asgari ücret artırıldı… böyle yazılınca sanki bir artış yapılmış gibi görünüyor. oysa 2021’e göre alım gücü açısından daha geriye düşen asgari ücretin artırılıyormuş gibi yapılmasından öte bir anlam taşmıyor son ‘güncelleme’… seçim sürecine girmemiş olsaydık iktidarın bu artışı olabildiğince geciktirmeye çalışacağını, hatta kamuoyu baskısını ölçüp, kendilerine zarar verme aşamasına geldiğinde bu kararı aldıklarını düşünüyorum…
izleyenler haziran ayı başına kadar iktidar temsilcilerinden Türk İş Başkanına kadar ilgili herkesin buna ilişkin soruları kesin yanıtlamaktan kaçındığını, Türk İş Başkanının ‘artış yılda bir kez’ dediğini anımsar… biliyorsunuz 4.250 tl olan asgari ücret 5.500 tl oldu. oysa Türk İş açlık sınırını 6.319 tl, yoksulluk sınırı 20.818 tl olarak açıklamış, Türk İş Başkanı da asgari ücret açıklandığı toplantıda iktidarla poz verirken ‘hayırlı olsun’ demişti…
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in ‘açlık ve yoksulluk sınırı araştırmaları ‘bilimsel değil’ demesine bakmayın… kendisi yıllarca Türk İş’te danışmanlık yapmış biri olarak iktidarın üyesi olarak da ‘görevini’ yapıyor. 12 eylül darbesinden sonra Türk İş’in darbeyi desteklediği, danışma kuruluna üye verdiği, ‘bugüne kadar hep işçiler güldü, sıra bizde’ diyen işverenlerle nasıl iş tuttuğu bilinen bir gerçektir… sonrasında özelleştirmeler sırasında, emeklilik yaşının yükseltilmesinde, 2008’de sosyal güvenlik reformu denilen düzenlemeler sırasında vb. tutumlarına bakmak yeterlidir… dolayısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in Türk İş kökenli bir üye olarak, üstelik Türk İş’in açlık ve yoksulluk sınırı araştırmalarını bilimsellikten uzak bulmasıyla Türk İş Başkanı Ergün Atalay’ın 6,319 tl olarak açıkladığı açlık sınırının altında bir asgari ücret artışına ‘hayırlı olsun’ demesi tutarsızlık değil, tam tersine Türk İş’in tarihsel misyonuna ve işçi sınıfına karşı pozisyonuna uygundur…
niye bunları anlatıyorum? Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) 2022 Küresel Haklar Endeksi’nde Türkiye’nin en kötü 10 ülkeden biri olduğunu açıkladı… işçi hakları ve özgürlükleri, protestolarda polis müdahalesi, sendikacılara yönelik baskılar gibi çok sayıda veriyi kullanarak açıkladığı rapor ‘Türkiye’de sistematik sendika düşmanlığı yapıldığına’ vurgu yapıyor… 148 ülke arasında en kötü 10 ülkeden biri olmak… tabi raporun en önemli vurgusu, ‘gelişmiş’ batılı ülküler dahil dünya genelinde işçi haklarının ve sendikal örgütlenmenin geriye gittiği saptamasıdır…
dönelim bize; asgari ücret, Türk İş, Çalışma Bakanı, Türk İş Başkanı, ve ITUC raporunun Türkiye bölümü bana darbe koşullarını çağrıştırdı… bireyler ve kurumlar figüran diyenler çıkabilir; sonuçta onların işbirliği sayesinde oluyor tüm bu olanlar ve eskiden olduğu gibi göstermelik olarak bile masadan kalkmak, ‘imzalamadık’ demek gibi yollara gerek duymuyorlar; çünkü onların koltuklarını sarsacak, kulaklarını çınlatıp, uykularını kaçıracak bir sınıf örgütlülüğü ve örgütü (şimdilik) yok…
2021 yılı asgari ücret tartışmalarından aylar önce TRT Belgesel kanalında bir zibidi çöpe atılmış sebze ve meyveleri (bir tane de yumurtayı) yola sererek, bu atık yiyeceklerin nasıl tüketilebilir olduğunu anlatıyordu… çöpte bulduğunuz son kullanma tarihi geçmiş yumurtayı tuzlu su dolu bir kaba attığınızda yumurta batıyorsa ‘gönül rahatlığı’ içinde tüketebilirmişiz… tabu bu zibidi yumurta kabuğunun gözle görülmeyen binlerce gözenekten oluştuğunu bilmiyor sanırım. (çöpte atılan yumurtanın nasıl kırılmadan kaldığını da bilmiyorum)… yere serdiği atık yiyeceklerin büyük çoğunluğunun ‘organik’ olduğunun vs. de anlatıyor…
bu yılın başlarındaydı sanırım Akit Gazetesi ‘kış aylarında soğan ekmek yiyerek bağışıklık sisteminizi kolay bir şekilde güçlendirebilirsiniz’ diyordu… kış aylarında dereceyi 1 derece düşürerek de ısınılabileceğini, güçlü Türkiye’yi kurmak için gerekirse boğazından kısmamız gerektiğini vb. söyleyen iktidar üyeleri çıkmıştı. 1994 krizi öncesinde tv’lere çıkan bazı beslenme uzmanları mercimeğin ete eşdeğer proteine sahip olduğunu anlatırlardı…
bugün asgari ücretin açlık sınırının altında belirlenmesi bize ‘asgari yaşayın’ denmesinden öte anlam taşımıyor… bize üç öğün besleyici yemek, bize fakir fukara eğlencesi, tatil yerine saydığımız bayramdan bayrama memleket gezmesi çok görülüyor… bize tatil, bize eğlence, bize sağlıklı yaşam, bize 8 saatlik iş günü, bize kitap- dergi, bize yılda birkaç gün tembellik çok görülüyor… emeklilerin büyük çoğunluğunun çalışmaya devam etmesinin, devlet yardımı alarak yaşamlarını sürdürmesinin bir izahı var mı ki en düşük emekli maaşını lütfedip 3.500 tl yaptılar… otobüs ve uçak biletlerinin taksitle satıldığını okumuştum geçtiğimiz haftalarda; var mı ötesi? bırakın gezmeyi, tatil yapmayı biraz uzak bir mesafede ölen bir yakınımızın cenazesine (hele de aile olarak) katılmak bile imkansız gibi…
insan olarak dünyaya sürünmek için mi geldik…? ya da bunca çileyi, yokluğu, yoksulluğu ne uğruna yaşıyoruz? bedenen ve aklen ürettiğimiz mal ve hizmete bile erişememek nasıl açıklanabilir? bunları sormayalım, sorgulamayalım mı…? ülkedeki kişi başı gelirin dağılımında neden payımıza açlık düşüyor…? bizim payımız nerede, kimlerin cebine giriyor…? biz bunca değeri nüfusun %5’i için mi üretiyoruz…? işçi, emekçi olarak haklarımıza çöktükleri yetmiyor yurttaşlık hukukumuza da çöküyorlar. dünyada en uzun çalışma saatiyle, en yoksullar ve en işsizler arasında yer almamız karşılığında payımıza asgari yaşamak düşmesi doğal mı…?
tüm bu soruları sorarak, yanıtlarını arayarak, içimizdeki öfkeyi doğru yer ve zamanda kusarsak çözüm yoluna gireceğimizi düşünüyorum… bu arada önümüzdeki yılbaşında asgari ücrete ve emeklilere beklentilerin üzerinde bir artış yapılacağını düşünüyorum; çünkü seçimler var ve iktidarın kazanmasının tek yolu ‘işler düzeliyor’ algısını oluşturmaktan geçiyor… sonra mı? sonrasını iktidar da muhalefet de bilmiyor bence; daha doğrusu bildiklerini açıklayacaklarını sanmıyorum; çünkü sonrası acı reçete, sonrası asgarinin asgarisi yaşam… çözüm mü? hakları gasp edilenler olarak nerede bizim payımız diyerek, tüm ezilenlerle yan yana gelmek ve varsıllığı, hatta yoksulluğu da bölüşmek… bizi mutlu etmeyen, bizi ömür boyu ‘karın tokluğuna mahkum eden’ ekonomi batar mı diyorsunuz? Şimdi batmadık mı…?