HDP üzerinden sürdürülen tartışmaları biliyorsunuzdur. Gürsel Tekin seçimleri muhalefetin kazanması durumunda HDP’ye de bakanlık verilebileceğini söyleyince CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere milliyetçisi, ulusalcısı, ‘aman iktidara koz vermeyelim’cisi vs. koro halinde karşı açıklamalarla HDP’yi dışarda tuttuklarını, dışladıklarını açıkladılar…
kim ne derse desin HDP bu ülkenin üçüncü (3.) büyük partisi… Kürt partisi diyerek küçük ve hor görmekte ısrar eden, dışlamaya ve baskı altına almaya çalışanlara inat Türkiye’de toplumsal muhalefetin en önemli siyasi yapılarından biri… hatta benim açımdan sistem içinde ana muhalefet partisi konumunda bir partidir… nerede bir emekçi eylemi, nerede bir çevre eylemi, nerede bir insan hakkı ihlali, nerede ayrımcılığa karşı bir eylem ve mücadele varsa orada olmaya çalışıyor… üzerindeki devlet baskısını, kazandığı belediyelerin elinden alınıp kayyımlara devredildiğini, milletvekillerinin ve yöneticilerinin tutuklandığını, açılmış olan kapatma davasını vb. düşününce yapabileceğini yapmaya çalışıyor…
CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi, Millet İttifakı olarak aynı zamanda 6’lı masa olarak bilinen muhalefetin de parçaları durumundalar… HDP ile başlatılan tartışmalara Deva Partisi de diğerleri gibi tepki verdi. iktidarın kurduğu rejimi daha demokratik ve katılımcı olacak biçimde değiştirmeyi, bunu uygun hukuki, ekonomik, sosyal, siyasal değişimleri vaat eden muhalefet nasıl oluyorsa HDP’yi yok saydığını açıklamakta bir sakınca görmediği gibi bu açıklamayı görev sayıyor… peki kendilerini HDP’li olarak tanımlayan seçmenler ne olacak? HDP ile ittifak yapan sosyalist, devrimci parti ve örgütler ve bunların kitleleri ne olacak? HDP’yi yok saymak bileşenleriyle birlikte seçmenlerini, Türkiye siyasetine ilişkin önermelerini de yok saymak anlamına gelmiyor mu? bunun adı çok seslilik, güçlendirilmiş parlamenter sistem falan değil, olsa olsa güçlendirilmiş milliyetçilik, egemenlerin (kendilerini devletin sahibi görenlerin) konuştuğu bir sistemdir…
her insan ailesinden başlayarak bulunduğu yerde, içinde yaşadığı toplumda ve devlet düzeninde değerli, anlamlı bir yeri olduğunu görmek, bilmek ister… bu varoluş sancısıdır, geleceğe yönelik tutunma, yaşamak için bir neden arayışıdır. bu durumun topluluklar, halklar için de geçerli olduğunu düşünüyorum. HDP ile ilgili başlayan tartışmalarda bu gerçekliği de göz ardı etmemek gerekiyor… ısrarla yok sayılan, dışarda tutulan, suçlu/ öteki muamelesi gören, eşit olanaklara sahip olması engellenen her insan, her topluluk, her halk günün birinde yeter diyebilir… İYİ Parti, CHP içindeki ulusalcılar, Deva Partisi, tam anlamıyla faşist parti olan Zafer Partisi vd. ne öneriyor bilen var mı? örneğin HDP’ye yönelik baskılar sürecek mi? emekçilerin hak eylemleri şiddetle engellenirken grevleri ertelenecek mi? öğrencilerin ücretsiz eğitim ve barınma hakkı talepleriyle ilgili eylemleri karşısında devlet/ iktidar ne yapacak? soruları kendi alanlarımızdan doğru çoğaltmak mümkün ve gereklidir…?
CHP’yi ne kadar sosyal demokrat veya sol saymak gerektiği tartışmaları bir yana muhalefetin en büyük partisi olduğu yok sayılarak sağın seçeneğinin sağ olduğu bir seçim/ düzen dayatılıyor hepimize… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın adının cumhurbaşkanı adaylığı için sürekli öne çıkarılmasını bu açılardan değerlendirmek gerekiyor. İYİ Parti içinden dillendirilmiyor yalnızca, Zafer Partisi de, CHP içindeki ulusalcılar da öneriyor. HDP kadar oyu olmayan partiler HDP ve bileşenlerini ve seçmenlerini yok sayarak cumhurbaşkanı adaylığı konusunda CHP’ye ve muhalefete aday dayatıyorlar… Meral Akşener’in aylar önce ‘Ben yeni dönemin başbakan adayıyım’ sözü de aklıma geliyor ister istemez…
başta CHP olmak üzere altılı masa içinde yer alanlara sorum şu; ben ve benim gibi düşünenler ne yapmalı? o masada Kürtlerin, işçilerin, öğrencilerin, kadınların payı ve sözü ne kadardır? benim düşüncelerimin, siyasi- kültürel varlığımın oyum (reyim) kadar değeri yok mu? eğer öyleyse bu ne kadar taşınabilir? değilse neden Mecliste temsil edilen (edilmese de), bileşenleriyle 6 milyon oy almış bir partiyle görüşmemeyi özel bir görev, bir sorumluluk gibi, bir zorunluluk gibi açıklama gereği duyuyorsunuz?
hepimizin birey olarak da, topluluklar olarak da, halk olarak da yaşam içinde değerli, anlamlı, eşit, güvende olduğumuzu görme isteği vardır… bunların sözle, eylemle, uygulamalarla, düzenlemelerle gösterilmesini, yaşama geçirilmesini ister. bireyin, toplulukların, halkların varoluşunun, bunu duyumsamasının engellenmesi, yetmiyormuş gibi bu konuda halkın büyük kesimine (Müslüman/ Türk seçmene) ‘güvence’ verilmesi temsili demokrasi bile değildir… ki köklü sistem değişikliği öneren, Anayasayı değiştireceğini söyleyen muhalefetin HDP olmadan, HDP’yi dışlayarak bunları yapamayacağı gün gibi ortada değil mi? dikkat edilirse iktidar ile muhalefet arasında bu konuda adı konulmamış bir uzlaşma var gibi… biz aynı uzlaşmayı belediyelerdeki işçi eylem ve grevlerinin önlenmesinde, çevre eylemlerinde, kentsel dönüşüm uygulanan yerlerde de görüyoruz…
muhalif sanatçı ve aydınların tutuklandığı, binlerce insanın yargısız sorgusuz KHK ile kamudan ihraç edildiği, Anayasa ve AİHM kararlarının uygulanmadığı, siyasetçilerin tutuklandığı, çalışanların büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında ücrete tutsak edildiği, her yıl iş cinayetlerinde 2.200 dolayında işçinin öldürüldüğü, işsizliğin yıllardır %10’un üzerinde olduğu, sendikal örgütlenmenin ve hak gasplarının sermaye ve iktidar tarafından açıkça engellendiği vb. koşullarda iktidar hala daha iktidarsa bu muhalefetin sayesindedir… ille de yazılı, sözlü, bilinçli vb. olması gerekmiyor; yapılması gerekip de yapılmayanlar ve yapmayanlar da bu uzlaşının parçasıdır…
bu durumuyla bakınca iktidar açısından da, muhalefet açısından bizler anlamsız yurttaşlar topluluğunu oluşturuyoruz… iki taraf için de biz yokuz, yok sayılması gerekenleriz. partiler, etkili, etkisiz ‘siyaset erbapları’ yaptıkları açıklamalarla kitlelerine yön ve ayar verip, sonra da seçmen hassasiyeti nutukları atıyorlar… muhalif olmamızı kendilerine açık çek gibi görenler, kendilerine mecbur ve elimiz mahkum sananlar yanılıyor…