Turnacıbaşı Sokak’ta dönüşte sizi karşılayan tarihi hamamın kargacık burgacık yolu üzerinde asayiş berkemal görünüyor olsa da az sonra bir pandomima kopacağını orada bulunan herkes biliyor.
Zayıf, kemikli bir yüz, kararlı sert bakışlar, kendine azıcık bol gelen montun altında kara-kuru bir oğlan; sebebi ilk bakışta kendini kolaylıkla elvermese de belli ki ruhen örselenmiş, fiziken hırpalanmış bir tip… Sokağı yokuş aşağı kesen yolun köşesindeki otelin önünde durmuş, konuşmakla bağırmak arasında bir tonla pencerelerden birine doğru oldukça samimi -ama tek taraflı- bir muhabbete girmiş:
– “Ver gitsin işte, ne diye boş yere aksilik ediyorsun, benden iyisini mi bulacaksın?”
Ne ki, karşıdakinin onunla diyaloga girecek ne hali var ne niyeti. Çünkü orada ellerini beline koyarak tirat atan adamın bahsettiği kişi kızı. Otel sahibinin arada bir verdiği yanıtlar, ilk katın penceresinden yarı beline kadar sarkarak azarlamaktan ve kovmaktan ibaret. Kapının önündeki adamın ise, karşısındakine aldırış ettiği yok. Kim olduğu, adı, sanı, gücü, çevresi hiç umurunda bile değil, bildiğini okuyor, hem de gayet politik:
– “O da bana vurgun” diyor. “Ne yapayım kızın bana âşıksa? Suçum ne ki benim, yakışıklı olmak mı? Ayrıca tahsilli, kültürlü adamım ben, bakma şimdi böyle göründüğüme!”
- • •
Adanalı… Emekli devlet memuru bir anne-babanın çocuğu. Lise mezunu. Üniversite de okumak istemiş gerçi ya, ne çare!
Memleketinde başı defalarca polisle belaya girmiş. Elinde torbalarla yakalanmış. Birkaç kez kodese tıkılmış. Başka mevzular da varmış ya, neyse! Peşine birileri takılmış o vakitler hatta. Ailesinin de nesi var nesi yok satıp duruyormuş bir yandan zaten, bulaştığı musibetten ötürü. Hatta bir keresinde bunu içerden çıkarmak için kredi bile çekmiş ailesi, bankalara borçlanmışlar emekli halleriyle… En nihayetinde uyuşturucu belası yüzünden kaçmış İstanbul’a apar topar.
Şimdi 39 yaşında, sekiz yıldan beri İstanbul’da… Birkaç kez iş de bulmuş; otelde, lokantada falan, ama tutunamamış. Büyük şehre geldikten sonra Kuştepe çocuğu oluvermiş. Tüm uzak yakın akrabaları orada, son durak çevresinde oturuyormuş.
- • •
Neticede ana-baba bu; her şeye rağmen üç beş gönderiyorlar elde avuçta ne varsa! Ablaları pek hayırlı değil, ama bir de İngiltere’de bir abi var, asıl destek olan O.
Eline para geçti mi kimseyi tanımıyor, bildiğinden şaşmıyor bizim Adanalı. Zira malum bağımlılığı dışında bir de takıntısı var. Marka meraklısı. Üstündekiler kirli-mirli ama hepsi marka. Kırmızı çizgili havalı bir mont, Levi’s kot pantolon, parlak Nike ayakkabılar, şimdi almaya kalksan 275 lira… Yaz için favorisi parmak arası terlikmiş. Hatta mağazanın vitrininden bakmış, 99 liraymış. Parayı denkleştirir denkleştirmez alacak.
Dört defa üzerindeki güzel elbiseleri çalmışlar, topluca sığınıp uyudukları yerlerde. Sonra görmüş birilerini onları satarken, ama geri almaya yetmemiş gücü.
Arada avanta yemek veren yerler varmış, ama beğenmiyor onların yemeklerini. Parayı bulursa iyi yerlerde yemek yemekten geri kalmıyor. Sokağın sonundaki börekçiye 115 lira borcu birikmiş. O da artık vermek istemiyormuş. Şu borcu bi kapatsa yapacağını biliyor Adanalı.
- • •
Memlekete temelli dönmeye niyeti olmasa da, kışları atlatabilmek için kısa süreliğine gidiyor. Anası babası iyi bakıyor buna Allah için, dışarı çıkmaması kaydıyla yemeğini üç öğün önüne koyuyorlar. O ise havalar ısınınca topukluyor yine.
İlk kez son kışı İstanbul’da geçirmiş. Otel bir köşe, karşısı birkaç arabalık bir boşluk, otelin otoparkı niyetine. Orada duran kırmızı Tata pick-up, otelin demirbaşı, ama ahı gitmiş vahı kalmış. Bir kışı orada geçirdiğine ben de tanık oldum. Kendi çapında bir mekâna dönüştürdü. Evet, tuvaleti yoktu tabi, karavandan konfor olarak bir iki yıldız eksikti, ama torpido gözünün kapağının üzerinde ateş yakarak çoraplarını kurutabiliyordu pekâlâ!
Esnafın şikâyeti üzerine gelen belediye görevlileri Tata’yı otele ait bir boş dükkânın içine çektirip, kepenlerini indirtirken fark ettiler ki, yanında duran yine otele ait olan minibüs çok uzun süreden beri vergi borcundan dolayı hacizliydi ve maliye tarafından aranıyordu. O varta da onu götürdüler ki, bu da bizim Adanalının bugüne kadar hiçbir hayrını göremediği devlete büyük bir hizmeti oldu, vatandaşlık vazifesi babından.
- • •
Sinyalci değil… Bakmayın siz araba gittikten sonra sokak dibinde bir kuytuya cenin pozisyonunda kıvrılarak uyuyup kaldığına. Pek öyle sandığınız gibi değil, temiz adam aslında, Allah için… Her zaman nevale için para istediğini düşünmeyin. Mesela geçenlerde Deform Müzik Tayfun’un yolunu kesmiş, bir eli havada işaret parmağıyla Galatasaray Hamamı’nı gösteriyor:
– “Baba, leş gibi koktuk vallahi, para ver de bi hamama gideyim.”
Son derece kıvrak bir zekâsı var. Usturuplu konuşmasını biliyor, kendisine laf atanlara hazır cevap. Keyfi yerindeyse tam bir modern Karagöz. Hesapta birkaç kız arkadaşı da olmuş.
– “Yalanlarını yakaladım abi, büyük yalanlarını yakaladım, bıraktım” diyor.
İstanbul’da da gönlünü boş bırakmamış.
İlk geldiğinde bir kız varmış, çok güzel, Irmak diye:
– “O beni kendine âşık etti. Sonra başkasına âşık oldum, onun adı Su, çok güzeldi ama… Otelcinin kızının adı da su’lu. Hep sulu sulu gittim anasını satayım!”
- • •
Şu otelcinin kızı konusuna son kez gelecek olursak. Kızın da kendisine yanık olduğu konusunda kendinden çok emin Adanalı.
– “24 yaşında, yeni mezun, seneye avukat olacak Allah izin verirse” diyor.
O kadar inanıyor ki, sadece bu yüzden Kuştepe’de daha emniyetli bir hayat sürmek varken, günler geceler boyu bu sokakta sürtüyor. Soğuk geceleri onun seven birkaç esnafın verdiği battaniyenin altında, bir inşaattan getirerek çevresine dizdiği briketlerin arasında geçirmeye çalışırken, -esnafın dediğine bakılacak olursa, oranın sakini olmayan ve dışarıdan geldiği söylenen, ama kimin tarafından kışkırtıldığı bilinmeyen- bir-kaç tip tarafından dövüldü. Teke tek cesaret edemedi bu “harbi delikanlılar”. Yere düşen Adanalıyı 5-6 kişi birlikte tekmelediler. Arnavut kaldırımından güç bela kalktıktan sonra bile dediği şuydu, hepsinin toplamından çok daha yürekli olan Adanalının.
– “Delikanlıysanız tek tek gelsenize. Biliyorsunuz kızı almama bir sene kaldı, onun için kuduruyorsunuz, değil mi?”
Geleceği müphem kalabalığın arasında, var olmakla can çekişmek arasına sıkıştırılmış bir mücadele veren Adanalının en çok kullandığı laf “Allaha emanet”. Sanki hayatının ve yaşam biçiminin tarifini verircesine:
– “Allaha emanet.”