Bir film izledim, az önce bitti. Gerçek kadar üzücü, can acıtıcı, insana çaresizlik hissi veren, ama çok başarılı bir film… Adı ‘Osama’…
Eğer Taliban, 20 yıl sonra Afganistan’ı yeniden ele geçirmemiş ve karanlığın en derin vadisine sürüklememiş olsaydı bu kadar etkilenmezdim belki de… Geçmişte kalmış acılardan doğan bir haykırış, anlatış, sanat eseri olarak bakardım Afganistanlı yönetmen Siddiq Barmak’ın yazıp yönettiği bu 2003 yapımı filme. Ancak olmadı, yapamadım. Her kareyi şu an o uzak ülkede yaşanan çaresizliğin, terk edilmişliğin resmi olarak görmek için her türlü delil mevcutken, aksini nasıl düşünebilir ki insan?
AMERİKALI KAMERAMAN
Cannes Film Festivali ve Golden Globe da dahil pek çok uluslararası festivalde önemli ödüller alan ‘Osama’, Afganistanlı kadınların, kızların, çocukların mahkûm edildiği karanlığı çarpıcı, etkileyici bir sinema diliyle ve tabii ki içeriden bir bakışla anlatıyor.
Film toz, duman içinde, pek çoğu yıkıntı halindeki evlerin çevrelediği bir sokakta başlıyor. Bir oğlan çocuğu, “kem gözlerden”, “nazardan” koruduğunu söylediği bir tütsünün dumanına boğduğu bir Amerikalıdan bahşiş istiyor, alıyor da. Çocuğa bir dolar bahşiş veren o Amerikalı, aynı zamanda onun görüntülerini kaydeden kameraman. Amerika’nın da çoğu kez yaptığı şeyi yapıyor. İzliyor ve biraz para veriyor. Sanırım yönetmenin bu kareyle anlatmak istediği biraz da buydu. En azından bana öyle geçti. Aslında filmin sonlarında o Amerikalı kameramanın gazeteci olduğunu öğrenecek ve yüzünü de göreceğiz, ama bu yazıdan sonra ‘Osama’yı izlemek isteyenler olabileceği düşüncesiyle bunun detayına girmiyorum.
KAFESE TIKILAN KADINLAR
Tütsüsüyle bahşiş toplamaya çalışan oğlanın karşısına daha sonra bir anne ile ergenlik çağına yeni girmiş kızı çıkar. Kadın, Taliban’ın ülkeyi bir yeryüzü cehennemine dönüştürmesinden evvel hemşirelik yaptığı hastaneye, alacaklarını almak için gitmektedir ve tabii ki oğlana verecek parası yoktur. Tam bu sırada dul kadınların protestosunu görürüz. Kocaları, kardeşleri savaşlarda ölen ve çalışmaları Taliban tarafından yasaklandığı için çocuklarıyla birlikte aç kalan kadınlar, seslerini duyurmaya çalışmaktadır. Taliban üyelerinin gelişiyle birlikte protesto bir kaçma kovalamacaya dönüşür ve kadınlardan bazıları tutuklanıp, hapse atılmak üzere, tavukların taşındığı büyükçe bir kafese tıkılır.
Hemşire ve kızı, protestoya katılmamalarına rağmen karmaşanın arasında kalırlar ve kendilerini bekleyen tehlikeden bir eve sığınarak kurtulurlar. Peki, ama açlık ne olacak? Kızının babasını savaşta kaybeden kadın, evladının ve yaşlı annesinin karnını nasıl doyuracak? Tam bir çaresizlik: Dışarı çıkıp hakkını arasan en iyi ihtimalle kırbaçlanacağın, Taliban’ın kurallarına uyup evinde otursan açlıktan öleceğin bir çıkmaz… Sonunda büyükannenin aklına bir fikir gelir: Küçük kızı oğlan kılığına sokmak. Çünkü çalışıp evini geçindirme hakkına sadece erkekler sahip. Böylece Osama adını alan kız, oğlan kılığında ve Taliban’a yakalanma korkusu içinde çalışmaya başlar. Peki, bu durum daha ne kadar böyle gidecektir? Korkunun, çaresizliğin pençelerinden kurtulup rahat bir nefes almak mümkün olabilecek midir?
KÂBUS GERİ DÖNDÜ
Taliban, 1996-2001 yılları arasında Afganistan’ın yönetimini elinde tutmuştu. ‘Osama’ filmi o günlerin bir portresi… Keşke geride kalmış olsaydı, ama 20 yıl sonra kâbus geri döndü. O “uygar” dünya Afganistanlıları, özellikle de çalışma ve yaşama haklarını elde edebilmek için senelerce mücadele veren kadınları Taliban vahşetine terk edip gitti. Peki, ne yapacak o kadınlar? ‘Osama’ filmindeki o dehşet verici sahnelerin benzerlerini yine mi yaşayacaklar?
Vicdan sahibi insanlar da olup bitenler karşısında aynı Afganistanlı kadınlar, genç kızlar, çocuklar gibi çaresiz. Sesimizi çıkarıyoruz, isyan ediyoruz, yazıyoruz, ama tüm bunlar Afgan kadınların kaderini değiştirmeye yetmiyor. En azından şimdilik…
Şimdi, bu satırları yazarken gözümün önünden ‘Osama’ filminin kareleri geçiyor: Protesto için sokağa çıkan, hayata burkaların sık dokunmuş kafesleri ardından bakan kadınların Taliban müdahalesi sonucu dağılmaları, yerlerde yuvarlanmaları… Oğlan kılığında çalışmaya giden küçük kızın korku dolu bakışlarla geçip gittiği tozlu sokakların çizdiği sefalet tablosu, istemedikleri adamlarla zorla evlendirilen kadınların sessiz isyanı, hastanelerdeki oksijen tüpleri boş olduğu için göz göre göre ölen insanlar…
MARİNA GOLBAHARİ’NİN ÖYKÜSÜ
Yönetmen Siddiq Barmak, ülkesinin 1996-2001 arasında yaşadığı acıyı, görüntülerin her birini hikâyesinin etkili bir parçası kılarak anlatıyor. Ve Siddiq Barmak’ın bu filmi, Taliban’ın Afganistan’ı yeniden cehenneme sürüklediği şu günlerde insanda çok derin izler bırakıyor. Sadece öyküsü ve görüntüleri değil, oyuncuları da çok iyi ‘Osama’nın. Özellikle de küçük kızı oynayan Marina Golbahari… Aslında Marina Golbahari’nin öyküsü de bir hayli ilginç. Yönetmen Siddiq Barmak, o zamanlar on üç yaşında olan kızı, Kabil sokaklarında, ailesine para götürebilmek için dilenirken görüyor. Kızın güzel gülüşü ve utangaç bakışlarıyla filmindeki karakter için uygun olduğunu düşünüp, o küçük kızdan bir aktris yaratıyor. ‘Osama’daki rolüyle uluslararası festivallerde En İyi Kadın Oyuncu ödüllerine layık görülen Marina Golbahari, büyüdükten sonra da oyunculuğa devam etti. Şu an ne yapıyor, bilmiyorum. Umarım iyidir ve Afganistan’da değildir.
“UYGAR” DÜNYANIN SİCİLİ
Film mi yoksa şu günlerde Afganistan’da yaşananlar mı daha acı verici, bilmiyorum. Ancak ‘Osama’da ifadesini bulan dehşetin 20 senenin ardından geri döndüğünü görmek insanı isyana sürüklüyor. Dünya, o koca “uygar” dünya tüm bunlara nasıl izin verir diye düşünüyorsunuz. Ancak sonra o “uygar” dünyanın sicilini anımsıyor ve susuyorsunuz, isyanınız boğazınızda düğümleniyor.
Afgan kadınlar, hepimizin gözü önünde yine Taliban’ın yarattığı cehenneme hapsediliyor, insanlar dehşetten kaçmak için ABD uçağının kanatlarına tutunmaya çalışıyor, çocuklar belirsiz bir geleceğe doğru ilerliyor ve biz öylece izliyoruz. “Ne yapabiliriz ki?” sorusu pek çoğumuzun aklında. Hiçbir şey yapamasak da ses çıkarabiliriz. Bu konuyu gündemde tutabiliriz. Herkes bunları kendi ülkesinde yapsa belki de bir şeyler değişir. Denemeye değer mi? Elbette değer.