Almanya’da hafta sonu seçim var ve Merkel’in liderliğindeki büyük koalisyon nihayetleniyor. Yerine hangi liderin ve koalisyonun geleceği henüz belirginleşmiş değil. Siyaseten ülkemizi en fazla etkileyen seçimler olarak Almanya seçimlerini yeşil ve sol bakış açısından değerlendirmek için bu makaleyi kaleme aldım.
Almanya dünya genelinde sol düşüncenin çıkış yeridir ve dünya çapındaki isimleri ile hem 19. hem de 20. yüzyılda dünya soluna liderlik etmiştir.
Ancak bugün Sol Parti’nin ve Alman muhalefetinin özelde insan kaynaklı iklim değişikliğinin durdurulması konusunda, genelde ise insanlığın küresel boyuttaki tüm sorunları konusunda dünyanın nasıl yönetilmesi gerektiğine dair dünya soluna yeterince önderlik edemediğini, bunun temel sebebinin de ne yazık ki, ekolojiye bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Küresel ekolojik sorunların müsebbibi olarak kapitalizmi suçlamak yerinde ise de, kapitalizmin sanayileşme, kentleşme ve modernleşme ile ilişkisinin yeterince irdelenmediği bir gerçektir. Daha ötesinde kapitalizm ile insanların bağımlılık ilişkisinin boyutunun da es geçildiği, bireyin üretim ve tüketim tercihlerinin kapitalist sistem üzerindeki etkileri üzerinde yeterince durulmadığını düşünüyorum.
Öte yandan dünya silah harcamaların arttığı, ABD ordusunun pasifiğe kaydırıldığı ve savaşın ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda NATO’dan çıkmak, AB ordusunu dışlamak yeterli bir sav olarak görünmüyor. BM çatırdarken, AB’ye sarılmak da ne kadar doğru olacak? Hele Rusya’nın Ukrayna’daki fiili askeri, Belarus’taki idari işgali sürerken, Almanya’nın doğu komşularının güvenliği ne olacak? İronik olarak söylüyorum Rus tanklarına ve hava savunma sistemlerine karşı Polonya’nın yaptığı gibi Erdoğan’ın damadından insansız hava araçları mı ısmarlanacak?
Sol Parti’nin dünya barışının nasıl sağlanacağına dair daha kapsamlı çözüm önerileri geliştirmesi ve bunu Almanya ve Avrupa halkına kabul ettirebilmesi gerekiyor. Bunu da dünya üzerindeki silahların kullanımına değil, kaynakların adil bölüşümüne odaklandırarak yapabilir. Bir örnek olarak küresel salgına karşı aşı geliştirilmesi ile övünmektense, onun dünya üzerinde adil erişimini sağlamak daha önemlidir. Bu konuda Alman şirketlerinin sol muhalefet tarafından yeterince sıkıştırılmadığını düşünüyorum.
Diğer partilerin Sol Partilerle koalisyonu reddediş gerekçeleri olarak dış politikayı öne sürmesi boşuna değildir. Ve olası koalisyonun rengini de dışişleri bakanlığının hangi partide kalacağı belirleyecektir.
Dış politika’da bizi de daha fazla ilgilendiren Türkiye Almanya ve Türkiye AB ilişkileri öne çıkmaktadır. Geçtiğimiz yıl boyunca Yeşiller adeta yeniden iktidar ortaklığına ve yeniden dışişleri bakanlığı koltuğuna hazırlandılar. Tıpkı son kez iktidar ortağı olduklarında Joskha Fisher döneminde olduğu gibi. AB’nin genişlemesi ve Türkiye’nin AB üyeliği gibi ana dış politika konularının yürütücüsü Yeşiller ve Fisher olmuştu.
En olası iki koalisyon seçeneğinde de Yeşiller bulunmakta. Bu anlamda Almanya devleti de Yeşillerin koalisyona girmesini destekliyor. Özellikle de iklim değişikliği merkezli ekonomi politikalarının dünyaya yayılmasında Alman sermayesinin öncülüğüne destek olarak. Ancak dış politikayı Yeşiller’e hem de Cem Özdemir’e vereceklerini olası görmüyorum. Özellikle de Cem Özdemir artık neredeyse kişiselleşmiş bir şekilde Erdoğan üzerinden Türkiye’deki rejim hakkında “onların anladığı dilden konuşacağız” diye açıklama yaparken. Yeşil bir insan böyle şiddet çağrıştıracak şekilde konuşamaz. Kaldı ki 2004-2009 döneminde Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin en büyük destekçisi partisi ve kendisidir. Gerekçeleri de vesayet sistemini ortadan kaldırarak Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunacağı iddiası arkasında AB’nin güvenliğiydi.
Biz o dönemde Türkiye Yeşilleri Koordinasyon Grubunun temsilcileri olarak partisinin yetkililerine bunun böyle olmayacağını, Erdoğan’ın vesayeti ortadan kaldırmayacağını, aksine onu ele geçirmek istediğini, Ak Parti iktidarı ile ülke coğrafyasının büyük bir ekolojik yıkım tehdidi ile karşı karşıya olduğunu açıkça ifade ettik ve CHP ile diyalog kurulmasını önerdik. Fakat onlar Türkiye’deki yeşil hareketi desteklemek yerine, Erdoğan’ı ve CHP dışındaki muhalif siyasetleri desteklediler. Böylelikle hem ülkeyi kaotik bir yönetime sürüklediler, hem de Türkiye’deki yeşil siyasetin gelişmesinin zeminini sulandırdılar. 20 yılın sonunda Türkiye Yeşillerinin sürekli patinaj yapmasının sebeplerinin başında bu zemin bozukluğu gelmektedir.
Dolayısıyla koalisyon seçeneklerine dönecek olursak, sandalye sayıları yetse bile, sosyal demokratlar, yeşiller ve hür demokratlar koalisyonu yerine, sosyal demokratlar, hristiyan demokratlar ve yeşiller koalisyonunun kurulacağını ve dış işleri bakanlığının Merkel’in partisine bırakılacağını düşünüyorum. Böylelikle bir yandan Almanya dış politikasında süreklilik sağlanırken öte yandan Erdoğan’ın ve Putin’in iktidarından bağımsız olarak Almanya’nın Türkiye ve Rusya ile ilişkileri bir dengede tutulabilir. Almanya’nın AB savunusu, Doğu Avrupa’nın harareti yükselmeden devam edebilir.
Peki biz hangi koalisyonu tercih ederdik? Elbette sosyal demokratlar, yeşiller ve sol parti.
Bu seçimler için böyle bir koalisyon pek olası görünmüyor. En azından parti üst yönetimlerinin yeterince bir hazırlığı yok. Koalisyon kurulsa bile başarısız olması daha muhtemel. Almanya devleti de halkı da böyle bir koalisyona hazır değil. Ama bu hazır olmama hali, hepimiz için doğru koalisyonun bu olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu partileri destekleyen her birey, böyle bir koalisyon seçeneğini geliştirmek için şimdiden çaba sarf etmelidir. Bu koalisyonun Almanya için olduğu kadar dünya siyaseti için de önemli olduğunun farkına varmalıdır. İklim değişikliğini durdurabilecek, dünya savaşına engel olabilecek bir koalisyon varsa, o da budur.
Çünkü iklim değişikliğinin kökenindeki kapitalizmin beslendiği sınırsız özel mülkiyeti, kural tanımayan sanayileşmeyi, devasa metropollere dönüşen kentleşmeyi dizginleyebilecek olan bu koalisyondur. Bu koalisyon yeşil ve kızıl değerleri birlikte bünyesinde barındırabilir, doğanın olduğu kadar emeğin sömürüsüne de dur diyebilir, demokrasiyi geliştirdiği gibi küresel barışı inşa edecek yeni bir dünya siyasi düzenini geliştirebilir. Yeni bir BM ve dünya düzenini Erdoğan istese ne olur, istemese ne olur? Ama Almanya isterse çok şey olur. Hele solda bir koalisyon isterse her şey olur!
Öte yandan bu koalisyon düşüncesi her ülke için geçerlidir. Partilerin mevcut yönetimleri bu koalisyonu düşünmüyorsa üyeleri düşünmeli, tabanda tartışma başlatarak ve tabandan geliştirerek bölge bölge genişletmeli, ülkesine ve dünyaya yaymalıdır.
Sosyal forumlar bu tartışmanın zeminini oluşturabilirdi. Ve bizler 2006 yılında sosyal forum süreçlerinin Avrupa Yeşilleri tarafından daha yakından izlenmesi ve desteklenmesine dair Yunanistan ve Fransa Yeşilleri ile birlikte Avrupa Yeşil Parti konsey toplantısında bir önerge vermiştik. Ve o zaman bize sormuşlardı; Siz Yeşilleri sola mı çekmek istiyorsunuz? Bir daha da bizleri desteklemediler. Gelinen tablo ortada.
Dolayısıyla yeşil ve kızıl koalisyonun gelişimi için ana tartışma zemini olarak dünya ve kıta sosyal forumları devam etmeli. Hatta bunlar ekolojik ve sosyal forumlara dönüşmeli. Öte yandan ülke ve bölge düzeyinde de ekolojik ve sosyal forumlar düzenlenerek tartışmanın ve dolayısıyla birlikteliğin tabana yayılmasını büyük bir gereklilik olarak görüyorum.