bir çizgi çekebiliyor musunuz?

Modern Secim Kampanyanlari
Aytuğ Mermer Üzümlü (2020). Modern Seçim Kampanyaları ve Politik Pazarlama Amaçlı Halkla İlişkiler Nobel Bilimsel Eserler.
Aytuğ Mermer Üzümlü’nün kaleme aldığı bu çalışma 2012 yılında Ankara Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünde savunulan Siyasi Partilerin 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu Kampanyaları Örneğinde Siyasetin Kişiselleşmesi başlıklı tez çalışmasına dayanmaktadır. Yazarın, yüksek lisans tezini gözden geçirerek eklemeler, çıkartmalar yapması, tezden kitaba doğru geçişte çalışmanın kalitesini bir çıta daha yükseltmiş görünüyor. Üzümlü tezinde, Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumunu temel alırken, kitapta 1983’ten 2010’a kadar seçim kampanyalarının tamamını politik pazarlama amaçlı halkla ilişkiler bağlamında analiz edilmeye çalışmaktadır. Çalışmanın bu kesiminin biraz daha detaylandırılması ve somut verilere daha fazla yer verilmesi daha iyi olabilirdi.
Çalışmanın ilk bölümünde, siyasal iletişim ve politik pazarlama kavramlarına yer verilirken yazar, takip eden bölümde, pazarlama amaçlı halkla ilişkiler kavramını, son olarak da modern seçim kampanyalarının temel dinamiklerini tartışmıştır. Modern Seçim Kampanyaları başlıklı bu çalışma, medya ve siyaset konularında çalışan araştırmacılar ve öğrenciler için önemli bir kaynak kitap niteliğindedir.

Aslında burada şunu yapmaya çalıştım. Sizin de Türkiye’nin 1960’lı Yılları kitabında Tarık Zafer Tunaya’ya referansla dile getirdiğiniz üzere II. Meşrutiyet dönemi Cumhuriyet’in laboratuvarıdır. Bu çerçevede milliyetçiliği, İslamcılığı, liberalizmi, feminizmi, sosyalizmi biz II. Meşrutiyet’te buluruz. Ziya Gökalp olmaksızın, Mehmet Akif olmaksızın biz ne bugünkü milliyetçiliği ne de İslamcılığı anlamlandırabiliriz! Kökünü II. Meşrutiyet’te bulma önerinize tabii ki katılıyorum; ama ben burada şunu yapmaya çalıştım: takdir edersiniz ki bu bir doktora teziydi, odaklandığı dönem de Soğuk Savaş’tı. Haliyle ben de Soğuk Savaşın kendine özgü şartlarına odaklanmaya çalıştım. Neticede II. Meşrutiyet, Osmanlı’daydı, çok uluslu bir imparatorluk vardı. Soğuk Savaş’ta ise modern bir ulus devletten bahsediyoruz. Ayrıca Soğuk Savaş sürecinde dünya Doğu bloku ve Batı bloku olmak üzere ikiye bölünmüştü. Türkiye Batı blokunda yer alıyordu dolayısıyla komünizmle mücadele temel meselelerden biriydi. Milliyetçilik ve İslamcılık da çok temel. Hatta kendilerini komünizme karşı ülkeyi savunmak için yerli ve milli gençler olarak görüyorlar. Komünizmle mücadeleyi de milli dava olarak ele alıyorlar. Bu çerçevede -komünistler devletin bekasını yıkmaya çalışıyor anlayışıyla- devletin bekası ve komünizm vurgusundan kaynaklı olarak Soğuk Savaş’ın kendi konjonktürü çerçevesinde milliyetçiliği ve İslamcılığı değerlendirmek istedim. Tabii II. Meşrutiyet’e bir selam görmekle beraber, esas vurguyu Soğuk Savaş’ta tutmaya çalıştım.

Çalışmanızın sonuç bölümünde gerçekten itinayla hazırlanmış bir tablo var. Bu, bir nevi çalışmanızın da hülasasını oluşturuyor. Bu tabloyu da göz önüne alarak okuyucularınıza Seküler Türkçü-Turancı ve Ana Akım Milliyetçiler, Ana Akım İslamcılar ve Radikal İslamcılar olarak adlandırdığınız Uç Sağ Kesimlerinin, yani şovenizmin farklı branşlarının Kürtlere bakışlarını özetlemeniz mümkün olabilir mi?

Tabii Hocam, bir nevi de aslında bana kitabın tamamını sormuş oluyorsunuz (Gülüyor). Elimden geldiğince özetlemeye çalışacağım. Dediğiniz gibi ben uç sağı kendi içerisinde dörde böldüm; Milliyetçiler ve İslamcılar olarak ise ikiye ayırdım. Milliyetçileri; seküler Türkçü-Turancılar ve ana akım milliyetçiler; İslamcıları ise ana akım İslamcılar ve radikal İslamcılar olmak üzere ikiye ayırdım. Kısaca seküler Türkçü-Turancılar 1930’lardan başlayan, Nihal Atsız’ın başını çektiği, daha çok Turancılığı hedefleyen, Turan ülküsü çerçevesinde hareket eden, bu çerçevede İslam’a daha mesafeli, seküler insanlardan oluşmakta; 1970’lerin sonunda sönümleniyor bu hareket. Milliyetçiliğin içinde de kıyıda kalan aslında, uçun da uçu oluyor. Seküler Türkçü- Turancıların kimlik, kalkınma ve güvenlik konusundaki görüşlerini birer cümleyle ve kendi ifadeleriyle bu tabloda ele almaya çalıştım. Kürtlerin kimliğini tanıma çerçevesinde seküler Türkçü- Turancılar, Kürtlerin özbeöz Kürt olduğunu öne sürerler. Ama burada olumlu değil; negatif bir tanıma söz konusu. Türkler üstün ırk olarak görülüyor ve Nihal Atsız’ın ifadeleriyle “Biz nasıl çingeneleri Türk olarak kabul etmiyorsak Kürtleri de Türk olarak kabul edemeyiz. Çünkü Kürtler aşağı ırk, tembel ve pistirler.” şeklinde ele alınıyor. Eğer biz onları Türk olarak kabul edersek Türklüğümüze halel gelir, pir-ü paklığımız gider şeklinde görüyorlar. Ondan dolayı biz Türk’üz onlar Kürt’tür. Kalkınma meselesine yaklaşımları da kimliğe yaklaşımla benzer durumda. Doğu’nun geri kalmasının sebebini tembel Kürtlerdir olarak görüyorlar. Yani kısaca şöyle özetleyebiliriz: Aslında devlet Doğu’ya yatırım yaptı, fabrikalar açtı, barajlar açtı, lise bile açtı -Nihal Atsız’ın ifadesiyle- ama Kürtler tembel olduğu için nasıl Ege’nin köylüleri, Karadeniz’in köylüleri çalışıp kalkınmışsa Kürtler de kalkınabilirdi fakat “tembel” oldukları için Doğu geri kalmıştır anlayışı söz konusudur. Güvenlik meselesine baktığımızda ise seküler Türkçü- Turancılar Kürt meselesinin mesele olarak devam etmesi durumunda devletin bekasını, Turan ülküsünün bekasını tehdit ettiğini öne sürüyorlar. Bu çerçevede de bir an önce Kürt meselesinin çözülmesini istiyorlar.

Uc Sagin Kurt Meselesine Yaklasimi

Ana akım milliyetçileri ise 1960’larda başlayan Alparslan Türkeş’in başını çektiği ülkücü hareket, MHP şeklinde günümüze kadar gelen yapı olarak ele alabiliriz. İslam’la daha haşır neşirdirler. Milliyetçilik içinde de ana akımı temsil ediyorlar. Onların kimliğe yaklaşımı aslında seküler Türkçü-Turancılara bir cevap gibi. Seküler Türkçü-Turancılar Kürtler özbeöz Kürt’tür derken; ana akım milliyetçiler Kürtler özbeöz Türk’tür diyorlar. Galip Erdem, Orhan Türkdoğan, Mehmet Eröz, Fahrettin Kırzıoğlu gibi akademisyenler “bilimsel bir şekilde!” Kürtlerin uzun uzun Türk boyundan geldiğini açıklamaya çalışıyorlar. Türkiye’de Kürt yoktur, dolayısıyla Kürt sorunu da yoktur diyorlar. Buna paralel olarak Türk boyundan gelen bu insanların dış mihraklar -o dönemin dış mihrakı Sovyetler- tarafından kandırıldığını söylüyorlar. Kalkınma meselesinde Doğu’yu ve Güneydoğu’yu biz kalkındıracağız şeklinde bir söylemleri vardır ama ana akım milliyetçilerinin doğuya yönelik kalkınma söylemi çok cılızdır, daha çok lafta kalmıştır. Herhangi bir icraata dönüşmemiştir.

Aslında Ana akım milliyetçilerin “Kürt diye bir şey yoktur, Kürtler kendi kimliklerini unutmuş Türklerdir.” söylemi bir dönemin eğitim hayatına damga vuran yarı-resmi devlet söylemidir. Kürtlerin adı Kürt yoktur, çıkardıkları kart kurt sesinden kaynaklı Kürt olarak kalmıştır gibi zırvalıklar da bu dönemin tezahürüdür.

Modernlesmenin Zihniyet Dunyasi
Besim F Dellaloğlu (2021). Modernleşmenin Zihniyet Dünyası Bir Tanpınar Fetişizmi, Timaş Yayınları.
Başlığına bakarak çalışmayı, Ahmet Hamdi Tanpınar üzerine yapılmış, sistematik bir biyografi çalışması olarak düşünmek yanlış olur. Aksine Dellaloğlu’nun bu çalışması, Tanpınar’dan hareketle Türkiye siyaseti, sosyolojisi, tarihi ve edebiyatı üzerine bir zihin jimnastiği özelliği taşımakta. Tanpınar çalışmanın konusu değil, tabağı, hareket noktası…
Çalışmada, Türkiye akademisyenlerinden ulus devlete, Türkiye’de aydın olmaktan sosyolojiye, muhafazakarlığa… birçok konu ele alınmakta. Kitap içerisinde benim dikkatimi çeken -ve hatta çoğunlukla da altına imza atabileceğim- bazı satırları burada da paylaşmak isterim. Örneğin yazar, bugün bambaşka bir dünyada yaşadığımızı, üniversite- akademi- sosyoloji vb. hepsinin birer “meslek”, “kariyer” haline geldiğinin altını çizmekte, departmanlaşmanın, aşırı uzmanlaşmanın da elbette bunların sonuçları olarak ortaya çıkmakta olduğunu belirtmektedir.
Ayrıca çalışmada Türkiye’nin bir “ulus devlet” olmaktan çok bir “devlet ulus” olduğu yargısı da paylaşılmaktadır.
Dellaloğlu kitabında roman sosyoloji birey ilişkisi üzerinde durulmakta ve birey ortaya çıkmadan romanın ortaya çıkamayacağını vurgulamaktadır.
Çalışmada benim ilgili çeken bir başka husus “kültürel Müslümanlık” kavramıdır. Dellaloğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın din anlayışını bu kavram çerçevesinde yorumlamaktadır.
Kitapta modernleşmenin ele alındığı bölüm de oldukça dikkate değerdir. Yazar modernleşmenin “modernlikte belli bir ilişki kurma tarzına tekabül ettiğini” vurgulamaktadır.
Dellaloğlu’nun bu kitabı, benim gibi Ahmet Hamdi Tanpınar meraklısı okuyucuların olduğu kadar; sosyoloji, tarih, edebiyat ve siyaset ile ilgilenen genel okuyucular için de oldukça faydalı bir eser.

Evet Hocam, haklısınız ki sadece ana akım milliyetçilerin de günahını almayalım. Devlet söylemi de bu şekildeydi. Örneğin Cemal Gürsel’in 27 Mayıs Darbesi sonrası devlet başkanı olarak Diyarbakır’a yaptığı bir gezide Diyarbakır halkıyla meşhur bir konuşması vardır. Halka nüktedan bir şekilde “Siz Türk’sünüz, size Kürt diyenlerin yüzüne tükürün!” der. Ana akım milliyetçilerle resmi söylem oldukça paraleldir. Tablodan devam edecek olursak, ana akım milliyetçilerin Kürtlere güvenlik konusunda yaklaşımını şu şekilde özetleyebiliriz: Kürt meselesinin mesele olarak devam etmesi halinde Türkiye’nin bekasını tehdit ettiğini öne sürerler, bu çerçevede de Kürt meselesinin bir an önce çözülmesini isterler.

İslamcılara geçecek olursak; ana akım İslamcıları bugün Erbakan’la başlayan Millî Görüş Hareketi, Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet, Saadet partilerinden AKP’ye kadar gelen akım şeklinde değerlendirebiliriz. Ana akım İslamcılar aslında kimlik meselesinde Kürtlerin İslam- Türk milliyetçiliğinin bir unsuru olduğunu öne sürerler. Osmanlı vurgusu güçlüdür. Türkler, yüzyıllardan beri Anadolu’da öncü ırklardır; bu çerçevede İslam’ın da bayraktarlığını yapmışlardır. Dolayısıyla Kürtlerin de İslam Türk milliyetçiliğine boyun eğip onun içinde yer alması gerektiğini savunurlar. Burada ikircikli bir tanıma söz konusudur. Kalkınma meselesinde Doğu ve Güneydoğu’yu biz kalkındıracağız derler. Aslında ana akım İslamcılar, özellikle 1970’li yıllarda MSP’de hem CHP ile olan koalisyon hem Milliyetçi Cephe hükümetlerinde uzun uzun doğuda fabrika temelleri atmışlardır, doğuyu kalkındırmaya çalışmışlardır. Bu söylemleri ana akım milliyetçilerinkiyle kıyaslayınca lafta kalmamıştır; icraata geçmiştir. Tabii bu dönemdeki fabrikaların sadece temeli atılmıştır, kendisi yoktur ortada. Bunun da altını çizmek gerekiyor. Güvenlik çerçevesinde ise ana akım İslamcılar Kürt meselesinin, mesele olarak devam etmesi halinde Anadolu İslam Birliği’nin bekasını tehdit ettiğini öne sürerler. Bu çerçevede Kürtlerin Kürtlüğünden ziyade Müslümanlığına vurgu yaparlar. Hatta Elçin Aktoprak’ın belirttiği üzere sürekli Kürtlere Selahattin Eyyubi’nin torunları şeklinde seslenirler. Ancak bu vurgu, Selahattin Eyyubi’nin Kürtlüğüne değil; Müslümanlığınadır. Dolayısıyla burada İslam kardeşliği üzerinden ana akım İslamcılar, Kürtlerle bir ortaklık bulmaya ve Kürt sorununu çözmeye yaklaşmışlardır diyebiliriz.

Son kategoriyi ise Radikal İslamcılar oluşturuyor. Radikal İslamcılar aslında 1970’lerin ortasında ortaya çıkmışlardır. Akıncılar Hareketi en büyük örnektir. İran İslam Devrimi’nden etkilenmişlerdir ve buna paralel olarak İslami devrimi hedeflemişlerdir. Sol bir dil kullanırlar, evrimcidirler. Ana akım İslamcıları ılımlı ve revizyonist olmakla suçlamışlardır. Kimlik konusunda Kürt meselesine en açık, en olumlu yaklaşan kesimdir. Kürt meselesinin çaresinin İslam olduğunu öne sürmüşlerdir. Türkiye Müslümanları, Kürdistan Müslümanları, Irak Müslümanları, İran Müslümanları gibi ifadelerle Kürtlerin varlığını kabul etmişlerdir. 1970’li yıllarda Kürdistan Müslümanları demek, diyebilmek çok yeni bir söylemdi. Kimlik olarak çare İslam’dır derler, ırkları güzellik olarak görürler ama çatının İslam, İslam devleti olması gerektiğini vurgularlar. Kalkınma meselesinde ise doğusuyla batısıyla Türkiye’yi huzura kavuşturacak olan sadece İslam’dır derler. Radikal İslamcılar çok hızlı bir şekilde devrimi hedefleyen, devrim için mücadele eden gruptur. Söylemlerinde kalkınmaya vurgu yapmasalar da çare İslam’dadır. İslam Devleti, şeriat gelince kimlik sorunu ve buna paralel olarak Kürt sorunu da ortadan kalkacaktır. Güvenlik meselesinde ise Kürt meselesinin mesele olarak kalması halinde İslam devletinin bekasını tehdit ettiğini öne sürerler. Eğer kavmiyetçilik yapılırsa -onların ifadesiyle- Türkler Türkçülük, Kürtler Kürtçülük yaparsa İslam Devleti bölünür. Kürt meselesinin İslam çerçevesinde çözülmesi bu nedenle elzemdir.

12 Eylül Darbesiyle birlikte sizin uç sağ olarak tartıştığınız -neresi artık uç sağ neresi değil tartışılır ama- artık ülkedeki ana akım düşünce; Türk İslam sentezi son 20 yıldır Türkiye’yi yönetiyor. İşin ilginci Kürtler de -yani Cumhuriyet tarihi boyunca bir şeklinde bir bağımlı değişken gibi, hep hakkında hüküm verilen bir nesne gibi alınan unsur da- 1984’ten sonra silahlı mücadeleyle birlikte siyasetini değiştirdi. Aslında sizin çalışmanız, 1960-1980 arası iki unsuru (uç sağ ve Kürtler) ele alıyor. 1980 sonrası için bir değerlendirme yapmanız mümkün mü? Çünkü hem uç sağda hem de Kürtlerde çok şey değişiyor.

Dikmet Kivilcimlinin Tarih Tezi
Alper Yılmaz (2020). Tarihsel Maddecilik ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Tarih Tezinin Siyasete Etkisi (1950- 1971), Nobel Bilimsel Eserler Yayınları.
Son dönemlerde genelde sosyalizm ve Türkiye’de sosyalist hareketle özel ise Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile ilgili yapılan çalışmaların sayısının bir hayli arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz Alper Yılmaz’ın bu çalışması da Hikmet Kıvılcımlı’yı konu edinen oldukça nitelikli çalışmalardan bir diğeri.
Alper Yılmaz çalışması için Amsterdam’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nde ve Türkiye’deki Kıvılcımlı Enstitüsü Derneği’nde, çalışarak kitabını husule getirmiş. Yazar, çalışmasında, temelde, Kıvılcımlı ve onun Tarih Tezi’ni temellendiren 19. yüzyıl toplumsal evrimci anlayışın gelişimine, Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi’nde de önemli bir yer ayırdığı Gordon V. Childe’ın onun üzerindeki etkisine, Kıvılcımlı’nın tarih tezinin Marksist antropoloji açısından değerlendirmesine ve Kıvılcımlı’nın siyasi görüş ve faaliyetleri ile tarih tezinin hangi noktalarda kesiştiğine yer vermiş.
Çalışma dört temel bölümden oluşuyor ilk bölümde tarihsel maddecilik ve üretici güçler konusunda Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşleri özetlenmekte. İkinci bölümde Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi değerlendirilmekte; üçüncü bölümde ise 27 Mayıs Darbesi sonrası Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi’nin siyasal hayata etkileri konu edilmekte.
Yılmaz’ın bu kitabı, Türkiye’de sosyalizm tarihi ve Hikmet Kıvılcımlı ile ilgilenen tüm okuyucular için gerçekten önemli bir kaynak niteliğinde.

Burada aslında tamamen çerçeve değişiyor. Soğuk Savaş sona eriyor, komünizm sona eriyor, neoliberalizm geliyor, 12 Eylül Darbesi var, PKK ortaya çıkıyor. HEP, DEP, HADEP gibi bugünkü HDP’ye kadar gelen Kürt partileri ortaya çıkıyor. Kürtler kendilerini dayatıyor ve bununla beraber silahlı mücadele söz konusu. Buna karşın, uç sağ içinde de değişim söz konusu. Radikal İslamcıların ılımlaştığını -hatta Cihan Tuğal’in söylemiyle pasif devrim çerçevesinde ılımlaştığını- ana akım İslamcılar içerisinde yer aldığını söyleyebiliriz.  Radikal İslamcıların 1970’ler 1980’lerdeki en önemli figürü Mehmet Metiner’dir. Bugün AKP içerisinde siyaset yapar. Keza seküler Türkçü- Turancılar da Nihal Atsız’ın ölmesiyle beraber sönümleniyor. Dolayısıyla baktığımızda çerçeve değişikliği söz konusu. Ana akım İslamcılarla ana akım milliyetçiler kalıyor. Diğer iki kategorinin silindiğini görüyoruz. Bununla birlikte uç sağ Türkiye’de siyasetin merkezine oturuyor. 1970’lerde uç sağ dediğimiz MSP ve MHP’nin oylarına baktığımızda oylar %10’lardayken; 2000’lere geldiğimizde %50’ler %60’larla Türkiye’nin merkezine gelme söz konusu. Burada tabii 12 Eylül, neoliberalizm gibi birçok etken var, ancak tüm faktörleri bu konuşmada ele almak süre bakımından mümkün görünmüyor. Hatta bugün uç sağ da ikiye bölündü. İyi Parti de son kertede MHP’den çıktı. O da millet ittifakı içinde yer alıyor. Saadet Partisi de millet ittifakı içinde yer aldı. Türkiye’yi domine eden siyasetin merkezini uç sağ olarak görüyoruz. Bu çerçevede Kürt meselesinin de yükselişini görüyoruz. Hem uç sağ hem Kürt meselesi bugünkü Türkiye siyaseti için anahtar kavramlardır demek mümkündür. Kitabı da bu çerçevede Kürt Hareketinin, MHP’nin ve AKP’nin ortaya çıkışını göstermesi bakımından naçizane önemli buluyorum.

Teşekkürler Hocam, peki bundan sonra okuyucularınızı hangi çalışmalar bekliyor?

Şu ara soğuk savaş ve aydınlar üzerine çalışıyorum Hocam, sonrasında ilgiyi biraz daha 1980 sonrasına yöneltmeyi; Anavatan Partisi üzerine çalışmayı düşünüyorum. Bunu da tabii sizin Türkiye’nin 1980’li Yılları kitabı için hazırlıyorum.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim Bayram Hocam. Katıldığınız ve bizle değerli fikirlerinizi paylaştığınız için çok sağ olun.

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR