Saray/ AKP/ MHP iktidarı korona virüse bağlı vaka ve ölüm oranlarının artması karşısında bir yandan kamuoyu baskısını hafifletmek, daha çok da turizm sezonunu kurtarmak üzere tam kapanma kararı aldı. Elbette her ne kadar tam kapanma dense de çalışanların %60’ının kapsam dışı tutulduğu, günlük zorunlu gereksinimlerin dışında ürün ve hizmet satan işyerlerinin açık olduğu, algının yönetildiği bir durumla karşı karşıyayız.
Kapanma kararının açıklanmasının ardından İç İşleri Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeler salgın bahane edilerek iktidarın ideolojik hamlelerini gerçekleştirdiğini de gösterdi. Daha önceki yasaklarda yer alan tiyatro, sinema salonları, eğlence mekanlarını, alkol yasağı, gıda ve alkolsüz içecekler dışındaki tüm ürünlerin satışının yasaklandığı bir genelgeler zinciri gördük.
Küçük esnaf ve çiftçilere getirilen yasaklar karşısında tepkileri düşürmek için market ve avm’lere küçük esnafın sattığı ürünleri satma yasağı, pazarcı esnafına da haftada bir gün kendisine en yakın pazaryerinde bir gün tezgâh açma izni verildi. Çiftçilerin ürettikleri ürün ellerinde kalırken, market ve AVM’lerde sebze meyve fiyatlarının 2-4 kat artması karşısında bir önlem alınmadı.
Hem ölümler hem üretim ve tüketim alanlarında yaratılan sömürü, hem de emekçilerin ölüme itilmesi, ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneğiyle açlığa mahkûm edilmesi, itiraz edenlerin ise işten çıkarma yasağına rağmen kod:29’la işten çıkarılması korona virüsün ‘işçi sınıfı hastalığı’ olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Genelgelerle düzenlenen salgınla savaşın turistleri ve turistlere hizmet veren tesisleri kapsamadığını, hatta aşılamada turistlere hizmet veren alanlarda çalışanlara öncelik verildiğini öğrendik. Dışişleri Bakanı (Sağlık Bakanı değil!) “turistlerin görebileceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacağız” diyerek amacın salgın, halk sağlığı olmadığını, önlemlerin Türkiye’ye gelmeyi düşünen turistlere ‘güven’ vermek, sağlıklı alan oluşturmak olduğunu gösterdi.
GÖRMEYİN GÖSTERMEYİN
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) başkanı “iktidarla ilgili haberlerde kalabalık görüntüler yerine boş sokakların gösterilmesi” için medyaya uyarı yaparken, Emniyet Genel Müdürlüğü yayınladığı bir genelgeyle “toplumsal olaylarda görüntü alınmasının yasak olduğunu” belirtti.
Parti devletinin somutlaştığını, devlet kurumlarının Saray’a bakarak kendilerine görev tanımı yaptıklarını gösteren RTÜK’ün medyaya uyarısı, EGM’nin Anayasa ve yasalara aykırı genelgesi 22 Şubat 2021 tarihli ‘Devlet ve Tebaa’ başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz; “Özellikle emekçilerin, öğrencilerin, hak savunucularının, kadınların eylem ve direnişleri “ben devletim” diyenlere karşı “biz yurttaşız” anlamına da geliyor. Tebaa olmayı reddeden, tüm siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel haklarıyla yurttaşlık (ve sınıf) bilinciyle mukavemet gösteren insanlara karşı öfkenin, düşmanlığın bir nedeni de bu karşı çıkışı “cüret” edebiliyor olmaları, kulluğu reddetmeleridir.” duruma denk düşüyor.
Görmeyin, göstermeyin anlamına gelen RTÜK başkanının açıklaması, EGM genelgesi Saray/ AKP/ MHP iktidarının tıkanmışlığını, tüm gücüne rağmen güçsüzlüğünü de gösteriyor. Uzun zamandır kendi gündemini belirleyemeyen, yeni bir söz söyleyemeyen, sokaktaki gerçeklikten koptukça içe kapanan, kaygılarına ve korkularına tutsak oldukça aslına; gerici ve faşist özüne dönen iktidar var karşımızda. Dolayısıyla sokaktaki işsiz, pazarda tezgâh açamayan pazarcı, ürünü elinde kalan çiftçi, virüs karşısında savunmasız ve korumasız bırakılan milyonlarca çalışan, eve tutsak edilmiş yaşlılar ve çocuklar birlikte düşünüldüğünde Saray/ AKP/ MHP iktidarı bir halk sağlığı sorununa dönüşmüştür.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kredi işlemleriyle ilgili olarak hazırladığı yönetmelik taslağında ‘Riski yüksek kamu kurumları ve KİT’lerin güncel finansal tablo istenecek şirketler arasından çıkarılmasını öneriyor.” BDDK’nın bu taslağı yürürlüğe girerse bundan böyle kamu kurumlarının güncel durumlarını göremeyeceğimiz gibi, bankalar da sorgusuz sualsiz kredi vermek, istenen işlemi yapmak zorunda kalacak. Görmeyin, göstermeyin telkin ve baskısının yetmeyeceği durumlar için genelge ve yönetmeliklerle ayar verme durumudur gördüklerimiz.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) hakkında suç duyurusunda bulundu. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ENAG’ın amacının TÜİK’i itibarsızlaştırmak olduğunu, Türkiye’de %30- 40’lık enflasyon olmadığını açıkladı. Saray/ AKP/ MHP iktidarı gerçekleri gizlemek, açıklayanları susturmak ve engellemek için tüm kurum ve araçları kullanacağını her yolla gösteriyor.
Sağlık Bakanlığı her geçen gün test sayısını düşürerek vaka sayısını da düşürüyor. Salgın nedeniyle ölümlerde belirgin, rahatlatıcı bir düşüş görülmezken, mayıs ayı başından itibaren günlük test sayısının yaklaşık 50 bin kadar düştüğü görülüyor. Türkiye’den daha az nüfusu olan İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkelerin Türkiye’den fazla test yapmaları, bazılarının daha fazla ve geniş alanda kapanma uyguladıkları dikkate alınırsa Sağlık Bakanlığı algı yönetimini ve turistlere güvenli ortamın hazırlanmasını daha öncelikli görüyor.
Genelgelerle ülkeyi yönetmeye, korona virüsü çalışma yaşamı ve toplum düzenini yeniden ve ideolojik önceliklerine göre düzenlemek isteyen iktidara karşı; salgından korunmak için sağlık hakkımızın gereği olan aşı isteğimizle, salgının faturasını çalışanlara, köylülere, işsizlere çıkarıp yoksullaştırmalarına, işsiz bırakmalarına karşı da aş isteğimizi aynı anda örgütlemek ve eylemli hale dönüştürmek zorundayız.
TAHT KAVGASI
Mafya lideri Sedat Peker’in internette yayınladığı video (ki devam edeceğini söylüyor) her ne kadar kendisini kurtarmak için gibi görünse de; adlarını saydığı kişiler dikkate alındığında taht kavgasının bir parçası olduğu, devam edebileceğini gösteriyor.
Kendisine yönelik olarak Pelikan Grubu (Berat Albayrak’ı işaret ediyor) ve Mehmet Ağar’ın operasyon çektiğini, Mehmet Ağar’ın polisi kontrol ettiğini açıklıyor. Polis ve Jandarma’nın ağlı olduğu İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’yu açıklamalarında anmayan Sedat Peker Mehmet Ağar’ın, Mustafa Sarıgül’ün oğullarının adlarını vererek, yer ve saat adları belirterek cinayetten, uyuşturucu trafiğinden söz ediyor. Adını anmamakla birlikte sözünü ettiği Kolombiya’da yakalanan 5 ton uyuşturucunun Binali Yıldırım’ın oğluna ait gemiyle Türkiye’ye getirileceği iddiaları da başka kanallardan dile getiriliyor.
Şu ana kadar Jandarma Genel Komutanlığı dışında yanıt veren olmamasına rağmen, ifşaların devamı durumunda iktidar içinde sıkıntı yaratacağı açıktır. Bu ifşalar karşısında herhangi bir yargısal işlem yapılmamasına rağmen, Süleyman Soylu’nun nasıl konum alacağı, Tayyip Erdoğan’ın ne tepki vereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Alattin Çakıcı’nın serbest bırakılmasını sağlayan Devlet Bahçeli’nin ve iktidarın suç örgütü üyelerinin muteber kişiler olarak sunulmasının yansımalarını ve devlet içindeki etkilerini de görüyoruz Sedat Peker’in açıklamalarında. Eğer doğruysa şerhini de düşerek; gizli yürüyen soruşturma dosyasından haberdar oluşu, bazı kişilerin görüşmeleriyle ilgili yer ve zaman vermesi, bir savcının telefonlarının dinlenip baskı oluşturulduğu gibi açıklamalar AKP ve iktidar içinde yaşanan güç/ taht kavgasının sertleşme olasılığına işaret ediyor.
Bu açıklamalar geçtiğimiz aylarda Süleyman Soylu’nun bazı suçlular ile fotoğraflarının basına servis edilmesinin rövanşı gibi de okunabilir. Sedat Peker, Pelikan Gurubu’yla birlikte Soylu ile çatışma içindeki Mehmet Ağar üzerinden Berat Albayrak’ı yıpratma, Alaattin Çakıcı’nın egemenlik kurmasını önleme amacıyla birlikte Soylu’yu da rahatlatma, aynı anda da kendini koruma kanalları yaratma amacı olduğu da düşünülebilir. Görünen o ki Abdurrahman Dilipak’tan Nagehan Alçı’ya iktidara yakın bazı gazetecilerin belirttiği “Artık AK Parti’nin içi fitne- fesat dolu bir kaynayan kazan haline geldi” biçimindeki yazıları bir süre daha göreceğiz.
Fakat suç örgütü üyelerinin Saray/ AKP/ MHP iktidarının bir parçası haline geldiklerini not düşmeliyiz. Olağan koşullarda, bakanları/ iktidarları koltuğundan edecek bu tür ilişkiler öyle hale geldi ki “Mehmet Ağar iktidarın üçüncü ortağıdır” sözüne ne iktidardan içinden ne de Mehmet Ağar tarafından bir karşı açıklama yapılmayışı önemlidir. 25.01.2021 tarihli “Para Para Para” başlıklı değerlendirmemizde dediğimiz gibi; “Saray/ AKP/ MHP ittifakını oluşturan odakların kendi çıkar ve iktidarları için bir arada durdukları unutulmamalıdır…”
HALKLAR KARDEŞTİR
Tayyip Erdoğan Mısır ile başlayan görüşmeler sırasında “Bizim Mısır halkına yönelik tavrımız çok olumlu, Yunan halkıyla dayanışma içinde olduklarını görmek bizi üzer.” dedi. Yunanistan’la istikşafı görüşmelere yeni başlayan, AB ve ABD ile ilişkilerini düzeltmeye çalışan iktidarın Yunanistan’ı, Yunan halkını düşman/ öteki olarak tanımlayan bu açıklaması siyasi bir gaf değil, gerçeğin dile getirilmesidir.
Saray’ın ümmetçi yaklaşımının bir yansıması olan bu açıklama karşısında halkların kardeş olduğunu, emperyalist, kapitalist iktidar ilişkilerinde halklardan yana olunması gerektiğini, halkların birbirlerine düşman edilmesinin yönetenlerin politik seçimleri olduğunu bir kez daha belirtiyoruz.
G7 toplantısı öncesi yapılan hazırlık görüşmelerinde ABD ve İngiltere dış işleri bakanları “Rus propaganda ve bilgi çarpıtmasına karşı hızlı yanıt verecek bir mekanizma” teklif edecekleri açıkladılar. ABD ve İngiltere’nin soğuk savaş politikalarıyla dünyayı yeniden dizayn etmeye dönük bu çabalarının Rusya ile sınırlı olmadığı, aynı açıklamada Çin’e yönelik yaptırımların da olduğu görülüyor.
Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Çin, Güney Amerika ülkelerinin bir kısmının, Afrika ülkelerinin tamamının korona virüs aşısında patentin kaldırılması çağrısının G7, AB ve Avusturalya tarafından kabul edilmediği belirtiliyor. Ülkemiz için söylediğimiz “korona işçi sınıfı hastalığıdır” sözünün tüm dünya için geçerli olduğunu gösteren bu durum, dünyadaki emperyalist, kapitalist güç merkezlerinin ve uluslararası tekellerin tek dertlerinin her şeyi, ama her şeyi paraya ve ‘silaha’ çevirmek olduğunu göstermektedir.
İnsan ancak çalışabildiği ve tüketebildiği sürece değerlidir, geri kalanı yüktür; anlamına gelen bu yaklaşımın bilimin, evrenselliğin, insanlığın, etik değerlerin, hakların ancak ve ancak yerel ile evrenseli buluşturabilecek bir savaşımla ortadan kaldırılabilir. Küresel bir sağlık sorunu karşısında bile kazanacakları parayı, dünya halkları üzerinde kuracakları baskıyı hesaplayan uluslararası tekellere ve emperyalist, kapitalist yönetimlere karşı enternasyonal bir karşı koyuş zorunludur.
FAKİRE EKMEK YOKSA ZENGİNE HUZUR YOK
Kolombiya halkı günlerdir direniyor. Sağcı iktidarın yeni vergi düzenlemeleri (Sürdürülebilir Dayanışma Yasası) aracılığıyla vergi muafiyeti olan dar gelirli ve asgari ücretlilerin vergi ödemelerinin önünü açmak için attığı adıma karşılık Kolombiya halkı sokağa çıkarak direnmeye başladı. Aylık 250 dolar ücret alanların ücretlerinin 200 dolara düşmesine yol açacak bu düzenleme içinde KDV’nin artırılması da vardı.
Sendikalar, yerel topluluklar, muhalifler ve öğrencilerin çağrısı sonrası başlayan direnişe iktidar ağır silahlar, helikopterlerin de kullanıldığı operasyonlarla karşılık verince iktidar yanlısı kentler de direnişe katıldı.
“Fakire ekmek yoksa zengine huzur yok” sloganı ilk kez Şili’de duyulmuştu. Emekçilerin, köylülerin, işsizlerin dünyanın her yerinde aynı sorunları yaşadığı, aynı talepler için sokağa çıktıkları gerçeğinin ifadesi olan bu sloganın Türkiye’deki karşılığı “iş ekmek yoksa barış da yok” sloganıdır.
İktidarın vergi yasa tasarısını geri çektiğini açıklamasına, maliye bakanının istifa etmesine rağmen eylemlerin sürmesi ve özgürlük talebine dönüşmesi Kolombiya Halkının yıllardır karşı karşıya kaldığı baskı ve şiddete de tepkisinin sonucudur. “Devlet bizi öldürüyor. Ne gösteri hakkımız var, ne sesimizi duyurma hakkımız. Devlet izi öldürüyor” biçiminde dile getirdikleri de yoksulluğa itirazla birlikte özgürlük taleplerinin savunulduğunu gösteriyor. Sokaklarda söylenen özgürlük olmadan yoksulluğun ortadan kalkamayacağının ifadesidir.