Resmi olmayan sonuçlara göre* ABD’nin 46. Başkanı Joe Biden oldu. ‘Simpsons kehanetlerinde’ bu duruma ilişkin herhangi bir öngörü var mı bilinmez ama gerek dünya gerekse de ülkemiz açısından bu sonucun kesinleşmesinin bir kaç açıdan tartışılmaya ihtiyacı var.
1- Öncelikli olarak, Biden’ın seçilmesinde etkili olan seçmen tercihlerinin (Biden’ın seçilmesinden çok) Trump’ın kaybetmesine odaklı olduğunu söylemek yanlış olmayacak.
Trump’ın, (Türkiye örneğinde Erdoğan’a olduğu gibi) birçok çevrede bir tür nefret objesi olarak belirginlik kazanmaya başlaması ile sıkça söylendiği gibi “ABD seçimleri kimin seçildiğinden daha çok kimin kaybettiğinin önem kazandığı” bir referanduma dönüştü. Bu açıdan, önümüzdeki 4 yıllık süreci değerlendirirken, aklımızda tutmamız gereken ilk husus, tam da ABD seçimlerinin bu referandum özelliği olmalı.
Biden’ın başta pandemiyle birlikte tamamen gün yüzüne çıkan ABD sağlık sistemi ve diğer ulusal sorunlar ile yüzleşeceği açık. Biden adaylık sürecinde çalışanlara yeni ekonomik fırsatlar yaratacağını ve ülkede giderek tehlikeli bir hal almaya başlayan kutuplaşmayı sona erdirecek köprüler kuracağını vaat ediyordu. Ancak, Trump karşıtlığının belirginlik kazandığı, Biden’ın çözüm vaatleri arasında olan sorunlara dönük somut politik çözüm önerilerinin gerçekleşebilirliğine ilişkin derinlikli değerlendirmelerin yapılamadığı bu seçimler ertesinde (Trump’ın kaybettiğinin dışında) seçimin gerçekten bir kazananı olup olmadığını zaman gösterecek.
Biden’ın gerek ulusal gerekse de uluslararası ölçekte, karşı karşıya bulunduğu sorunları hangi ölçek ve yöntem ile ele alacağını kestirmek mümkün değil, ancak Biden’ın seçilmesinin hiçbir şey değiştirmeyeceğini iddia edenler ile her şeyi değiştireceği beklentisi içerisinde olanlara da katılmak mümkün değil.
Her şeyden önce, ABD’nin hali hazırda resmi olmayan yeni başkanının ülke ve dünya koşullarının nesnelliğinde, yukarıdan Cumhuriyetçilerin, aşağıdan ise sokak koalisyonunun baskısı altında, ‘lame duck’ (topal ördek) halinin sadece belirli bir süre daha mı devam edeceği, yoksa bütün bir Başkanlık dönemini mi kapsayacağı biraz da ABD sınıflar mücadelesinin Temsilciler Meclisi ve Senato’ya yansıması üzerinden şekillenecektir.
Pandemi ile mücadele, sağlık sistemi, iklim meseleleri, göçmenler, ırkçılık ile mücadele, Çin ile ilişkiler vb bir dizi sorun da bu mücadeleye göre şekillenecektir.
Seçimlerin Gerçek Kazananı Sokak Koalisyonu
2- Seçimlerden çok önce, siyah bir Amerikalı’nın polis tarafından öldürülmesi ile başlayan sokak eylemlerine, hızla birçok muhalif kesimin de dâhil olması ile büyüyen Trump karşıtı ‘sokak koalisyonu’nun, sandıkta Trump karşıtı bir hegemonya oluşmasındaki etkisi büyük oldu.
Şimdi yeni yönetimin vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğinin sınanacağı bir süreçte bu koalisyonun taleplerini sokakta dile getirmeye devam etmesi kritik öneme sahip. Gerek ülkede pik yapmış haldeki tansiyonun düşürülmesi, gerekse de yeni yönetimin aşağıdan zorlanmasını engellemek adına, mevcut sokak hareketlerinin etkisiz hale getirilmesi, sokaktan çekilmeleri için havuç ve sopa arasına sıkıştırılmaları olasılık dâhilindedir.**
Bu sokak koalisyonunun ‘amaçlarımıza ulaştık, kendimize yaraşır şekilde dağılıyoruz’ dememesi, taleplerini bıkıp usanmadan sokakta dile getirmesi, bütün yönetimleri her türlü meşru yöntemi kullanarak taleplerinin hayata geçirilmesi için zorlamaya çalışması ve taleplerinin takipçisi olması ABD ve dünyanın geri kalanı açısından da halen bir umut olduğunun en somut göstergesi olacaktır.
İhtimal dâhilindeki aksi bir durumun ise, siyasetin sandık dışında toplumsallaşması olasılığının giderek azalmasına hizmet edeceği açıktır.
Saray/AKP İktidarı Yeni Yönetime Ayak Uydurmaya Çalışacak
3- ABD seçim sonuçlarının Türkiye ve özellikle bölgeye etkisi üzerinde de durmakta yarar var:
Hatırlanacağı üzere, Biden’ın ABD seçimlerinden önce (Aralık 2019 tarihinde) Türkiye kamuoyuna da yansıyan bir konuşmasında, özetle “Erdoğan’ın muhalefetle iş birliği yaparak demokratik yöntemler ile indirilmesine destek verilmesi gerektiğine” ilişkin bir açıklaması olmuştu.
İktidarın seçimlerin başından beri kimi zaman örtük, kimi zaman açıktan Trump seçeneğine meyilli olmasının bir nedeni, iktidarın Trump ile pragmatist bir ilişki düzeyi kurabilmiş olması ama diğer yönüyle de Biden’ın bu Erdoğan karşıtı pozisyonu olmuştur.
Yine Türkiye’nin dünyanın birçok ülkesi Biden’ı kutlarken, Türkiye’nin kutlama mesajı göndermekte elini yavaş tutmasının arkasında Trump’a ‘minnet borcunun ödenmesi’ kadar, Biden’a olan bu kızgınlığın etkisi muhtemeldir.
Ancak, görüngülere bakarak Biden’ın seçilmesinin Türkiye ABD ilişkilerinde köklü bir değişiklik yaratacağını, hatta, Biden’ın Erdoğan’ı ‘hizaya sokacağına’ dair oluşan kimi beklentilerin hayal kırıklığı yaratması ihtimal dâhilindedir. Bu salt, ‘taç giyen başın akıllandırmasından’ değil. Fakat gerek ABD dış politikasının görece stratejik bir iç sürekliliğinin olması, gerekse de Erdoğan’ın her kaba göre şekil alabilme pragmatist özelliği nedeniyle, Erdoğan, Biden yönetimi ile kimi tepe krizler yaşasa bile, ulusal ve bölgesel konularda Trump döneminde sürdürdüğü senkronu tutturmak için kendisine hızla çeki düzen verecek, elindeki kimi kozları, Trump’a karşı kullandığı gibi, Biden’a karşı da kullanmaktan, pazarlık etmekten çekinmeyecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve artık çevrilmesi zor olan dış borcun Erdoğan’ın ABD’ye ve batıya karşı elini zayıflatmaktadır.
Kürt Sorunu Kritik Düğüm Noktası
4- Türkiye ABD ilişkilerinde kritik hususlar, Rusya ile ilişkiler, Ortadoğu (Suriye) ve Kürt sorunu olacaktır.
ABD’nin Türkiye ilişkilerindeki en önemli vektörel baskı unsuru kuşkusuz S-400’ler bahsiyle seviye geliştiren Türkiye Rusya ilişkilerinin seyridir. NATO düzeyinde de krize yol açan Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki, yeni yönetimin de Türkiye ile ilişkilerinde gözetmesi gereken en temel hassasiyet konularından bir tanesi olacaktır. ABD Türkiye ile ilişkilerini, Avrupa kapısında göçmenlerin geçiş kapısını bekleyen yeniçeri olarak da sürekli dengeli bir kontrol seviyesinde tutmaya çalışmaya devam edecektir.
Suriye özelinde, Rusya’nın Esad yanlısı açık tutumunun varlığının devamı nedeniyle de Türkiye ABD ilişkilerini çeşitli türbülanslara sokabilecek en önemli konuların başında kuşkusuz Kürt meselesi geliyor.
Mart 2017 tarihli Mukavemet Dergi’nin ilk yazısının ‘Siyasal Gündem’ başlığında “Ülkedeki birçok gelişmeyi açıklama konusunda bir süredir büyük boşluklar yaşanıyor. Birçok soru yanıtsız kalıyor. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’de yaşananların salt ‘Misak-ı Milli sınırları’ içerisindeki siyasal toplumsal gelişmeler ışığında değerlendirilemeyecek ölçüde çok yönlü bir hâl almış olması” diye yazmıştık. Devamla da şu tespiti yapmıştık “Artık Türkiye’deki ‘siyasal toplumsal’ gelişmeler Ortadoğu’yu, Ortadoğu’daki ‘siyasal askeri’ gelişmeler ise Türkiye’yi doğrudan etkiliyor.”
Bu açıdan Türkiye’nin geleceği Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğine de bağlanmış oluyor. Trump yönetiminin Suriye’de YPG’ye İŞİD’e karşı mücadele gerekçesi ile vermiş olduğu ‘lojistik siyasal’ desteğin, Biden yönetimi tarafından Türkiye içerisindeki Kürt sorununa da genişleyecek şekilde ‘stratejik siyasal’ bir desteğe dönüşüp dönüşmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Suriye özelinde Trump yönetimi, Kürtlere destek verirken, Türkiye’de siyasal iktidarın Kürt Siyasal Hareketi’ne yönelik giriştiği baskılama politikalarına hissedilir bir karşı tutum almamıştı. Yeni yönetimin bu ‘çelişkili’ siyaseti hangi düzeylerde şekillendireceği, Suriye’de Kürtler ile daha siyasal bir ilişki düzeyini geliştirirken, Türkiye özelinde, Kürt siyasal hareketi üzerindeki baskıların azaltılması, yeniden siyasal alanda güç toplamalarına olanak sağlanmasına yönelik (Rusya’nın tam kucağına da itmeden) kimi ‘telkinlerde’ bulunup bulunmayacağı da önümüzdeki sürecin önemli soruları arasında olacaktır.
Ancak her durumda ABD’nin Kürt meselesinde sahadaki özellikle siyasal varlığını hissettirmesinin, Türkiye ile ABD arasındaki (ve AKP-MHP koalisyonundaki) gerginlik düğümlerini sıkılaştırıcı bir etki yaratacağı açık. Gerek bölgede gerekse ülkede yaşanabilecek gelişmeler karşısında siyasal iktidarın, ‘sorun alanlarında ön hamle yap’, ‘ger gevşet’, ‘sorun çıkart masaya otur’ siyasetlerinin Kürt meselesinde de çeşitli manevra alanları bulması mümkün***
Erdoğan Pandemi Sonrasına Mı Hazırlık Yapmak İstiyor?
5- Demokrat Parti adayı Biden’ın Başkanlığı’nın kesinleşmesi karşısında Saray/AKP rejiminin yeni yönetim ile ne tür bir ilişki tutturacağını bütün yönleri ile kestirmek kuşkusuz mümkün değil. Ancak, siyasal iktidarı ABD’nin yeni yönetimi karşısında kısa vadede elini zayıflatacak kimi konularda gerek yasal düzenleme gerekse de fiili bazı düzenlemelere gidebileceğini söylemek mümkün.*** Hatta daha şimdiden, gerek kabinede, gerekse de bürokraside gündeme gelen revizyonların, bir yönüyle Erdoğan’ın yeni ABD yönetiminin Türkiye ve bölgede alan açabilmek için dokunabileceği kimi sinir uçlarını nötrleştirme hamlesi olarak değerlendirmek olası.
Ancak, Erdoğan’ın son günlerdeki açıklamaları, sorunların görünenden daha ciddi olduğunun da ipuçlarını veriyor.
Örneğin Erdoğan 20 Ekim 2020 tarihinde attığı twitter mesajında “Türkiye’nin bugüne kadar gerçekleştirdiği yapısal reformlar sadece çok daha büyük hamlelerin temeliydi. Bu temel üzerinde 2053 vizyonumuzun esasını oluşturacak olan büyük ve güçlü Türkiye’nin inşasına yeni başlıyoruz” diyerek 2023 hedefinin üzerinden adeta sıçrayarak 2053 vizyonundan söz etmeye başladı.
Sorunlar karşısında Erdoğan’ın yeni bir başlangıç vurgusu yapması ‘büyük çaresizliği’ olarak değerlendirilebileceği gibi, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri CHP’ye kaptırmasının, ekonomik olarak yaşanan sorunların yarattığı negatif havayı, uluslararası alanda arka arkaya giriştiği operasyonlar ve pandemi koşullarının verdiği kimi olanaklar ile bertaraf ederek seçmen karşısına yeniden güçlü olarak çıkma imkânlarını zorlama olarak da değerlendirmek mümkün.
11 Kasım 2020 tarihinde Erdoğan’nın AKP TBMM Grup Toplantısı’nda ekonomi ve hukuk alanında yeni düzenlemeler yapılacağına ilişkin vurgusu ve özellikle “Türkiye, yerli ve uluslararası yatırımcılar nezdinde riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkâr bir cazibe merkezi haline getirilecek” açıklamaları da, yeni bir sürece geçiş olanaklarını zorlamak istediğinin ipuçları olarak değerlendirilebileceği gibi, piyasalardaki yangını söndürmek için sarf edilmiş hamasi sözler olarak da değerlendirilebilir.
Emekçilere Saldırıya Devam
Bütün komşuları ile sorun yaşayan, AB ile ve neredeyse tek tek bütün Avrupa ülkeleri ile önemli sorunlar yaşayan Erdoğan’ın ne tür bir uluslararası yatırımcı çekmeyi murat ettiği belli değil. Ancak, özellikle, pandemi nedeniyle işçi ve emekçilere yönelik alınmış kimi hak kayıpları yaratan düzenlemelerin kısmi düzeylerde bile olsa kalıcı hale dönüştürülerek Türkiye’nin ‘işgücü piyasasının’ cazip hale getirilmek istendiği, yurttaşlara daha fazla vergi yükü bindirileceği çok açık. Bugün kıdem tazminatına ilişkin düzenlemeler şimdilik geri çekilmiş olsa da siyasal iktidarın emekçilere yönelik saldırıları belli ki ısrarla devam edecektir.
6- Bütün bu tabloda, sosyalistler ve toplumsal muhalefet güçleri yaşanan gelişmeleri köklü biçimde tersine çevirebilecek bir güç oluşturma ya da bunun hazırlığını yapma olanaklarından hala uzak. Herkesin kendi yağında kavrularak hareket etmeye çalışmasının on yıllardır bir işe yaramadığı görülmüş olmasına rağmen bu konuda ısrar devam ediyor.
Sokak muhalefeti, ülkenin çeşitli yerlerinde boy veren işçi eylemlerini, DİSK’in kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine yönelik giriştiği mücadele ve Bağımsız Maden-İş tarafından Soma ve Ermenek’te bir süredir ısrarla ve başarıyla yürütülen mücadeleyi saymaz isek, neredeyse yok hükmünde.
Ülkenin kaderine tamamen el koymuş Saray/AKP-MHP koalisyonu karşısında ise ‘siyasal muhalefet’, başını CHP’nin çektiği Millet İttifakı ve AKP’den kopma Babacan, Davutoğlu’na kalmış durumda.
CHP’nin siyasal iktidar karşısında “yeni bir siyasal merkez” inşa etmeye yönelik çabaları, muhalefet hamurunu yumuşak tutmasına neden olurken, iktidarın özellikle milliyetçi ve dini kimi söylem ve hamlelerinin destekçisi pozisyonuna girmesine yol açıyor. Belli ki sokakta toplumsal taleplerin gür sesle dile getirilemediği koşullarda, neredeyse bütün muhalefet CHP’nin Erdoğan’ı sandıkta indirmeye yönelik hedeflerinin hız ve düzeyine mahkûm oluyor.
Bu koşullarda SARAY/AKP-MHP karşısında güçlü bir “sosyalist siyaset merkezi” ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissediliyor. Var olan sosyalist/devrimci yapı ve bireylerin toplamını kapsayıp aşan böylesi bir merkezin kimler tarafından ve hangi siyasal toplumsal talepler etrafında oluşturulacağı ise ayrı bir tartışma konusu.
Dip Notlar:
* Trump’ın seçimleri hala şaibeli hale getirmek için uğraşması ve giderayak bürokraside değişiklikler yapmaya çalışması. Belli ki ABD seçimleri ertesinde yeni başkan yemin edip göreve başlayana kadar ABD’de sular durulmayacak.
**Şimdi ABD’de başkanlık seçimlerinde aktörler bizde olduğu gibi süreklilik kazanmadığı için, Cumhuriyetçilerin adayı Trump etrafında oluşan yığınağın önümüzdeki süreçte sokakta Biden karşıtı sert bir muhalefete dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirebilmek çok mümkün değil, ancak biraz da Trump’tan cesaret alan sokaktaki (zaman zaman silahlı) bu grupların toplumsal talepler ile sokakta olan kesimlere yönelik aksiyonları görülmesi olasılık dâhilinde sayılmalı.
*** Tam da bu noktada örneğin yeni yönetimin başta Demirtaş olmak üzere demokratik siyaset alanında faaliyet gösteren siyasetçi ve tutuklu bulunan belediye başkanlarının durumuna ilişkin bir pozisyon alıp almayacağı kritik öneme sahip. Keza siyasal iktidarın, yeni ABD yönetimi tarafından bu hususta bir girişimde bulunulmadan önce kendisi inisiyatif alanını genişletmek amacıyla (Milliyetçi Cephe’de çatlamaları da engellemeyi başararak, ya da yeni ittifaklar arayışına girerek) hukuksal siyasal bir hamle yapıp yapamayacağı da yine önemli sorulardan bir tanesi.
Yine örneğin Kuzey Irak’ta da benzer şekilde ABD Türkiye çekişmesi kendisini çeşitli düzeylerde hissettirecek yeni mücadele alanlarından birisi olarak karşımıza çıkacaktır.
**** Ülkenin demokratikleşmesinden ziyade ABD’nin başta basın özgürlüğü olmak üzere hassas olacağı tahmin edilebilecek kimi konularda daha temkinli ve göstermelik düzenlemelere yönelmesi ön almak açısından beklenti dâhilinde sayılmalı.
Bu çerçevede tutuklu bulunan gazeteciler, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi hazırda siyasal iktidarın elinde bir tür toplumsal tehdit olarak kullanılan isimlerin akıbetlerini de yeniden güncelleme yoluna gidebilir. Böylece ilk elden siyasal iktidar üzerine gelebilecek ilk baskıları bertaraf ederek zaman kazanmayı tercih edebilir.
*****ABD desteğinin siyasallaşma düzeylerine de bağlı olarak, Kürt hareketinin yeniden Kürt meselesinin dış zorlamalar ile çözülebileceğine ilişkin beklenti düzeyinin büyümesi ile hali hazırda sürdürülen Millet İttifakı’nda da sorunlu yüzeylerin ortaya çıkmasına yol açma riski vardır. ABD’nin Kürt meselesi ile yakından ilgilenmesinin Kürt hareketi içerisinde, Kürt sorununun ABD destekli çözülebileceğine ilişkin görüşlerin yeniden taraftar bulmasının, bunun yüksek perdeden dile getirilmesinin mevcut ittifak ilişkilerindeki dengeler dışında yeni arayış ve tartışmaların doğumuna vesile olması da sürpriz sayılmamalı.