Geçtiğimiz hafta asgari ücrete artış yapılarak çalışanların öfkesinin önüne geçilmeye çalışıldı. Fakat yapılan zammın açlık sınırının altında kalması ve bu konudaki kamuoyu beklentilerinden uzak olmasına rağmen Saray/AKP/MHP iktidarın asgari ücret üzerinden tüm çalışanları yoksullaştırmakta kararlı olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Google arama motoru twitter hesabı üzerinden yaptığı bir açıklama ile Türkiye’den yapılan aramalarda “rüyada börek görmek” için yapılan aramanın %500 arttığını belirtti. Türkiye’de asgari ücretin genel ücret haline dönüştürüldüğü gerçeğiyle birlikte 2018’den itibaren başlayan yoksullaşmanın sonucu olarak toplumun büyük kısmı beslenme, ulaşım, barınma dışında zorunlu olmayan tüm harcamalardan vazgeçmiş durumdadır. Muhtemelen milyonlarca insan isteyip de alamadığı, tüketemediği şeyleri rüyalarında görüyor ve içlerini ferahlatacak yorum arayışı ile internette sorguluyor.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yayınladığı bir araştırmada brüt asgari ücretin yıllar itibarıyla ne kadar gerilediğini ortaya koydu. Buna göre kişi başı brüt asgari ücretin kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya (GSYH) oranı 1978’de %75 iken 1980’de %40’a gerilediği belirtiliyor. 1980’lerin ortasından itibaren başlayan emek hareketinin ve toplumsal muhalefetin de yükselmesinin bir sonucu olarak 2002’de %52’ye kadar yükseliyor. Daha sonrasında düşmeye başlayan bu oran 2022 yılında %42’ye geriliyor. Başka bir ifadeyle Saray/AKP/MHP iktidarı brüt asgari ücretin GSYH oranını 12 Eylül darbesi koşullarına getiriyor.
Özellikle pandemi ve sonrasındaki gelişmeler, iktidarın ekonomi politikalarındaki tercihi, sermayenin yüksek karları, emeğin üretimden aldığı pay, emekçilerin örgütlenmesi önündeki fiili engeller, iş cinayetleri, yasaklamalar, medya üzerindeki baskı, tutuklu siyasetçiler ve hak savunucuları vb. birlikte düşünüldüğünde 12 eylül koşullarında yaşadığımız açıktır. Dolayısıyla geçmişten çıkaracağımız derslerle birlikte iktidara karşı verilecek mücadelenin yaşamın her alanında ezilenleri, yok sayılanları, yaşam hakları tehdit altında olanları, üreticileri kapsayacak bir ortak mücadele hattını, bir mukavemeti yaratmaktan geçiyor.
Toplumun büyük çoğunluğunun yoksulluk ve açlık endişesiyle birlikte hakları için tepki gösterdiğinde başıma bir şey gelir mi endişesini de yaşadığını dikkate alarak tam da, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya da hiç birimiz” anlayışını ve bilincini yaşama geçirmek için harekete geçme zamanıdır.
Bu bağlamda muhalefeti, özellikle de Millet İttifakı’nı gelir dağılımı, haklar, özgürlükler, bölüşüm ilişkileri, adalet gibi konularda somut açıklamalar yapmaya zorlamak gerekiyor. Toplumsal muhalefetin bunu sağlayabilmesi de ancak ortak bir mukavemet hattı üzerinden sokağı kullanmayı ihmal etmeyen bir yaklaşımla mümkündür.
Asgari ücretin artırılması sonrası bazıları muhalif liberal ekonomistler yapılan bu artışın bir işe yaramayacağını, enflasyonu körükleyeceğini ve Kasım ayında bunun görüleceğini yazmaya başladılar. Dolayısıyla altılı masa olarak tarif edilen ittifak içinde Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi AKP döneminin ekonomi politikalarını oluşturanların varlığını, İYİ Parti ve CHP içindeki liberallerin varlığını not etmemiz gerekiyor. Emekçilerin sorunlarının açlık, Kürtlerin ve muhaliflerin sorunun özgürlük, adalet, eşitlik olduğu, kadınların sorunun yaşam hakkı ve eşitlik olduğu gibi somut durumların parlamenter sisteme geçilmekle çözülemeyeceği açıktır.
Saray/AKP/MHP iktidarının yaşanan sorunların sebebi olarak pandemiyi, Rusya-Ukrayna savaşını, Ortadoğu’da yaşananları göstermesi gibi, muhalefetin de ‘enkaz devraldık’ demesinin, hatta iktidar gibi dış sorunları mazeret olarak göstermesinin önüne geçmenin yolu bugünden başlayarak yaşanan sorunlarla ilgili somut taleplerde bulunmaktır. Kaldı ki HDP’ye yönelik baskılar, siyaset yapamaz hale getirme yönündeki gözaltı, tutuklamalar, yargılamalar karşısında alınan tutum önemli bir göstergedir. Benzer bir tutum da işçi eylemleri karşısında gösterilen kayıtsızlıktır.
HDP kongresi sırasında Eş Genel Başkan Mithat Sancar oluşturdukları demokrasi ittifakıyla seçimlere gireceklerini açıklayarak ‘Hedefimiz halkların, ezilenlerin, dışlananların ortak iradesini parlamentoda en güçle biçimde temsil etmek’ dedikten sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kamuoyu önünde, şeffaf görüşmeler yapılmaması durumunda kendi adaylarını çıkarma seçeneğini düşünebileceklerini belirtti. HDP’nin bu çağrısının önemli olduğunu düşünüyoruz. İktidarın yıllardır etnik, dinsel, milliyetçi ayrımcılık ve kışkırtıcılık üzerinden geliştirdiği siyaset tarzının reddi ve altılı masaya kıyasla daha emekten yana tutumu birlikte düşünüldüğünde ezilenler, açlığa mahkum edilenler, öldürülen işçiler ve kadınlar, tutuklanan yaşam savunucuları, gazeteciler açısından Millet İttifakı’nın da, altılı masanın da zorlanması gerekmektedir. Çözüm olacakları için değil, çözüme giden yolun nereden geçtiğini göstermek ve aynı anda bunu da örgütlemek için gerekiyor bu tutum.
Saray/AKP/MHP iktidarının yarattığı ekonomik yıkımın sistem içi iktidar değişikliği ile düzelmeyeceğini, restorasyondan öteye geçmeyeceğini, yukarıda DİSK’in araştırmasından alıntıladığımız gibi en iyi olasılıkla 12 Eylül darbesi sonrası kısmi iyileştirmeye benzer bir durum yaşanacağını unutmamamız gerekiyor.
NATO PAZARLIĞI
Daha önceki değerlendirmelerimizde belirttiğimiz gibi iktidar dış siyaseti iç siyasetteki tıkanıklıkları aşmak, hatta propagandaya dönüştürmek için kullanıyor. Son olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girişini veto etme, ardından pazarlıklar ve vetoyu kaldırmayla ilgili açıklamalar bu yaklaşımın sonucuydu.
İktidarın vetoyu kaldırmak için ileri sürdüğü ve kabul edildiğini açıkladığı koşulların da ağırlıkla iç siyaset malzemesi içerdiği açıktır. Fakat Finlandiya ve İsveç’in açıklamaları da birlikte düşünüldüğünde vetonun kaldırılmasında ABD’nin etkili olduğu anlaşılıyor. Çünkü iktidarın iadesini istediği kişilerle ilgili olarak AB düzenlemelerinin ve daha önceki kararların geçerli olacağı açıklandı. İsveç’in uyguladığı silah ambargosunun görüşülebileceği belirtilse de özellikle Suriye’de var olan dengeleri bozacak hamlelere ABD’nin de karşı çıktığı açık.
Belli ki iktidarın iç siyasete yönelik hamasetine göz yumulurken F16 satışı, bazı bürokratlara yönelik yaptırımlar, Halkbank davası gibi konuların vetonun kaldırılmasında etkisi olma olasılığı daha yüksek görünüyor. Geçtiğimiz haftaki değerlendirmemizde ABD Hazine Bakan Yardımcısı’nın Türkiye’yi ziyaret edeceğini yazmıştık. Bu ziyaretle ilgili bir açıklama yapılmaması, hatta gündeme bile gelmemesi dikkat çekicidir. Aynı zamanda ABD Senatosunda etkili senatörlerin Türkiye’yle ilgili lehte açıklamaları da bu olasılığı güçlendiriyor.
NATO’nun yeniden yapılanmasının tartışıldığı, Rusya ile NATO arasında savaş çıkma olasılığının NATO Genel Sekreteri tarafından ifade edilmesi, Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda NATO’nun ve ABD’nin pozisyonunun tartışıldığı bu günlerde ABD ve NATO’nun Türkiye’den/iktidardan vazgeçemeyeceği, önümüzdeki günlerde olası yaptırımların etkisini artırmak için Türkiye’nin de kullanılabileceği olasılık dahilindedir. NATO’nun, ABD’nin ve AB’nin böylesi hesaplarına karşılık iktidarın başta döviz sıkıntısı olmak üzere içerde ve dışarda ekonomik ve siyasi manevra alanı sağlayacak her fırsatı, her teklifi değerlendirdiğini açıktır.
İktidarın NATO’da Finlandiya ve İsveç’e yönelik vetoyu kaldırmasının Rusya tarafından nasıl karşılanacağını, sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Hatta gelişmelere bağlı olarak enerji, Suriye, Kafkaslar, Libya gibi konularda eskisi kadar esnek olmayacağını beklemek gerekiyor. İktidarın hem NATO üyesi hem Rusya’yla bölgesel ortak gibi davranmasının eskisi kadar kolay olmayacağını söylemek mümkün.
Dışarda bu gelişmeler olurken İsrail’in Türkiye’deki yurttaşlarına terör uyarısı yapması ve ardından IŞİD’e yönelik operasyonlar iktidarın İsrail’le ilişkilerinde geldiği aşamayı göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Bu operasyonlarda gözaltına alınan kişilerden birinin İran Gizli Servisi’yle bağlantılı olduğunun açıklanması, İsrail Gizli Servisi’yle işbirliği yapıldığının medyaya yansıması iktidarın dış politikasındaki dönüşümü göstermesi açısından önemlidir. Tüm bunların Saray/AKP/MHP iktidarının dış politikada yitirdiği meşruiyeti yeniden sağlamak ve ekonomik bir çıkış yolu bulmak için yapıldığını söylemek mümkündür.
27.6.2022 tarihli “Kriz Değil, Tercih” başlıklı değerlendirmemizde, “Kısacası iktidar kendisinin ve sermayenin devamlılığı, zarar görmemesi uğruna içerde olduğu gibi dışarda da rahatlıkla hukuku çiğneyebileceğini göstermiştir.” yazmıştık. Son bir yıl içinde BAE, Suudi Arabistan, İsrail, AB, ABD gibi ülkeler ve NATO ile ilişkiler, Yunanistan’la şu an yaşanan gerilim birlikte düşünüldüğünde Saray/AKP/MHP iktidarının kendi geleceği için kendisini yalanlamak, ulusal ve uluslararası hukuku, meşruluğu yok sayabilecek bir çizgi tutturduğu açıktır.
İktidarın içerde ve dışarda kendi devamlılığı uğruna geliştirdiği bu ilkesiz, düzeysiz ve çıkar amaçlı politikalarının iç siyaseti rehin almasına izin vermeden, tutarsızlıklarını görünür kılarak mücadele etmenin dilini, araçlarını ve mukavemet zeminini ve yolunu yaratmak zorundayız. Benzer biçimde içerde özellikle HDP üzerinden geliştirilmeye çalışılan fakat emek hareketini, kadın hareketini, çevre hareketini de içeren tüm ötekileştirici iktidar politikalarına karşı seçimler kadar sokağı da mücadelenin parçası olarak kullanan ortak bir muhalefet ve mukavemet hattı her geçen gün zorunluluğunu daha da hissettirmektedir.