Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Anadili Hakkı İnsan Hakkıdır

Anadili hakkı, çok uluslu, çok dilli bir ülke olan Türkiye’de hâliyle hararetli tartışma konularından biri. Uzun ve hâlâ süren bir yok sayma, yok etme tarihiyle malûl bu atlasta özellikle Kürt sorununda silahların güçlü bir biçimde gündeme girmesiyle anadili meselesinin tansiyonu da artmış oldu.

Bu konu, Türkiye toplumunu bölen hususlardan biridir ve ülke toplamının çoğunun meseleye sıcak bakmadığı açıktır. Mezkûr soğukluk da elbette Türkiye’nin (kendine) yabancılaşma tarihinden bağımsız tanımlanamaz.

Oysa anadili hakkı bir insan hakkıdır ve mesele bu temel kabul üzerinden ele alınmalı. Tartışma, bunun olup olmayacağı değil, ne şekilde olabileceği noktasında dönmeliydi.

Peki anadili hakkı neden gereklidir? Makul olan, tüm dünya neredeyse tek dillileşirken, ülkenin de tek dillileşmesi midir? Buradan hareketle anadili hakkı savunması salt bir romantizmi mi imler?

Meselenin romantik bir yönü olduğu kuşkusuz, kaldı ki biraz romantizmin kötü olduğunu kim söylüyor? Fakat anadillerimizin yaşaması, yaygınlaşması, sevdirilmesi, bu dillerde eğitim, bu dillerde yazma, yayın davası sadece buradan savunulamaz elbette.

Duyguları bir kenara koyup, bu hakka bilimin ışığını da tuttuğumuzda yine anadili savunucularının makul olan yerde durdukları ortaya çıkıyor. İnternette basit bir aramayla dahi iki dilli eğitimin çocukların bilişsel gelişimine ciddi katkısı üzerine onlarca makale bulabilirsiniz.

Yani işin pedagojik boyutu da, Muharrem İnce’nin geçtiğimiz haftalarda gündem olan savının tam tersi bir yerde konumlanıyor. Kendisi de bir eğitimci olan İnce elbette bunun farkındadır ama belli ki gerçek işine gelmemiş. Tam boy idelojik bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuz açık.

Tıpkı anadili hakkının devletin de işine gelmemesi, tıpkı bu hakka devletin de ideolojik yaklaşması gibi.

Ve evet, biz de bu meseleye elbette ideolojik bakıyoruz. Bu bir mücadele ve bunu inkâr etmiyoruz. Gökkubbe altında apolitik bir mesele ve insan yoktur.

Konunun bilimsel tarafına dönersek, bugünkü tablonun, eğitim anlayışının anadilini de resmî dili de doğru dürüst öğrenemeyen, hakkıyla kullanamayan çocuklar ürettiğini görürüz. Bu çocuklar okullarında da hayatlarında da çoğunlukla eksik, geri, dezavantajlı kalıyorlar. Ne anadilinin; ne de resmî dilin inceliklerine hâkim olan bu insanlar, o dillerde üretemeyen, o dillerin tadını alamayan milyonlar olarak ülke gerçeğinin resmine basit bir unsur olarak eklenmekteler.

Bu vaziyet bir tercihin sonucudur ve bunun tüm vebali egemenlerdedir. Kendi dillerine kem gözle bakan çok sayıda insan da işbu politikalardan imal edilmiş, kendi coğrafyasında, kendi zihninde ve çocuğunun usunda devletinin ileri karakolu hâline gelmiş kişiler. Yani onlar da artık birer “devlet”tir.

Buradan temel bir insan hakkı olarak tanımladığımız, âdil bir ülkenin olmazsa olmazı olarak gördüğümüz anadili hakkının ne şekilde uygulanabileceği tartışmasına geçebiliriz.

Tartışmanın bu köşesinde anadili savunucuları arasında bir fikir ayrılığı söz konusu. Özellikle de anadilde eğitim meselesinde bu durum belirginleşmekte.

Eğitim ne şekilde olacak, olmalı? Anadili eğitimi mi; yoksa anadilinde eğitim mi?

Örneğin Sovyetlerde ’20’li yılların sonlarından ’30’lu yılların sonlarına dek en az konuşuculu diller dâhil tüm dillerde sadece o dilin dersi değil, bazı temel dersler de anadiliyle verilmiştir. Mesela Sovyet Abhazya ve Sovyet Acaristan’da çok az konuşucusu olan Lazca ile temel dil dersleri dışında matematik ve sosyal bilgiler dersi de 1936-39 arasında verildi. Bu dersler için Lazca kitaplar hazırlandı.

1939’dan sonra bazı diller politik sebeplerle müfredattan çıkarılsa da temel eğitim mantığı devam etmiştir.

Peki Türkiye’de anadili dersleri yalnızca o anadilinin öğretilmesi biçimiyle mi sınırlandırılmalı yoksa başka dersler de bu dillerde mi öğretilmeli?

Son yıllarda Türkiye’de başlayan seçmeli anadili derslerinin (Kürtçe, Zazaca, Lazca, Gürcüce, Adigece, Abhazca, Boşnakça, Arnavutça) son derece yetersiz olduğu ve işin kitabına uygunsuz, ihtiyacı karşılayabilme potansiyeli, hevesinden uzak olduğu açıktır.

Bana kalırsa matematik, coğrafya vesaire gibi derslerin anadilde verilmesi bugünün konusu değildir -Ve yine bence buna gerek de yoktur.- Şahsî görüşlerimizin mahiyeti bir yana, bu tip bir eğitimin şu aşamada “fantezi” olduğu aşikâr. Ancak, anadili öğreniminin nitelikli bir şekilde gerçekleştirilmesi ve zorlaştırmak, taş koymak yerine kolaylaştırarak, özendirerek, yaygın bir biçimde yapılması gerektiği ilk konudur ve tereddütsüzdür.

Anadili derslerinin şu anki dostlar alışverişte görsün mantığıyla yürütülen formu olması gerekenden fersah fersah uzak maalesef. Yine de Türkiye gibi bu konularda cerahatli bir hikayesi olan ülkelerde bu derslerin ismen varlığının, bu derslere devam eden bir avuç öğrencinin olmasının dahi önemli olduğunu kabul ediyoruz.

Anadiliyle eğitim, yayın haklarına “bölücülük” gözlüğüyle bakanların göremediği şey bilakis yasakların ülkenin temellerini dinamitlediği gerçeğidir. Toplumu birbirine/ kendine yabancılaştıran, yurttaşlardan birini aslî görüp, ötekini ikinci sınıflığa iteleyen bu zihniyet “bütünlük” sorununu derinleştirip, süreklileştirdi.

Anadiliyle eğitim ve benzeri hususlarda Lozan kaynaklı “doğal” hakları olan Gayri Müslimlerin bile keyfî olarak üç toplumla sınırlandırdığı ve onların da haklarının dünden bugüne tırpanlandığı, uzun zamandır parçalanma paranoyasıyla hırpalanıp, sarsılmış ve yıkım/ yapımlarla yeniden oluşmuş, imparatorluk vârisi bu topraklarda bu meseleyi akl-ı selimle konuşabilmek hâlâ zor.

Atılan kimi “müspet” adımların dâhi PKK ile savaş durumuna göre politik atmosfer itkisiyle geri alınabileceği bu ülkede en temel haklar bugün de aslanın ağzında sallanmaya devam ediyor.

Mutlak adaletin tecellisi için hayata dair her meselede olduğu gibi bu meselede de topyekûn bir alt üst oluş gerekiyor.

 

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR