Haksızlık ettiğim sanılmasın. İslâmcı düşünceyi, Dolar’ın üstündeki In God We Trust sözüne meftun kapitalistler olarak tanımlama derdinde değilim. Ancak, ABDestli kapitalizmin, İslâmcılığın kendisi değilse de onun 2000’lerin ilk çeyreğindeki tezahürü olduğu da acı bir gerçek. Ali Bulaç İslâmcılığa, “Müslümanların bir kısmının İslâm’ın genel parametrelerinden hareketle ortaya koydukları fikri ve siyasî hasılanın toplamı” diyor; İslâm’ın, modern dünyanın maddî ve sosyal şartlarındaki okuması olarak tanımlıyor. Ahmet Çiğdem de bir siyasî ideoloji olarak İslâmcılığın tarihselliğini, onun emperyalizm ve kolonyalizm koşularına karşı direnme ve bu koşulları Müslüman toplumların yararına dönüştürmeyi amaçlamasıyla ilişkilendirmekte. O zaman gelin biz de, Müslüman toplumların Batı modernitesi ile temasından doğan bir eleştirel okuma olarak İslâmcı düşünce ile İkinci Dünya Savaşı’ndan 60’lara adım adım, 60’lardan sonra ise koşar adım kuvveden fiile geçen Cumhuriyet dönemi İslâmcılığını birbirinden ayıralım; birincisi İslâmcılık ise ABDestli kapitalizm ikincisini tanımlamak için daha doğru bir tabir gibi duruyor. Soğuk Savaş’la, bu Soğuk Savaş’ta Türkiye’nin de içinde bulunduğu kapitalist kampın ekonomik iştiyaklarıyla beslenen bu İslâmcılığın, Tanzimat’tan Cumhuriyet’in ilk dönemine (1923-1946) değin Osmanlı-Türkiye kapitalistleşme / modernleşmesinin bir eleştirel okuması olan İslâmcılıktan farklı olduğunu bir kenara not edip, tartışma dışında bırakalım. İsmail Kara da günümüz İslâmcılığının öncesindekinin soluk bir kopyası olduğu düşüncesinde. Bu soluk kopya esprisi, günümüz İslâmcılarının inşaat ve kentsel dönüşüm şehvetlerini konu alan kitapta ise İnşaat ya Resulullah pervasızlığı ile tasvir ediliyor. Her iki eleştiriye de kapsayacak şekilde İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye İslâmcılığını ABDestli kapitalizm olarak adlandırsak yanlış yapmış olmayız sanırım. Hem böylece bu İslâmcılığın, Türkiye sağının (liberal olmadan) kapitalist, ABD yanlısı çizgisinin abdestli versiyonu olduğunu da kolayca vurgulama imkânımız olur. Abdestli kapitalistler AKP döneminin ürünü değildirler; doğum tarihleri İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelir. Yunus Emre’den ödünç kelimelerle, ete kemiğe bürünüp ABDestli kapitalizm olarak göründükleri tarihler 1960’lı yıllar; AKP donuna girip iktidara oturdukları yıllar ise milenyumdur.
SOĞUK SAVAŞI SOĞUK YAPAN ŞEY
Abdestli kapitalizm, Soğuk Savaş, Türkiye’nin onun içindeki rolü ve İslâm’ın Türkiye sosyolojisindeki fonksiyonunun kavşağında durur. Bir kere şunu hiç aklımızdan çıkartmamamız gerekiyor ki, Soğuk Savaş’ı soğuk yapan şey, onun bir nüfuz ve hegemonya mücadelesi olmasıdır. Soğuk Savaş, sadece ABD ile ekonomik, askerî, siyasî işbirliği ile özetlenebilecek bir yapı değildir; onu kapsar, aşar. Zaten Türkiye özelinde ABDestli kapitalizm de bu bağlamda anlam kazanır. Hatta bir eleştirel düşünce olarak Tanzimat sonrası İslamcılığından ayrı düşmesine de bu özelliği vesile olur. Cumhuriyet dönemi İslâmcılığını, Türkiye sağının apayrı bir kolu olarak değerlendirmektense, onun bir unsuru, bir hâli olarak ele almak en doğrusu. Tanıl Bora İslâmcılığı, Türkiye sağının gaz hâli, onun imge ve değer kaynağı olarak tanımlar. İslâmcı düşünce, ABD taraftarlığını bir siyasî, ekonomik tercih olmaktan çıkararak ahlâkî bir gerekliliğe bağlamanın da en sağlam düğümüdür. O, Soğuk Savaş’ın ötekisi komünizmi, topyekûn mücadele edilmesi gereken ahlâkî ve dinî bir kötüye (cinsel ahlâksızlık ve dinsizliğe) tahvil edebilmenin, ABD’yi de bu şeytana karşı savaşan bir dosta dönüştürmenin sihirli anahtarıdır artık. İslâmcı düşünce Soğuk Savaş ikliminde Türkiye’nin ABD’ye mecburiyetinin teorik (dinsel, ahlâkî) izahı için gerekli kavramları ve bu mücadele için gereken motivasyonu sunar Türkiye sağına: Bu sihirli anahtarın marifetiyle Rusya komünizmle, komünizm ahlâksızlıkla, dinsizlikle eşanlamlı hale getirildikçe, ortalama bir mütedeyyinin gözünde ABD, “kızıl tehlikeyle” canhıraş mücadele eden sağ partilerin kadim destekçisi bir kara gün dostuna, “Hür Dünya” daki müttefikimize dönüşüverir.
CHP’NİN AÇTIĞI KAPIDAN DP İLE ‘KÜÇÜK AMERİKA’ HAYALLERİ GİRDİ
İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm dünyada ve Türkiye’de Amerikan algısı değişirken, İslâmcı düşüncenin ABD algısı da işte tam formüle uygun bir dönüşüm geçirecektir. 1946’da Missouri ve Providence zırhlılarıyla Türkiye gelen ABD askerlerini karşılamak için Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’ne welcome mahyası astıran CHP’nin açtığı kapıdan geçen Türkiye, Demokrat Partili 1950’li yılları “küçük Amerika” olma hayalleri ile geçirdikten sonra, 1969’da 6 Filo’nun Türkiye’ye gelişini protesto eden öğrencilere saldırarak gemilerin önünde namaz kılarak ABD’ye şükranlarını sunan bir politik iklime varabildiyse, işte tam da yukarıdaki sihirli anahtarın yardımıyla bunu gerçekleştirdi: Dinsiz-ahlâksız komünizme karşı topyekûn mücadele; bu mücadeleyi sırtlayan sağ iktidarlar ve onun müttefiki ABD. 6 Filo’ya protesto eden gençlere saldıran organizasyonun CEO’su Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesinde yer alan yazısı da bu sihirli anahtarın işlevini özetlemeye yeterlidir. Bu yazıdan bir parça paylaşmadan önce birkaç ayrıntı daha verelim. Dönemin, gençleri Allah yolunda cihada, 6 Filo’yu protesto eden “kızıl kâfirlere”(!) karşı tepki vermeye çağıran İslâmcısı Mehmet Şevket Eygi, o dönemde Almanya’da yaşamaktadır. Ayrıca, Cengiz Özakıncı ve Soner Yalçın’ın dile getirdikleri gibi bu saldırıyı provoke etmesi için de yüklü bir para almıştır. Ne diyordu Eygi: “Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir… Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim… Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, Molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz… Cihat eden zelil olmaz. Cephe’yi teşkil eden tüm sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik partiler, Kars Kalesi’ne çekilen şerefini kazanır.”
Mehmet Şevket Eygi’nin bayrağı (!) protesto etmekte elinde hangi kapıyı açıyorsa, Süleyman Demirel’in elinde de aynı kapıyı açar. 1978 yılı başında, 2 Milliyetçi Cephe hükümetinin ardından iktidara gelen CHP’ye karşı, bayrak mitingleri düzenlenir. Yurdun çeşitli yerlerine kızıl bayraklar çekildiği eleştirisi, Morrison Süleyman’ın (bir dönem Morrison Knudsen isimli Amerikan firmasının temsilciliğini yaptığından kendine bu lâkap takılmıştı) Ortanın Solcusu Ecevit’in komünistleri gizliden desteklediğine dair iddiasının popüler izahıydı: Ne de olsa Ecevit, Ortanın Solcusu, Ortanın Solu da Moskova’nın yolu idi (!) Yani Ecevit de Moskova’nın (komünizmin) izinde yürüyordu (!) Zaten o iktidara gelir gelmez kızıl tehlike hortlayarak memleket gönderlerine kızıl bayrak çekmeye başlamıştı (!) Morrison Süleyman ise cansiperane bu kızıl tehlikeye karşı memleket evladını harekete geçiriyordu(!) Bu mitinglerin en “şanlısı”(!) Kars Kalesi’ne çekildiği ve 10 gün kalede asılı kaldığı söylenen kızıl bayrak üzerine yapılan mitingdir. İktidardan uzaklaşan Milliyeti Cephe’yi teşkil eden tüm sağ partiler, Kars Kalesi’ne çekilen ve 10 gün gönderde kalan kızıl bayrağı (!) protesto etmektedirler. Ancak bir sorun vardır: Böyle bir olaydan ne Kars Valiliği’nin ne de belediyesinin haberleri vardır. Kars Kalesi askerî bölge içinde yer aldığından konu bölgenin askerî yetkililerini de ilgilendirmektedir ama onların da böyle bir vakadan haberleri yoktur. Olamaz da zaten. Çünkü kaleye çekilen bir kızıl bayrak yoktur. Bayrak yoktur, zaten olmasına da gerek yoktur. Demirel’in niyeti, var olan bir kızıl bayrağı gönderden indirmek değil, 1969’da Mehmet Şevket Eygi’nin elindeki sihirli anahtarı alarak iktidar kapısını aralamaktır. “Kızıl yılanın ezilmesinden” “komünizme karşı cihad”dan bahseden Demirel’in sözlerinin arasına yerleştirdiği “Türkiye’nin yerinin Hür Dünya” (ABD ve müttefiklerinin yanı) olduğu söylemleri, komünizmle mücadele adı altında yürütülen dezenformasyonun Türkiye sağının elinde nasıl ABD ile ilişkilerin bir fonksiyonu haline getirdiğini göstermesi açısından önemlidir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye tarihi, biraz da ABDestli kapitalizmin tarihidir. Missouri’ye minarelerden gönderilen bir welcome; Küçük Amerika olma hayalleri ve Celal İnce’nin ABD-Türkiye dostluğuna methiyeler düzen Dostluk Şarkısı ile başlayan bu macera; ABD-Türkiye ilişkilerinin dinsiz, ahlâksız komünizm tehdidine karşı köpürtülen bir mecburî dayanışmaya indirgendiği uzun yılların ardından, AKP iktidarının ilk dönemlerinde Türkiye ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlıklarını yürütme (!) politikasına kadar varır. Son yıllardaki göstermelik ABD karşıtı söylemleri boş verin. Sonuçta ABDestli kapitalistler için ABD-Türkiye ilişkileri –tıpkı Celal İnce’nin Dostluk Şarkısı’nda söylediği gibi- “…bir dostluk şarkısıdır. Kardeşliğin yankısıdır. Kore’de olduk kan kardeşi Sönmez bu yangının ateşi.” Hazır ABD-Türkiye ilişkiler demişken, Yours sincerely…