Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

Açlık Sınıfsal Bölüşüm Siyasal

Kriz sınıfsaldır. Emekçilerin, çiftçilerin, küçük esnafın geliri günden güne düşerken sermayenin gelirleri yükselmeye devam etmektedir

Saray/AKP/MHP iktidarının kurduğu ekonomik düzenin sonuçları her geçen gün geniş halk kesimlerinin yoksullaşmasını hızlandırmaya devam ediyor. Her ne kadar iktidar üyeleri son günlerde bu durumu Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşa bağlayarak kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışsalar da 2018’den beri ekonomik verilerin hızla bozulduğu biliniyor. Korona salgını ve savaş bu süreci hızlandırmış oldu. 21.12.2020 tarihli ‘Siyasal Kriz Derinleşiyor’ başlıklı değerlendirmemizde, “İçeride ise, kriz, buhran olmaya doğru gidiyor.” diyerek bu duruma vurgu yapmıştık.

Fakat ekonomide yaşanan ve emekçilerin, çiftçilerin, küçük esnafın, işsizlerin yaşamlarını çekilmez hale getiren krizde bile sermaye ve yandaşlar kazanmaya devam ediyor. Her geçen gün ülkemizin farklı noktalarında zamların geri alınması, asgari ücrette güncelleme yapılması gibi taleplerle sokağa çıkan insanların sayısının artması da yaşanan yoksullaşma ve açlığın yaygınlaşmaya başladığının göstergesidir.

Saray/AKP/MHP iktidarı gıda ve temizlik ürünlerinde KDV’yi düşürerek zamların etkisini azaltmayı, bu yolla halk (seçmen) üzerinde algı yaratmayı amaçlasa da, bunun etkisinin kısa vadeli olacağı, asıl sorun olan enflasyona etkisi olmayacağı açıktır. Görünen o ki iktidar inşaat ve turizm sektörlerini canlı tutmak, piyasalardaki hareketliliği sürdürmek ve bu hareketliliği düzelme eğilimi olarak sunmak dışında bir adım atmayacak, atamayacak. KDV ile ilgili düzenlemelerde inşaat ve yeme içme sektörlerine ilişkin alınan karalarda iktidarın inşaattan vazgeçmediğini, yaz aylarında geleceğini umduğu turistlerin bırakacağı dövizi öncelediğini gösteriyor.

Sözünü ettiğimiz kriz sınıfsaldır. Emekçilerin, çiftçilerin, küçük esnafın geliri günden güne düşerken sermayenin gelirleri yükselmeye devam etmektedir. Oysa bir ekonomik krizden söz ediyor olsaydık tüm toplum kesimleriyle birlikte sermayenin (hatta iktidar yandaşlarının da) gelirlerinin düştüğünü görmemiz gerekirdi. Hala daha iktidarın seçmen desteğinin %40’larda olması da bunu göstermektedir. Yapılan son araştırmalardan birinde halkın %60’ının bütçesini denkleştiremediğini gösterirken AKP seçmenlerinin %40’ı, CHP seçmenlerinin %73’ü, İYİ Parti seçmenlerinin %80’i, MHP seçmenlerinin %42’si, HDP seçmenlerinin %88’i gelirlerinin giderlerini karşılamadığını göstermektedir. Bu veriler iktidarın seçmen desteğinin neden düşmediğini, bundan daha aşağıya düşmesinin mümkün olmadığını veya ancak büyük bir kırılmayla düşebileceğini de göstermektedir. Bu verilerin bir sonucu da HDP ve CHP seçmeni durumundaki toplum kesimlerindeki yoksullaşma ve açlığın daha da arttığı veya yoksullaşmayı ve açlığı derinden yaşayanların bu partilere yöneldiğidir.

Özellikle Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin ortaya çıkan ve günden güne ağırlaşan ekonomik, siyasi krize güvenerek hareketsiz kalmasının ve kendiliğinden bir seçmen akışı olacağını beklemelerinin de sonuna gelindiğini gösteriyor. Buna bir de Seçim Kanunu’ndaki son düzenlemeler eklendiğinde halkın ortaya çıkacak tepkisiyle seçim kazanılabileceği düşüncesinin sağlıklı olmadığı açıktır. Yoksul ve açlık koşullarında yaşayan halka seçimden sonrası için yapılacakları, yapılması gerekenleri somut olarak ortaya koymadan bir beklentiye girmek de, halkın beklentiye gireceğini beklemek de anlamsızdır.

Başta ekonomideki gelir dağılımı olmak üzere siyasal, demokratik düzenlemelerin de bugünden açıklanacağı, özgürlükler ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılacağına ilişkin somut politikaların bugünden oluşturulacağı bir muhalefet ancak toplumdaki bu hoşnutsuzluğu düzenin değiştirilmesine kanalize edebilir. Bu ise ancak sokağı da bir mücadele alanı görmekle mümkündür. Var olan siyasal düzeni değiştirmeyi hedeflemeyen ve yalnızca iktidar karşıtlığına odaklanmış bir muhalefetin yapabileceği şey bugünkünden farklı olmayacaktır. Kaldı ki var olan mevzuata göre muhalefetin bütün olarak en az 400 milletvekili çıkaramaması veya cumhurbaşkanlığını kazanamaması durumunda sistem içi düzenleme olanağı ancak sokak muhalefetinin de etkili bir siyasi özne olmasıyla mümkündür.

Bu noktada HDP ve bileşenlerinin belirleyici olacağı açıktır. 27.9.2021 tarihli ‘Sermayeye Hak Emekçiye Yasak’ başlıklı değerlendirmemizde; “Saray/AKP/MHP iktidarının her koşulda, ne olursa olsun iktidarını sürdürme niyeti karşısında HDP ve bileşenlerinin siyasi kararları Türkiye siyaseti için belirleyici olacaktır. Artık tüm taraflar HDP olmaksızın başkan/iktidar çıkaramayacaklarını, anayasa değiştiremeyeceklerini biliyor ve görüyorlar.” yazmıştık. Emekten yana siyasi partiler, örgütler ve meslek örgütlerine varıncaya en geniş katılımın yaratılacağı üçüncü bir ittifakın sınıfsal vurguları da içereceği politik çalışmanın yoksullaşmaya ve açlığa, özgürlükler ve demokrasi önündeki engellerin kaldırılmasına karşı seçenek olma olasılığı da değerlendirilmek zorundadır.

HAREMLİK, SELAMLIK, LAİKLİK 

Son günlerde bazı okullarda öğrencilerin haremlik selamlık şeklinde oturtulması, hatta kız ve erkek öğrenciler için ayrı sınıflar açılması yönünde uygulamalar veya Milli Eğitim Müdürlükleri aracılığıyla bu tür düzenleme yapılmasının istendiği görülüyor. Bursa Osmangazi İmam Hatip Ortaokulu’nda, İzmir Kemalpaşa Şehit Halil Kantarcı Anadolu Lisesi’ndeki bu uygulamalar laiklik ilkesinin çiğnenmesi ve cinsiyet ayrımcılığının eğitim kurumları aracılığı ile körüklenmesi anlamına gelmektedir.

Saray/AKP/MHP iktidarıyla birlikte yandaş medyasının laiklik karşıtı olduklarının biliyoruz. Fakat son zamanlarda çok daha açık ve ilerleyen günlerde buradan bir kutuplaşma yaratacak düzeyde adımlar beklenmelidir. İstanbul Sözleşmesi’den çıkılmasını, korona salgınıyla getirilen yasaklama ve kısıtlamaların daha çok eğlenme mekanlarını, alkol satışını, müzik yasağını kapsaması, nafaka hakkının tartışmaya açılmasını vb. tüm bütün gelişmeleri ve tartışmaları birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak yazarı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Faruk Başer; “ Ramazanı Müslümanlar olarak önce bizim inşa ettiğimiz laiklikten kurtulma vesilesi de yapmalıyız.” diyerek iktidarın ve ideolojik nedenlerle iktidara oy verenlerin amaçlarından birini de dile getirmiş oldu.

İktidarın ekonomik ve ideolojik olarak kendisine oy vermiş olan seçmen kitlesini korumak vd. partilere yönelmiş olan eski seçmenlerinin oyunu geri kazanmak için bu tür hamleleri yapacağı açıktır. Bir diğer hamlesi de geçtiğimiz günlerde açıklanan 4 milyona yakın haneye doğalgaz fatura desteğidir. İktidar ilk gününden itibaren, zaman zaman sosyal devlet söylemiyle yoksulluğu yönetme, yoksulların oyunu alma taktiğini oldukça iyi kullanıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aracılığı 11 milyon yurttaşa yardım yapıldığını açıklayan iktidar devlet kurumlarını ve gücünü kullanarak seçimleri almayı hedeflemektedir. Tam da bu noktada yoksulluğu ve açlığı imtihan olarak sunup, sömürüyü ilahi bir düzen olarak gösterenlere karşı emek mücadelesinin laiklik mücadelesi vermesi gerektiğini de belirtmek istiyoruz. Ayrıca toplumu inançlar ve ritüeller üzerinden pozisyon almaya, gerilimi yükseltmeye çalışanlara karşı da laikliğin bir arada yaşama ve bireyin toplumla, toplumun bireyle, devletin birey ve toplumla ilişkisinde vazgeçilemez bir ilke olduğu da açıktır. Devlet ve devlet gücünü kullanan iktidarlar hiçbir kurumunda, hiçbir düzenleme ve yaptırımında insanların cinsiyetine, inancını, ırkına, siyasi düşüncesine bakmamalıdır.

SAVAŞ VE HESAP

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonrası tüm dünyada yaşananlar yeni hesapların yapıldığını, hatta ülkelerin savaşın toz dumanı içinde pozisyonlarını yeniden belirlerken, ‘barış’ ortamı nedeniyle yapmadıklarını da yaptıklarını gösteriyor. Saray/AKP/MHP iktidarı Irak ve Suriye’de Kürtlere yönelik yeni operasyonlar planlarken, Irak yönetiminin belirlenmesi, Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki gaz ve petrolün batıya nakli gibi planları gündeme alıyor. Aynı anda İsrail, Suudi Arabistan’la görüşmeler, Mısır ile ilişkileri düzeltme çabası, Doğu Akdeniz gazının çıkarılması gibi çok sayıda hesabın da yapıldığı görülüyor. Elbette bunların iç siyaset de düşünülerek, özellikle ekonomik amaçlarla yapıldığı çok açıktır.

Rusya ise kendisine yönelik ambargolara aşmak için Çin, İran, Hindistan başta olmak üzere bazı ülkelerle görüşmeler yapıp, anlaşmalar imzalıyor. Bu arada Avrupa’ya gaz sevkiyatı yaptığı hatlardan birini kapatarak, sattığı ürünler karşılığı Ruble veya altın dışında bir ödeme şeklini kabul etmeyerek yanıt vermeyi sürdürüyor. Görünen o ki savaşla birlikte çok kutuplu bir dünyanın da oluşumu gerçekleşecek.

İktidar Rusya ile Ukrayna arasındaki görüşmelerin Türkiye’de yapılmasını başarı gibi sunarak, hatta bu görüşmede ilerlemeler sağlandığını açıklayarak kendisine de pay çıkarmaya çalışırken, döviz kurunun günlük 40 kuruş kadar düşmesini de sağladı. Fakat ardından Rusya’nın yaptığı açıklama iktidarı yalanlayınca kur yeniden yükseldi ve anladık ki bu kısa süre içinde başta dövizle alım satım yapan, borçlanan sermaye önemli miktarda döviz alımı yaparak günün kazananı olmuş.

Tüm iktisatçılar bu savaş nedeniyle dünya genelinde bir ekonomik küçülmenin yaşanacağı düşüncesinde birleşmiş durumdadır. Hatta bunun küresel bir durgunluğa yol açacağını söyleyen önemli sayıda kurum ve bilim insanı da bulunmaktadır. Böyle bir durumda önümüzdeki günlerde işsizliğin, yoksulluğun, açlığın artacağını söylemek mümkündür. Her ne kadar Saray/AKP/MHP iktidarı turizm gelirleri üzerine yaptığı hesapla bu yılı kurtaracağını ve bir iyimserlik havası estireceğini düşünse de ülkemize en fazla turistin geldiği iki ülke arasındaki savaş dikkate alındığında bu da gerçekçi değildir.

ABD Merkez Bankası’nın faizleri artırmaya devam edeceği, Avrupa Merkez Bankası’nın da yıl sonuna doğru faizleri artırabileceğini açıklaması ciddi bir döviz sıkıntısının yaşanacağını göstermektedir. İktidarın BAE ile başlayan İsrail ve Suudi Arabistan’la devam eden eski ‘düşmanlarla’ barışma adımları da bu döviz krizinin aşılmasını kapsamaktadır. Son zamanlarda yapılan bazı özelleştirmelerde, yabancılara konut satışında, swap anlaşmalarında bu ülkelerin veya etkisindeki şirketlerin öne çıkması da bunun göstermektedir.

Geçtiğimiz hafta Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin savcısı dosyayı kapatma ve davanın Suudi Arabistan’a nakli yönünde talepte bulundu. Mahkemenin vereceği karar bir yana Adalet Bakanı’nın böyle bir kararı onaylayacağını açıklaması da dış siyaset ve çıkarlar söz konusu olduğunda düşmanlığın da, adaletin de rafa kaldırıldığını ve iktidarın tüm iddia ve söylemlerini bir kenara atabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Bu cinayet nedeniyle ABD ile Suudi yönetiminin de karşı karşıya geldiğini, ABD’nin bazı üst düzey Suudi yöneticiye yaptırım kararı aldığını anımsatmak yerinde olacaktır; tabi ki savaşa birlikte bu yaptırımda diretmek ABD için de mümkün değildir. Şu an Rusya’ya (ve Çin’e) karşı yanında olan, olmaya devam eden, yaptırımları güçlendiren tüm ülkeler ve iktidarlar ertelenmiş hesaplarını da görüyorlar.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi