Seçimler geride kaldı ancak tartışmaları devam ediyor. Belli ki, seçim öncesi ve seçim anına yönelik yürütülen tartışmalar bir süre daha devam edecek ve “seçim muhasebesi” bu tartışmalardan türetilmeye çalışılacak. Özellikle CHP’nin başını çektiği muhalefetin geleceğine ilişkin tartışmalar da ne yazık ki “seçim momentinde” donmuş kalmış görünüyor. Oysaki, bu esnada dünya dönmeye devam ediyor, Türkiye’nin sorunları her geçen gün büyüyor ve siyasal iktidar elindeki imkânlar ve ideolojik politik bakış açısı ile ülkeye müdahale etmeye devam ediyor.
Bütün toplumsal muhalefetin adeta sokaktan çekildiği koşullarda, bütün siyasal yatırımını sandığa yapan muhalefetin kendisini toparlayarak iktidarın yeni dönemine ilişkin bir politik yönelim oluşturup oluşturamayacağı büyük bir soru olarak ortada dururken Erdoğan’ın özellikle ekonomi alanında atmış olduğu adımın bir hayli radikal olduğunu söylemek gerekiyor.
Erdoğan’ın açıkladığı yeni kabinede özellikle Mehmet Şimşek’in uzun bir aradan sonra yeniden Hazine ve Maliye Bakanı olarak görevlendirilmesi ve görev teslim töreninde “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmadığını” söylemesi, yeni iktidarın erken seyir defteri yazımı olarak değerlendirilmelidir. Mehmet Şimşek’in açıklamalarını aslında Erdoğan’ın “bir ekonomist” olarak ısrarla savunduğu eski sürece yönelik sert eleştiriler olarak değerlendirmek gerekir. Zira Şimşek, yaptığı açıklamalar ile Erdoğan’ın bütün bir topluma tutarsız demagojik söylemleri ile yutturmaya çalıştığı ekonomiyi yönetme tarzının “irrasyonel bir süreç” olduğunu açık seçik söylemiş oldu. Fakat Şimşek bununla da yetinmeyerek, “Toplumsal refahı yükseltme hedefine ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluğun temel ilkeler olacağını” da aynı devir teslim töreninde “Neo-klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır” sözünün sahibi Hazine ve Maliye eski Bakanı Nebati’nin suratına söyleyiverdi.
Şimşek’in bütün bu ve benzeri görüşleri, Erdoğan’ın gözündeki ışıltıya bakarak söyleyip söylemediği bilinmez ancak söylediklerinin tersten okunması ile aynı şekilde açık bir Erdoğan eleştirisini kamuoyu önünde dile getirdiği çok açık. Şimşek belli ki iyice kötüye giden ülke ekonomisini “düze çıkartmak” için Erdoğan ve Erdoğan’ı iktidarda tutan (ve muhalif olsalar bile ona yol veren) sermaye çevreleri ile büyük bir pazarlık yaparak bakan olmasının gücünü kullanıyor.
Bu yüzden bugün için elinin güçlü olduğundan emin şekilde batılı güçlere de mesaj vererek, bundan önceki dönemin, şeffaf olmadığını, tutarlı olmadığını, öngörülebilir olmadığını ve uluslar arası normlara uygun olmadığını söyleyebiliyor.
Böylece aslında Erdoğan’ın batıya kafa tuttuğu iddia edilen “İslam soslu uyduruk ekonomisinin” surlarında büyük bir gedik açmış oluyor. Ancak ülke tarihinin en karanlık, en milliyetçi ve İslamcı iktidarının ortaklarından şimdiye kadar bu konuda herhangi bir eleştiri ya da ses çıkmamış olması da Türkiye sağının riyakârlığının yeni bir örneği olarak önümüze çıkıyor. Seçim süreci boyunca muhalefeti batıya hizmet etmekle eleştirenler, bugün ülkenin en önemli bakanlıklarından bir tanesini Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı batıcı ve ülke ekonomisini batı kapitalizminin rasyonelleri ile yöneteceğini açıkça ifade eden bir kişiye teslim ediyor. Sokaklarda protesto için burunlarını sahte dolar ve eurolarla silerek, yakarak gösteri yapan yurttaşların oylarıyla seçilmiş iktidar, ülke ekonomisini yeniden dolar ve euronun belirleyici olacağı bir sürece sokmaya hazırlanıyor. Seçimler süresince muhalefeti İngiliz tefecilerle, uluslararası sermaye lobileriyle işbirliği yapmakla suçlayan iktidar seçimlerden sonra yaptığı bu görevlendirmeyle ekonomiyi İngiliz vatandaşlığı da bulunan Mehmet Şimşek’e teslim etti. Denilebilir ki Mehmet Şimşek bu iktidarın, bu dönemin Kemal Derviş’idir. Bu kez görevlendirmeyi yapan IMF eğil, iktidardır. Kısacası, IMF politikalarının bir benzerini Mehmet Şimşek uygulayacaktır. Fakat Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nu Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanlığına ataması alanı tümüyle Mehmet Şimşek’e bırakmak istemediğini de gösteriyor.
Ve Mehmet Şimşek’e gelen destek mesajları da bir hayli ilginçti. Sözcü Gazetesi yazarı Uğur Dündar, “Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibine hepimiz yardım etmeliyiz. Siyasi görüşlerimizi bir yana bırakıp sorunu çözmeye odaklanmalıyız” derken, ekonomist Özgür Demirtaş “Mehmet Şimşek’e hepimiz yardım etmeliyiz. Ucundan tutmalıyız. Siyaseti bırakıp problemi çözmeye odaklanmalıyız.” deyiverdi.
Belli ki, Mehmet Şimşek’in ekonomiyi düze çıkartacağına ilişkin beklenti sadece Saray’da değil, muhalif çevrelerde de varmış. Belki de Şimşek’in seçimlerden sonra Hazine ve Maliye Bakanı olacağına ilişkin kulislerde dile getirilen görüşler, seçim sürecinde meydana gelen herkesi şaşırtan kimi acayipliklerin yaşanmasında ve nihayetinde de sonucunda etkili olmuştur, kim bilir? Nihayetinde, Şimşek, yerel kapitalizmin küresel kapitalizmin rasyonelleri ile buluşturulmasında bir anahtar rolü oynamak üzere bakanlık koltuğuna oturduğundan bu durumun uluslar arası ve ulusal sermaye grupları açısından (Erdoğan’a yönelik bütün eleştirilerini saklı tutarak) kabul edilebilir bulunması bir hayli mümkündür.
Diğer yandan TBMM’de bulundukları katta kadın çalışan bulunmasını istemedikleri iddia edilen, kadınların “narin ve nazik oldukları için çalışmak zorunda bırakılmaması gerektiğini ifade eden HÜDA-PAR ve seçim araçlarına kadın milletvekili adayının adını yazıp resmini dahi koymayan Yeniden Refah Partisi ve her tür kadın düşmanı ideolojik söylemin savunucu olan bu gerici faşist koalisyonun Merkez Bankası’nın başına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla, (bir başka batıcı) Hafize Gaye Erkan’ı ataması da yine “ilginç” gelişmelerden birisi olarak değerlendirilmeli. Bu değerlendirmeyi yaparken de özellikle iktidar sözcülerinin ve yandaşlarının söylediği gibi iktidarın kadınlara hak ve yetki verdiği, muhalefetin bu eleştirilerini boşa çıkardığı gibi söylemlere dikkat edilmesi gerekiyor. İktidarın derdinin batıdan sıcak para bulmak olduğunu ve bunun için her yolu deneyeceğini göz önüne alırsak Merkez Bankası Başkanlığı’na bir kadının getirilmesi tamamıyla ihtiyaçtandır. Yoksa hala daha kadın cinayetleriyle ilgili somut adım atılmadığı gibi, iktidar içinde 6284 tartışılmaya devam ediyor. Öyle ki çok geri bir noktada olmasına rağmen AKP’li Özlem Zengin’e bile tahammülsüzlüğünü açıkça gösteren milletvekilleri, yandaş yazarlar var.
Bütün seçim süreci söylemini batı karşıtı, milliyetçi İslamcı bir çizgi üzerine inşa eden, bu karanlık koalisyonun ülke ekonomisini adeta batı kapitalizminin rasyonellerini hayata geçirerek ülke ekonomisini düze çıkartacağı iddia edilen referanslarını batıdan alan kişilere teslim etmesi karşısında oy vereninden, yandaş medyasına, köşe yazarından siyasetçisine sus pus olmasına anlam veremeyenlere, Türkiye sağının, milliyetçi ve İslamcısının bugünlere 6. Filo’ya secde ederek geldiğini hatırlatmak gerekir.
Evet, Türkiye sağının, milliyetçisinin, İslamcısının üzerindeki batı karşıtlığını kazıyın altından sermaye ve batı emperyalizmine bağlılık çıkar. Türkiye sağının, milliyetçi İslamcı kanadının belki de en rafine koalisyonunun geldiği nokta bir kez daha aslına rücu etmektir.
Emekçiler, yoksullar açısından ise, siyasal toplumsal olarak en gerici en karanlık dönemlerden birinin kapısı açılırken, ekonomik olarak, Erdoğan’ın fantezi ekonomisinin yükü ağırlaştırılmış olarak yeni sürecin ek yükleri ile birlikte sırtlarına binecek. Belli ki, Erdoğan’ın çarkları yağlamaya devam etmek için uydurduğu ekonomik modelin ağır enkazı önümüzdeki süreçte ağır sonuçları ile birlikte önümüze çıkmaya hazırlanıyor. Şimşek ve ekibinin bu enkazı emekçi ve yoksulların sırtından kaldırmaya çalışacağına şüphe yok. Ülkenin istisnasız bütün sermaye çevreleri geçmiş dönemlerde karlarına kar katarak büyümüş olmalarına rağmen, emekçiler ve yoksullar günden güne büyük bir ekonomik krizin girdabına sürüklenirken, bugün, mevcut sürecin yaratmış olduğu ekonomideki büyük tahribat yine emekçilerin ve yoksulların üzerinden giderilmeye çalışılacağı görünüyor. Ülkenin bu en karanlık koalisyonu derinleşen kriz karşısında milyonlarca yoksulun rızasının devşirilmesinde işlev görürken, muhalefetin biriken öfkesinin de sokağa taşmasını (sandıkta hesap sorulacağı iddiası ile) engellemenin aracı haline dönüştü.
Şimdi bütün gözler, on yıla yakın bir süre Goldman Sachs’ta idari müdür olarak görev yapan Hafize Gaye Erkan’ın başında bulunduğu Merkez Bankası’nın 22 Haziran günü vereceği faiz kararına çevrilmişken, Erkan’ın eski şirketinden önemli bir açıklama geldi:
“Yatırım Bankası Goldman Sachs, Türkiye’de Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı, Hafize Gaye Erkan’ın da Merkez Bankası Başkanı olarak atanmasının yeni yönetimde para ve mali ayarlamalara ihtiyaç duyulduğu anlayışının yaygın olduğuna işaret ettiğini belirtti.
Türkiye’ye ilişkin bir dizi tahminini revize eden banka, ekonominin istikrara kavuşturulmasının “döviz kurunda büyük ve süreksiz bir ayarlama gerektireceğini” kaydetti.
Bankanın ekonomistlerinden Clemens Grafe, müşterilerine gönderdiği bir bilgi notunda, her ne kadar bu aşamada para politikasının çerçevesi bilinmese de, “tamamen ortodoks politika yapıcılığın” döviz kurunun önceden ayarlanmasına izin vereceğini ve repo faizini ekonomideki faiz oranlarını sabitleyecek bir seviyeye yükselteceğini yazdı. Grafe “Bize göre bu durum, ortodoks bir politika yapıcının faiz oranlarını mevduat faizlerinin mevcut seviyesi olan yüzde 40’a yükselteceğini göstermektedir.” dedi. Grafe, döviz kuru ve enflasyon beklentisi istikrara kavuşmasının ardından, yılsonunda faiz oranları hızla, büyük ihtimalle yüzde 25 civarına düşürülebileceğini de ifade etti. Banka, ayrıca Türkiye’nin daha önce yüzde 2,9 olarak belirlediği yıllık gayrisafi milli hâsıla tahminin yüzde 2,3’e düşürdü.”
Önümüzdeki süreçte, Merkez Bankası’nın faiz konusunda ne tür bir karar alacağı belirsizliğini korusa da, Erdoğan’ın Mart 2024 seçimlerine kadar çalkantılı bir süreç istemeyeceğini öngörmek mümkün. Ancak yine de “şok dalgaları” ile başlayıp yerel seçimlere kadar ısıyı düşürmeyi mi, yoksa tencereyi yavaş yavaş ısıtmayı mı tercih edeceklerini biraz da ekonominin verdiği alarmın düzeyi tayin edecek. Ancak her durumda, “bu tamamen Ortodoks politika yapıcılığın” daha önceki gerek dünyada gerekse de Türkiye’deki örneklerinden bildiğimiz üzere, sonunda faturayı emekçilere yoksullara keseceği bir sır değil. Açı reçete her zaman herkese yazılır gibi görünür ancak, acı ilacı sadece emekçiler ve yoksullar içer.
Bu sürecin ilk doğrudan etkileri Temmuz ayında yeniden belirlenecek asgari ücret üzerinde hissedilecekken, milyonlarca emekçi ve yoksulu bu kez de enflasyonla mücadele adı altında yeni bir kriz dalgası beklemektedir.
Toplumsal muhalefet güçleri ve sosyalistler ve devrimciler açısından bu mevcut tabloda burjuva klikleri karşısında bir seçenek oluşturmanın olanaklarını geliştirmek her zamandan daha gerekli ve zorunludur. Gelmekte olan büyük karanlığa karşı, düzen krizine karşı toplumsal muhalefet güçlerinin burjuva kliklerin etkisinden kurtularak bağımsız etkili ve büyük bir sosyalist mukavemet koalisyonu kurması için harekete geçmesi sadece emekçiler ve yoksullar için değil bütün bir ülke için artık bir gereklilik olmuştur.