geçtiğimiz hafta Mukavemet Tv’de yaptığımız direnEmek programında Madencilerin Gözüyle Deprem’i konuşurken Bağımsız Maden İş Genel Sekreteri Adem Dadaklı ‘acı bizimle beraber gider’ dedi… insanın anlatmakta, konuşmakta zorlandığı, boğazının düğümlendiği zamanlarda saatlerce konuşarak anlatacağı şeyleri bir cümleye, imgeye sığdırıyor. deprem büyüklüğünde olmamakla birlikte kitlesel iş cinayetlerinin yaşandığı bir sektörde ve ülkede hepimiz yanımızda acılarımızı taşımıyor muyuz? bu sözü duyduktan sonra üzerinde düşünürken gördüm ki ömür boyu yanımda taşıdığım acılarım var; bu acılar üzerine yazmamın, bu acıları sürekli anlatmamın açıklaması oldu ‘acı bizimle beraber gider’…
çok yakın bir akrabanızı, tanıdığınızı yitirmeniz gerekmiyor. örneğin deprem bölgesindeki ölümler ve yıkımlar sonrası birçok mahallede, sokakta, işyerinde biriktirilmiş anıların, yarına ilişkin düşlerin de enkaz altında kaldığını biliyorum. belki de bu mahallelerin, sokakların (hatta bütün olarak kentlerin) yıllar içinde yaratılmış kimliğidir enkaz altında kalan… ölümleri ikincil plana atmıyorum; tersine sözünü ettiğim kimliği yaratanlar geçmişten bugüne oralarda yaşayan insanların biriktirdikleri sosyal, kültürel değerler… bunun bir benzeri madenlerdeki kitlesel ölümlere yol açan grizulardan sonra işçi köylerinde, mahallelerinde yaşanıyor. örneğin, geçmişte Zonguldak’ta yaşanan grizular sonrası ölümler nedeniyle bazı köylerin erkek nüfusunun yarı yarıya düştüğü biliniyor. bazen de bir sülaleden 8- 10 kişinin öldüğü…
bu ölümler üzerine çok düşündüm, düşünüyorum, düşüneceğim… deprem bölgesine giden bir arkadaşım ve sosyal medyadan yazıştıklarımın anlatımları insanların ağlayamadığı, kilitlendiği yönündeydi. bu ağlayamama durumu bir savunma, aklın ve bilincin korunması için reflekstir diye düşünüyorum. acının büyüklüğü, insanın umarsızlığı ve yalnızca bedeniyle ortada kalmış olmasına karşı istem dışı bir savunma… fakat şöyle bir yanını da düşünmemiz gerekiyor; herkes aynı durumda. yani teselli etmek isteyenin de teselliye gereksinimi var; başsağlığı dileyecek olanın da başsağlığı yitirdiği yakınları var. tam bu noktada bölge dışından insanların uzanacak eli, sıcak bir selamı, yazacak iki satır cümlesi çok daha önem ve anlam kazanıyor… yıllar sürecek bir travmayla yaşayacak olan insanların yitirdiklerinin acısına katlanmasında yararı olacak en önemli şey yalnız olmadıklarını duyumsatmaktır…
iktidarın ve gerici örgütlerin acıma içeren, duygusuz sözleri, aşağılama ve yerini bil anlamı içeren yardım/ hayırseverlik gösterileri ruhsal ve sosyal olarak yarardan çok zarar veriyor. siyaseten nerede durduğuna bakmaksızın, fakat yoldaşlık bilinci ve duygusuyla dayanışma ilişkisinin insani olduğuna inanıyorum… her koşulda insanlar arasında eşitliği savunmanın gereği olarak acılar ve yoksunluklar yaşayan insanlarla girdiğimiz dayanışma ilişkisi aynı zamanda bizim kendimizle yüzleşmemizdir…
acılar, yitiklikler yaşayan insanlara karşı yaklaşımımızda eşitler arası ilişki düzeyimizi koruyabildiğimiz, zamanla içselleştirdiğimiz oranda insanlaşma yolculuğu olarak tanımladığım yaşamda ileriye bir adım daha atmış oluruz… kısacası, acısını beraberinde taşıyan insanların o acılarına eşitlik ilişkisi içinde ortak olabilmek, bir an olsun unutturabilmektir dayanışma dediğimiz şey
şu an deprem bölgesinde en büyük sorunun barınma, sağlık hizmetleri ve hijyen olduğu görülüyor. Türk Tabipler Birliği önümüzdeki 4-6 hafta içinde sağlıklı bir ortam/ çevre oluşturulamazsa salgın hastalıkların başlayabileceği uyarısını yaptı… iktidar her zaman olduğu gibi burnundan kıl aldırmamaya devam ediyor. inkar etmek kabullenmekten kolay, üstelik itibarı da kurtarıyor. öyle ya TTB de kim oluyor?
pazar günü enkaz kaldırma çalışmaları sırasında bir yurttaş kepçenin kafasına çarpası sonucu yaşamını yitirdi. anlaşılıyor ki iktidarın enkazları bir an önce kaldırma acelesine enkaz kaldırma işini yapanların dikkatsizliği ve özensizliği eşlik ediyor… yıkım, enkaz kaldırma alanında trafikle birlikte insan hareketliliğinin de sınırlanması gerektiğini düşünemezler mi? fakat daha önemli olan enkaz kaldırma çalışmalarında ortaya çıkacak olan toz ve hafriyata insan temasının yaratacağı sorunlar. bu alanda çalışma yapan uzmanlar asbest vd. zararlı maddelere karşı özel kıyafet ve eldiven giyilmesi konusunda uyarıyorlar günlerdir… insanlar haklı olarak enkaz altında kalmış yakınları veya değerli eşyaları için bekliyor olabilirler. o zaman bu insanları ikna edebilecek bir güvence verilmek zorunda…
kuşkusuz başta depremi yaşamış ve sağ kurtulmuş insanlar olmak üzere hiçbirimizin yaşamı eskisi gibi olmayacak, siyasal ve politik olarak eskisi gibi olmasın da zaten… beraberimizde taşıdığımız, anılarımızı işgal eden acılara yenilerinin eklenmemesi için yaşamımız eskisi gibi olmasın, çünkü eskisi en yaşlımızdan en gencimize hepimize insan yapımı acılar getirdi. daha doğrusu depremlerden, madenlerdeki iş cinayetlerine, faili meçhullerden kadın cinayetlerine kadar bizimle gelen acıların tümü insan yapımı… o yüzden yeter demek ve bunu bağıra bağıra duyurmamız gerekiyor…
sensin bu acının sahibi
istersen sus bugün
istersen ağla ölesiye
fakat öfkeni yarına sakla
ve unutma/ ne olur unutma
insan yapımıdır bu acı
ömürsüzlük ve açlık
sakındığımız korkular
insan yapımıdır bu karanlık
ve tüketiyor bizi birer birer
bir olasılık/ söz yetmeyecek
kavgayla silinecek bu acı
unutma ve öfkeni yarına sakla