“Geceler yarim oldu anam anam garibem” garibem diye başlayan türkü çocukluğumda en çok duyduklarımdan biriydi. yoğun olarak arabesk ve hüzünlü türküler, şarkılarla büyüdüm diyebilirim… daha doğrusu göçle var olup büyümüş, emek yoğun işçiliğin (madenciliğin) yarattığı bir kentte oyun havaları, şen şakrak müzikler düğünlerde, özel günlerde duyulurdu… bazısı gurbette olmaktan, bazısı düşleri kırılmaktan, bazısı geçmiş bir zamanda yakınları yitirmekten, bazısı çakırkeyif olmak için içtiği iki kadehin etkisiyle dinlerdi bu türküleri, acılı arabeski… gerçi çok az kişi bilir, çok az kişinin dikkatini çekmiştir; madenciler çok içerdi yaşadığım yerde (ki sonradan öğrendim dünyadaki madenci kentleri aynı durumdaymış)… neyse madencilerin içkisi değil yazının konusu…
Şeker Bayramı ve ardından 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı arka arkaya kutlandı. 6 şubat depreminin yarattığı olumsuzluklar bazı kentlerde alabildiğinde sürerken, seçim takviminin çalışmasıyla iki bayram da seçimlere yönelik söylemlerle, dostlar alışverişte görsün kolaycılığıyla geçti gitti… eskiden, toplumun değer verdiği önemli ve günlerde özellikle de Şeker Bayramında küsler barışır, barıştırıldı; hatta köyde, mahallede, kentte hatırlı kişiler, büyükler küslükleri bilinen kişileri bir araya getirmenin yollarını bulur, barıştırırlardı. son yıllarda bırakın küsleri barıştırmayı birbirine küs olan kişiler yakın çevrelerinin de bu küslüğe katılması için baskı kuracak kadar ileri gidebiliyorlar… evet var olan siyasi iklim ve ortaya çıkardığı kültürel, sosyal iklimden söz ediyorum…
düşünebiliyor musunuz; Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu Adıyaman’da bir türbeye ve mezarlığa gidiyor, orada AKP’li bazı yurttaşlar hakaret ederek, ötekileştirerek saldırıya geçiyorlar… neden? çünkü savundukları veya oy verdikleri partinin lideri ve önde gelenleri başta HDP olmak üzere CHP ve tüm muhalefeti ‘düşman’ olarak gösteriyorlar… oysa tıpkı bayramlarda olduğu gibi mezarlık ve başsağlığı ziyaretlerine gelenlere saygı duyulur, küslükler ortadan kalkar, acı paylaşılırdı. yaratılan şu anki siyasi, kültürel iklim acının paylaşılmasına bile katlanamayan, duygusuz, her anlamda körelmiş, kurşun asker olmaya hazır bireyler de yarattı.
depremin ilk günlerinden bu yana Hatay başta olmak üzere bazı kentler kendilerine yeterli ve gerekli yardımın yapılmadığını, son günlerde ise unutulmaya başlandıklarını belirterek sosyal medya üzerinden bizi unutmayın, unutturmayın çağrısı yapıyorlar. bayram öncesi ve bayram süresince de ‘Bayram gelmiş neyime anam anam garibem’ dizesinin değişik biçimleriyle dile getirmeye çalıştılar kendilerini… aile bireylerini, akrabalarını, komşularını, dostlarını yitirmiş, yaşadığı kentler yani bir ömür boyu biriktirdikleri varlıkları, anıları, düşleri, geleceğe dair özlemleri yıkıntıya dönüşmüş insanlar için bayram ne anlatır ki? ‘Gülmek benim neyime anam anam garibem’… ya da Edip Cansever’in dizelerinde söylediği gibi; “Gülemiyorsun ya, gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir/ Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.…”
öpülecek ellerin eksildiği, şeker verilecek çocukların eksildiği, bayram gezmesi için gidilecek kapıların eksildiği, gidecek ve gelecek olanların eksildiği bir kentte bir bayram geldi geçti; unutmayın…
çocuk bayramı da kutlandı ülkece. tarikat yurtlarında çocukların taciz edildiği ve en soğuk, en vicdansız ifadesiyle ‘bir kereden bir şey olmaz’ denilerek geçiştirildiği, tarikat ve cemaat yurtlarında çocukların geleceklerinin, Aladağ’da olduğu gibi yaşamlarının çalındığı, 6 yaşında bir çoğun babası yaşındaki bir yobazla evlendirildiği ve kıyametin kopmadığı bir ülkeyiz ne yazık ki… çocuk işçiliği konusunda daha rezil bir durum var; Çalışma Bakanlığı’na göre 30 bin, bir devlet kurumu olan TÜİK’e göre 750 bin, DİSK’e göre 2 milyon çocuk işçi var ülkemizde. buradaki rezillik devlet kurumları arasındaki tutarsızlığın büyüklüğü kadar, bizzat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ‘çırak’, ‘meslek edindirme kursu’ vb. adlarla işliklere, fabrikalara, marketlere sürülen çocukların işçi sayılmamasından kaynaklanıyor.
düşünebiliyor musunuz; resmi olarak 4 gün işyerlerine, bir gün okula giden (fiili olarak tüm hafta, hatta bazı örneklerde çalışma saatlerinin de üzerine çıkılarak çalıştırılan) bu çocukları işçiden saymıyor devlet? fakat buna rağmen bakanlığın 30 bin dediği çocuk işçiliğine karşılık 750 bin diyen TÜİK de var; ve bence ciddiye alınması gereken DİSK’in 2 milyon çocuk işçi olduğu açıklaması… dünyada çocuk bayramı olan tek ülke olmakla övünenler çocuk işçiliği, çocuk istismarı, çocuk evlilikleri, çocukların eğitimden kopması konusunda tek söz etmiyorlar… 2022 yılında iş cinayetlerinde 61 çocuğun öl-dürül-mesi bile basit bir kaza gibi geçiştirilip gidiyor… okuduğum bir kitapta ‘kendilerini iyi hissetmek için kaza diyorlar’ diyordu; bunun kader, fıtrat, mesleğin doğasında var gibi değişik ifadelerini duyduk yıllarca…
yaşanan derin ve yaygın yoksulluk çocuk işçiliğini de kaçınılmaz olarak körüklüyor… o zaman çocuk bayramını konuşurken bu çocukların ailelerinin yaşadığı açlığı/ yoksulluğu da konuşmamız gerekiyor. ki Derin Yoksulluk Ağı araştırmasına göre İstanbul’daki yoksul ailelerin %13’ünde çalışan bir çocuk var var ve bunların %6’sı evin geçimini sağlayan tek çalışan… tüm bunların yanında yasal mermilerle, gaz fişekleriyle çocukların öldürüldüğü, baklava çaldılar diye hapis yatırıldığı ülkemizde çocuk bayramı da kutlanır elbette…
bu çelişkileri tespit etmek, 23 Nisan’da açıklamak ve bir sonraki 23 Nisan’a kadar belemeden çözümler üretmek hepimizin görevi değil mi? bu koşulları yaratan ve her geçen gün, her geçen yıl daha da ağırlaştıran bu saray rejimine, Meclisteki çoğunluğuna hiç olmazsa çocuklarımız için, bizi unutmayın diyen depremzedeler için, yitirdiğimiz insanlar için, hiç olmazsa geleceğimiz için son vermek her vicdan sahibinin borcudur… fakat bu da yetmez…