Bütün hesapların seçimler düşünülerek yapıldığı bir dönemden geçerken Saray/AKP/MHP iktidarı aynı zamanda kurmak istediği rejimin taşlarını da döşemeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Meclis’in açılmasıyla birlikte iktidarın ilk icraatlarından birinin daha önce geri çekilen sansür yasasının yeniden gündeme getirileceği açıklandı. Her ne kadar iktidar basın- yayın yoluyla kendisine yönelik eleştirileri, kendisine zarar verecek haberleri farklı yollarla engelleme gücüne sahipse de sosyal medyayı da içirecek bir düzenlemeyle toptan bir denetim ve yasaklamayı yasallaştırmak istiyor.
Dünyada en fazla tutuklu gazeteci bulunan ülkelerden biri olan Türkiye yalnızca eylül ayında 60 gazeteci yargılanırken, haber peşinde gazetecilere yönelik baskı, şiddet ve tehditler de arttı. Gazetecilere toplam 27 yıl 7 ay ceza verildi, birçok kentte gazeteciler doğrudan emniyet güçleri tarafından engellendi, darp edildi, gözaltına alındı. İktidar bunlarla birlikte muhalif televizyon kanallarını para cezalarıyla yıldırmaya, gazetecilerin basın kartlarını iptal ederek veya yenilemeyerek çalışmalarını engellemeye devam etti. Birçok habere yasak, haber sitesine erişim engeli kararlarıyla yurttaşların bilgi alma hakkı, gazetecilerin çalışma hakları fiili olarak ortadan kaldırıldı. Saray/AKP/MHP iktidarı Meclisin yeni çalışma döneminde ilk olarak bu fiili durumu daha yaygın ve etkili hale getirecek sansür yasasında ısrar edecek gibi görünüyor.
İktidar bileşeni MHP’nin ise ilk günden maddelerinden biri anket şirketleriyle ilgili düzenleme olacak gibi görünüyor. Daha önce de teklif ettikleri ve kamuoyu araştırması yapan anket şirketlerine 5 yıla kadar hapis cezasını da içeren teklifin yeni dönemde tekrar Meclise getirecekleri bekleniyor. MHP’nin bir öncelikli gündemi de kısmi af niteliği taşıyan bazı tutuklu ve hükümlülerin salıverilmesi olarak görünüyor. Geçtiğimiz haftaki değerlendirmemizde bu konulara değinmiş ve “Bu arada Aladdin Çakıcı ile görüşen MHP’nin isteğiyle iktidar adli suçlulara ceza indirimi ve af hazırlığı yaparak, sansür yasasını yeniden Meclise getireceğini açıklayarak seçim sürecinde bizi nasıl bir atmosferin bekleyeceğinin de sinyallerini veriyor.” yazmıştık.
İş cinayetlerinde, kadına yönelik şiddette, çevre ve doğa talanında, muhaliflere yönelik tehdit ve şiddet eylemlerinde cezasızlığı yerleşik hale getiren iktidarın önümüzdeki günlerde bunun yasal düzenlemelerini de yapacağı görülüyor. Bu açıdan sosyalist, devrimci, emek ve yaşam savunucusu tüm muhalif güçlerin iktidarın baskı, şiddet ve yasak politikalarına karşı ortak, fiili mücadele yollarını ve araçlarını yaratması zorunludur.
İKTİDARIN BEKLENTİSİ BAZ ETKİSİ
Saray/AKP/MHP iktidarı açıkladığı ekonomi programlarıyla algı yaratmaya çalışırken önümüzdeki yıl için baz etkisiyle enflasyonun düşeceği beklentisi üzerine hesap yapıyor. 2023 yılı verileri 2022 yılı verileriyle karşılaştırılarak enflasyonun düştüğü propagandası ve algısına ek olarak, asgari ücret, kamu çalışanlarının ücret artışı ve emekle maaşlarının görece yüksek belirlenmesi ve seçimlere az bir zaman kala sert bir müdahale ile dövizin de düşürülmesi üzerine kurulu bu algı operasyonunun etkili olup olamayacağı muhalefetin mücadelesine ve söylem üstünlüğüyle doğrudan orantılı olacaktır.
Her şeyden önce baz etkisiyle, yani önceki yılın aynı dönemiyle yapılacak karşılaştırmalarda enflasyonun düşme olasılığı yüksektir. Çünkü bu yıl içinde özellikle Ocak- Mayıs döneminde yapılan zamların yüksekliği dikkate alındığında önümüzdeki yılın aynı dönemlerinde, en azından seçimlere kadar enflasyon oranlarının düşmesi olasıdır. Fakat zamlar, hayat pahalılığı devam edecektir. 2022 yılında 100 tl’lik bir ürüne 50 TL zam geldiğinde ürünün fiyatı 150 TL, enflasyon da %50 olur. 2023 yılında aynı ürüne yine 50 TL zam geldiğinde ürünün fiyatı 200 tl olurken enflasyon %33,3 olur. Saray/AKP/MHP iktidarı bu hesaplarla yaratacağı algıyla eriyen seçmen desteğini durdurmayı umuyor.
Muhalefetin ücretlerdeki reel erime ve Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’dan ücretlilerin, yoksulların payına düşen payın yıldan yıla eriyerek %25’e düştüğünü, iktidarın ekonomi politikaları nedeniyle halkın yoksullaştığını, sermayenin ve zenginlerin daha fazla kazandığını anlatacak ve ikna edecek bir dil bulması gerekiyor. Bu doğrultuda iktidarın harcamalarından geçiş garantili yol ve köprülere, hasta garantili hastanelere, sermayeye vergi ve prim aflarına, usulsüz ihalelere, devlet borçlanmasında verilen yüksek faizlere, hazine garantili krediler için ödenen kur farklarına kadar çok sayıda olgu gündemde tutulmalıdır.
Tüm bunlarla birlikte Yunanistan’la gerilimin yükseltilmesi, Suriye ve Irak üzerinden Kürtlere karşı geliştirilen ve HDP’yi de içeren politikaları, söylem düzeyindeki batı karşıtlığını vb. birlikte düşünüldüğünde iktidarın seçim sürecinde izleyeceği baskı, şiddet ve algıya dayalı politikaları daha somut olarak görülecektir. Mersin’de polis karakoluna yönelik saldırı sonrası iktidar sözcülerinin saldırıyı HDP ve CHP ile ilişkilendirme çabaları da bunun sonucudur. Bu saldırıyla ilgili CHP’ye yönelik suçlamalar konusunda da bir uyarı yapmayı yararlı görüyoruz. Adı tutuklu gazeteciler raporunda geçen ve saldırıyı yaptığı iddia edilen kişinin eylemde yer almadığı açıklaması olmasa bile bu kişinin gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklandığı devlet kayıtlarında vardır. Dolayısıyla 2012’de devlet kayıtları üzerinden hazırlanmış bir rapor üzerinden bir partinin suçlanmasına karşılık olarak verilmesi gereken yanıt raporun hazırlandığı yıl ve olayla sınırlı tutulmalı, iktidarın belirlediği tartışma zemininden uzak durulmalıdır. Üstelik aynı mantık yürütmesiyle geçmişte iktidar içinde yer alan, milletvekili olan çok sayıda insanın daha sonra terörist ilan edilmesi dikkate alınırsa iktidar için de aynı suçlamalar rahatça yapılabilir. Üstelik Saray/AKP/MHP iktidarının içerde ve dışarda kurduğu ilişkiler, uyguladığı politikalar ortadadır.
Geçtiğimiz hafta bazı kentlerde İran’daki eylemlere destek olmak için sokağa çıkan kadınlara yönelik polis saldırısı ve kadınların gözaltına alınması iktidarın karakterini göstermesi açısından önemlidir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma kararı, kadın cinayetlerinin sürmesi, kadına yönelik şiddet ve tehditlerdeki cezasızlık politikaları, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin kapatılmak istenmesi, LGBT+ karşıtı nefret mitingi gibi onlarca gelişmeye paralel olarak Türkiyeli kadınların İranlı kadınlarla dayanışma göstermesine tahammül edilememesi de iktidarın kadına bakışını göstermektedir. Son aylarda sıkça tekrarlanan konser ve festival yasaklarının genel ahlak, güvenlik gibi gerekçelerle uygulanmasıyla yukarıda belirttiğimiz gelişmeler arasında doğrudan bir ilişki olduğu açıktır. Dolayısıyla ‘kadın, yaşam, özgürlük’ sloganı yalnızca kadınların değil, yaşamı bir bütün olarak gören, özgürlüğü en geniş anlamda tarif eden herkesin sloganlarından biri olmalıdır.
ENERJİ VE GIDA KRİZİ
Korona salgını ve hemen ardından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası yaşanan gelişmeler dünya genelinde enerji kriziyle birlikte gıda krizinin de yaşanacağını gösteriyor. En büyük tahıl üreticilerinden olan Rusya ve Ukrayna’nın savaşta olması üretim kadar tedarik zincirinin de kırılmasına yol açtı. Aynı anda Rusya’ya yönelik ambargolar ve Rusya’nın da ambargolara ambargoyla karşılık vermesi özellikle Avrupa’da enerji krizini en önemli sorun haline getirdi. Yapılan değerlendirmeler Avrupa’nın yüksek enflasyonla birlikte yaşanacak enerji kriziyle birlikte durgunluğa gireceği yönünde.
İstanbul’da Rusya ve Ukrayna arasında tahıl sevkiyatı konusunda varılan anlaşmayla ilgili olarak Rusya’nın ‘alınan tahıl az gelişmiş ülkelere ulaşmıyor’ açıklaması sonrası yeni bir evreye girilebileceği şeklinde de yorumlanabilir. Almanya Başbakanı Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’ne giderek enerji krizini aşmanın yollarını ararken önümüzdeki günlerde AB halklarının Rusya’ya uygulanan ambargoyu tartışmaya açmaları da muhtemel görünüyor. Her ne kadar hayat pahalılığıyla ilgili olarak bazı tüketim ürünlerinde indirimler, sosyal yardımlar yürürlüğe sokulsa da olası beklenen gelişmeler bunun sürdürülmesinin zor olduğunu gösteriyor. Şu anda Fransa, Almanya gibi bazı ülkelerde uygulanmaya başlanan tasarruf önlemlerinin, yeni kaynak arayışlarının kış aylarıyla birlikte artan enerji ihtiyacına çözüm olup olmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Avrupa’da son yıllarda gördüğümüz faşizmin yükselişi son olarak İtalya’da faşist ve aşırı sağcı partilerin seçimleri kazanmasıyla sürdü. Daha öncesinde İsveç’te, Polonya’da, Macaristan’da, İspanya’da, Fransa’da gördüğümüz faşist/aşırı sağ yükseliş Avrupa’nın en büyük üçüncü ekonomisi ve AB’nin kurucu ülkelerinden olan İtalya’da iktidar olacak gibi görünüyor. Ulus/devlet, aile, din üzerinden söylem geliştiren faşist partiler aynı zamanda göçmen karşıtlığıyla da güç kazanıyorlar. Özellikle ekonomilerin durgunluğa girmesi, gelir dağılımının bozulması gibi kapitalizmden kaynaklı sorunların göçmenler yüzünden ortaya çıktığı yönündeki söylemlerin karşılık bulduğunu söylemek mümkün.
Geçtiğimiz haftaki değerlendirmemizde “Rusya, Ukrayna’da Rus kökenlilerin yoğun olarak yaşadıkları Herson, Zaporijya, Doneteks ve Luhanks bölgelerindeki referandum sonuçlarının Rusya’ya katılmak yönünde olması durumunda hemen onaylayacağını duyurdu” yazmıştık. Referandum sonuçları doğrultusunda Rusya bu bölgelerin artık Rusya toprağı olduğunu açıkladı. Batının, NATO’nun tanımama açıklamalarına rağmen Rusya fiili olarak bütünleşme yönünde adımlarını hızlandıracak gibi görünüyor. Bu gelişmeyle ilgili olarak geçtiğimiz hafta ; “Rusya referandumlar sonrası bu bölgeleri ilhak ederek, buralara yapılacak saldırıları Rusya’ya savaş ilanı kapsamında değerlendirme yoluna gideceğini ilan etti. Nükleer silah kullanımını da meşru müdafaa hakkı kapsamına sokacağını göstermiş oldu.” yazmıştık.
ABD, AB ve NATO Rusya’nın nükleer silah tehdidini ciddiye aldıklarını açıklarken aynı anda Ukrayna’ya silah ve askeri malzeme yardımını artırarak savaşın uzamasını sağlıyorlar. Yalnızca ABD’nin 2022 yılında Ukrayna’ya 22 milyar dolarlık askeri yardımı onayladığı düşünülürse bu savaşın artık Rusya Ukrayna arasında değil, Rusya ile Batı ve NATO arasında olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki görünürde batı karşıtı söylemle seçmenlerine seslenen iktidar ABD ve AB’nin baskılarıyla kamu bankalarını da Rus ödeme sistemi MIR’den çıkardı. Dış borç ve günden güne artan döviz açının daha hangi adımları attıracağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat Rus şirket ve vatandaşlarının Türkiye üzerinden ticaret yapmalarına, para aktarmalarına yönelik olarak yapılan uyarıların başka politika değişikliklerine yol açması muhtemeldir.
İRAN
Mahsa Amini’nin gözaltına alındıktan sonra ölümü üzerine başlayan eylemler sürüyor. Molla rejimi ülke geneline yayılan eylemlere karşı şiddeti ve katliamları artırırken Irak sınırına yakın bölgelere ve Irak’ta Kürtlere yönelik operasyonlarla eylemlerin ayrılıkçı Kürtler ve onları destekleyen Batı tarafından kışkırtıldığı algısı yaratmaya yöneldi. Yine bu doğrultuda Sunni Müslümanların yaşadığı bölgelerde de katliam düzeyinde operasyonlara girişti.
Eylemlerin beklenenden uzun sürmesi ve ülke geneline yayılmasının rejim açısından şaşırtıcı olduğu görülüyor. Fakat Saray/AKP/MHP iktidarından alışık olduğumuz taraftarların sokağa çıkarılması, eyleme yol açan olaylarla ilgili uyarıcı eleştiri yapanların bile gözaltına alınması, rejimin sivil milisi olan Besiç güçlerinin müdahalesi uygulamalar şiddetin daha da artacağını gösteriyor. Üstelik Devrim Muhafızları, Ordu, Mollalar henüz devreye girmiş değil.
Uluslararası alanda ortaya çıkmış olan gerilimler, İran’la batının nükleer görüşmeleri, İran’ın Rusya ve Çin ile kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkiler, şu an eylemlere katılanlar dahil İran muhalefetini temsil edecek ve örgütleyip yönlendirecek siyasi bir önderliğin olmaması gibi çok sayıda handikapla birlikte Mahsa Amini’nin öldürülmesi sonrası ortaya çıkan durum özgürlük, eşitlik ve adalet talebinin tüm İran’ı kapsadığıdır. Bu eylemlerin siyasi olarak başarı şansı az olsa da geleceğe yönelik önemli birikim ve kazanımlarının olacağı kesindir.
Belirttiğimiz tüm gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde seçim süreciyle birlikte, seçimler sonrasını da içeren bir mukavemet hattını yaratmamız zorunludur. Gerek farklı alanlarda gördüğümüz baskı ve şiddet, gerek yoksulluğun giderek yaygınlaşması, gerek iktidarın gerilimi yükseltme girişimleri, gerek mülteci/göçmen karşıtlığıyla sistemsel sorunların gizlenmesi gibi onlarca sorun ve durum karşısında sosyalistler, devrimciler, emekten yana olanlar ve yaşam savunucuları olarak sürekli bir ortak mücadeleyi ve bunun araçlarını yaratmamız zorunludur.