dün 301 kişinin katledildiği Soma’daki iş cinayetinin karar duruşması vardı… mahkemenin 16 Haziran’da karar vermesi bekleniyor… dilerim ‘fıtrat’a uygun değil, hukuk’a uygun olarak bir karar verilir…
ne yazık ki Soma’yı önemli kılan ölen insan sayısı… ne yazık ki Soma’da 301 kişinin ölmüş, öldürülmüş olması ‘çıtayı yükseltti’. artık kitleler halinde ölmeyince ‘anlık’ haber değeri olmanın ötesine geçemiyor insanların yaşamı, ölümü, geride kalan sevdikleri. bu hep böyleydi gerçekte. fakat iş cinayetleri, sorumsuzluk, görevi ihmal gibi nedenlerle o kadar çok insanın yaşamı çalınıyor ki yüreklerimiz nasır bağlıyor; ‘unutursak yüreğimiz kurusun’ dediğimiz yüreklerimiz…
Çorlu’da, Hendek’te, Ostim’de, Karadon’da, Kozlu’da, Ermenek’te vd. birçok ihmal ve sorumsuzluk cinayetinde yaşadığımız süreçler Soma’da aşılır gibi oldu… bu da 301 kişinin ölmüş olmasından ve başta Soma olmak üzere yurdun değişik yerlerinde hala daha duyarlı insanların inadından kaynaklı; iyi ki varlar…
adalet aramak! olağan devlet düzeninde ve işleyen bir yargı sisteminde ölenlerin yakınlarının veya duyarlı yurttaşların “adalet arıyoruz”, “Soma için adalet”, “Çorlu için adalet”, “Hendek için adalet” vb. biçimlerde haykırmasına gerek olur mu…? olmaz… on yıllardır yaşadığımız, gördüğümüz, okuduğumuz örnekler varsıla, yönetenlere, hatta onların piyonlarına bir şey olmadığı, cezasızlığın kural olduğu yönünde…
olağan bir devlet düzeninde ve işleyen bir yargı sisteminde en yetkilisinden en yetkisizine ülkeyi yönetenlerin yurttaşlara dönüp; “sorumlular hak ettikleri cezayı bulacak, içiniz ferah olsun” dedikten sonra insanların ‘adalet’ ve ‘hukuk’ açısından endişelenmeleri gerekir mi…? gerekmez… fakat biz endişeleniyoruz; Soma özelinde 301, ülkemiz genelinde binlerce insanın ölümünün unutturulmaya ve sorumluların cezasız kalacağına yönelik haklı ve giderilemez endişelerimiz var… ilgilenenler yalnızca Soma Davası’nın 6 yıllık seyrine, iktidarın/ Adalet Bakanlığı’nın, bürokratlar açısından Enerji Bakanlığı’nın, Çalışma Bakanlığı’nın tutumlarına bakabilirler… adalet açısından endişeliyiz, tanık olduklarımız nedeniyle öfkeliyiz…
gerçekte iş cinayetlerini yaratan sistem ile, sorumluları cezalandırmamak için adaleti, yargıyı sermaye lehine kurgulayan, konumlandıran, yönlendiren sistem aynı düzenin parçaları… hatta ben iş cinayetlerini örgütlü suç olarak görüyorum. tek başına patronun/ üst düzey yöneticinin, tek başına işçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu olanların, tek başına denetlemekle görevli kişilerin/ kurumların, tek başına yönetenlerin değil; bunların tümünün aynı anda bilerek, bilerek değilse de olasılığın farkında olarak işledikleri cinayetlerdir bunlar…
özellikle batılı ülkelerde çok daha zor, çok daha ağır, çok daha fazla üretim ve işçi sayısına rağmen aynı işlerde neden ölüm olayı yaşanmadığını düşünmeden ülkemizdeki gerçekliği anlamakta zorlanabiliriz belki… cumhurbaşkanının 1800’lü, 1920’li, 1930:lu yıllardan örmen vermesini ciddiye alanlara sözüm yok; fakat son 50 yıldır Avrupa’da maden ocaklarında ölüm yaşanmadığını bilince, biz neden ölüyoruz diye düşünmeden geçemeyiz…
iş cinayetleri sonucu istifa eden bir yetkili duydunuz mu bugüne dek…? 1983 Armutçuk Grizu katliamından bu yana benim bildiğim bir istifa yok… onlarca, yüzlerce insanın öldüğü işyeri sahibinin veya sorumlularının bir daha o alanda çalışmasının yasaklandığı, devlette o işlerle ilgili ihalelere girmesinin engellendiğini duydunuz mu…? bir şirket/ patron düşünün çalıştığı iş kolunda/ iş yerinde ölümlere sebep olsun ve hiçbir şey olmamış devam etsin; bunun adı yeni ölümlere yol vermektir… bu yüzden örgütlü bir cinayet olduğunu düşünüyorum dedim. bakanlıklardan, işyerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu olanlara kadar her aşamada bulunanlar görev ve yetki durumu oranında herkes suçludur, suç ortağıdır…
iktidarın ve sermayenin fıtratı
memleketim
adamakıllı soluklanıyorum
olasılıkların kaygısıyla
memleketim diyorum
ah! ağuların gül koktuğu memleketim
öyle güzelsin ki
anlatılması öyle zor
yazılması/ çizilmesi ve gezilmesi yasak
insanlıktan öte herşeyin verildiği
ağıt yakanı bulunmayan ölümleriyle
acının ayakları altında memleketim
…/
unutmamak, unutturmamak ilk sorumluluğumuz… Zonguldak’ta 30 madencinin ölümünü “güzel öldüler” diye tanımlayan, Soma’da 301 kişinin ölümünü “fıtrat” olarak açıklayan, bu konudaki tüm uyarıları sermaye düşmanlığı, iktidar karşıtlığı olarak suçlayan zihniyetin bize reva gördüğü şey; üretim/ para/ iktidar karşılığında ölümdür… yoksa bir bakanın “Türkiye’nin en güvenli ocağı” dediği yerde 6 ay geçmeden 301 işçinin ölmesi nasıl açıklanabilir…? patron kazansın, çıkardığı kömürü devlete satsın, iktidar yoksullara dağıtarak oy devşirsin…
“ekmeğinizi ben veriyorum”, “gözünüzü toprak doyursun” gibi sözlerle ifade edilen şey emeğin yok, emekçinin ‘kul’ sayılmasıdır… ülkede ve dünyada yaratılan tüm değerlerin ancak emekle olanaklı olduğunu ve emeğimizin karşılığında ücret aldığımızı unutturmak istiyorlar bize… bu yüzden de “ekmeğinizi ben veriyorum” diyen anlayış bizim canımız, yaşamımız üzerinde de hak sahibi olduğunu düşünüyor… buna karşılık olarak; ‘hayır, ben sana emeğimi satıyorum, sen de emeğimi alıyorsun, karşılığında işimi yapıyorum’ diyerek itiraz etmekle başlamalıyız…
adalet aramaktan vazgeçmeden, hukukun/ yargının herkes için adil olarak işleyeceği bir düzen talebiyle iş cinayetlerinde ölmeme/ yaşam hakkı talebinin birbirinden bağımsız olmadığını unutmadan bir savaşımı yaratmak zorundayız… insan ölümlerini, canları bir istatistik verisine indirgeyen ve duyarlılığımızı körelten, yüreğimizi kurutan bu düzene karşı sınıf savaşımını, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet talepleriyle buluşturmak, dayanışma içerisinde bir mukavemet hattı kurmak zorundayız…
bugüne dek iş cinayetlerinde ölenlerin geride kalan çocukları, eşleri, anne babaları, dostları için olduğu kadar, bundan sonra iş cinayetlerinin yaşanmaması, emekçilerin canlarının sermayeye kurban edilmemesi için tüm ayrımlarımızı bir kenara bırakarak (saklı tutarak) ortak bir mukavemet geliştiremezsek bu düzen bizi yalnızca işyerlerinde değil, her alanda öldürmeye devam edecektir…