Önceki gün 24 Ocak’tı. Meşhur 24 Ocak 1980 tarihli ekonomi kararlarının 41. Yıldönümü…
Dün günlerden 24 Ocak’tı. Tavizsiz bir demokrat, cesur bir araştırmacı gazeteci, aynı zamanda dürüst bir hukukçunun, Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bir bombanın meşum bir 1993 günü patlamasıyla aramızdan ayrılışının 28. Yıldönümü.
Aynı gün Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın, 2001 yılında hem de konvoyunun pusuya düşürülerek öldürülmesinin 20. Yıldönümü.
Adeta menhus bir kısa kronoloji gibi oldu yazının girişi… Varsın devamı da uzun bir kronoloji gibi olsun; çünkü bu üç olayı da bugüne taşıyan ama öncesinde onları hazırlayan bir olaylar dizisi vardı.
ÖNCESİ VE SONRASI İLE 24 OCAK
Bazı bilimkurgu filmleri vardır hani… Aynı gün, her sabah aynı olaylarla yeniden yaşanır. İşte Türkiye 1982’den beri 24 Ocak gününü yeniden ve yeniden yaşıyor. Hiç bitmeyen bir 24 Ocak sanki yaşadığımız bütün bir ömür.
24 Ocak belli bir ekonomik programdı. Taşların bağlanıp itlerin çözülmesidir o programın özeti; hiç öyle ekonomik analize filan girmeyeceğim… Sendikaların emek yanlısı örgütlerin ve insanların ellerinin kollarının bağlanması (tabii öldürülmeyecek kadar şanslı olanlarının) ve sermayenin her türlü arzusunun yerine getirilmesi… 24 Ocak programı buydu. Onun içindir ki bu program özellikle de mesela Şili gibi, Türkiye gibi “gelişmekte olan ülkeler”de askeri darbesiz olamıyordu.
24 Ocak ve 12 Eylül bir bütündü ve 80 sonrası yaşadığımız ömür bir uzun 12 Eylül’dür de aynı zamanda…
Ne demişti Kenan Evren 7 Ocak 1991 günlü Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan demecinde?
“Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir.”
Bu uzun günün bir ucunda Kenan Evren ve diğer omuzu kalabalık, kafası ise karanlık memleket düşmanı var idiyse, diğer ucunda AKP vardır.
Bunun çok sayıda kanıtını sunarız ama en iyi örneği grevler üzerinden bir örnektir.
AKP dönemini 2003-2018 olarak değil de 2016 sonrası olarak ele alsak grevleri engellemekte hemen hemen 12 Eylül grev yasağı döneminin başarısına ulaştığını görebiliriz.
Zaten AKP de bu başarıyı inkâr etmiyor. Bakın AKP Genel Başkanı Erdoğan ne demişti: “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı. Şimdi grevler yok. (…) Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” (T24)
Uzun 24-Ocak-12 Eylül grev yasaklarından da ibaret değildir. Öncesi, sırası ve sonrası siyasi cinayetlerle örülüdür. Uğur Mumcu’nun da Gaffar Okkan’ın da cinayetleri tıpkı önceki cinayetlerde olduğu gibi ülkeye Türk-İslam Sentezi ideolojisinin dinci-faşist bir diktasını getirmek için aşırı sağ örgütler ve bunların devlet içindeki uzantıları tarafından tezgâhlanmış ve o cinayetlerin soruşturulması/aydınlatılması yine o uzantılar tarafından engellenmiştir. Elbette Türkiye gibi ülkelerde o “uzantılar” birkaç mülki amir, emniyet mensubu, orta kademe askerden ibaret değildir; orası bir başka yazının konusu…
O uzun ve meş’um günün cinayet veçhesiyle de hâlâ devam ettiği yine bir menhus Ocak gününde 19 Ocak 2007’de kaybettiğimiz Hrant Dink tarafından bize hatırlatılmıyor mu?
Bitti diyenleriniz varsa… Ya her gün gazetecilere şimdilik yumruk ve sopayla yapılan saldırılar?
KİRALIK KATİLLER VE YARIM KALAN İŞLERİ
Eğer tamam artık, emellerine kavuştular, artık iktidardalar, “Tek Adam Rejimi” ise onu da elde ettiler, diyebilecekler için söyleyeyim, daha yolun ortasında bile değiller.
Türkiye’deki demokratların eksik de aksak da olsa direnci 24 Ocak-12 Eylül’e giden yolu açanların rüyasını çok kez sekteye uğrattı; geciktirdi. Daha hâlâ kat etmeyi düşündükleri yollar var. Her seferinde işlerine artık yaramayan, eskimiş “kaptan”ları emekliye ayırarak uğursuz rotalarında gitmekte ısrarlılar. Onlara payanda olan Demirel, Özal gitti. Erdoğan da siyaseten gidebilir ama kaptan gitse de gemi sahibi olduğunu düşünenlerin rotası belli.
Türkiye’nin demokratları her zamankinden daha akıllı, daha dirençli, daha dayanışmacı olmak zorunda…
Kiralık katillerin hedefi ne Uğur Mumcu ne Hrant Dink’ti sadece…
Hedefleri ülkesiyle halkıyla Türkiye’dir ve daha işleri bitmedi.